Bilim Ve Ütopya Dergisi, Evrim Zincirindeki Boşlukları Doldurma Hayalleri Kurmaya Devam Ediyor

Bilim ve Ütopya dergisinin Ağustos 2002 tarihli sayısında yeralan “Karada yürüyen ilk canlılardan birinin fosili” başlıklı yazıda, sudaki yaşamdan karadaki yaşama geçişe ışık tutan bir canlının fosilinin bulunduğu öne sürülüyordu. Yirmi yıl önce İskoçya’da bulunan ve Pederpes finneyae olarak isimlendirilen fosilin karada yürüdüğü ancak zaman zaman suda yaşadığı, böylece balıklarla kara omurgalıları arasında çok önemli bir bağlantıyı sağladığı iddia ediliyordu.

Söz konusu fosil, her ne kadar Bilim ve Ütopya dergisi tarafından evrim teorisi için önemli bir delil bulunmuş gibi sunulmuşsa da, Pederpes finneyae, evrim teorisinin hiçbir sorununu çözmemekte, aksine evrim teorisinin önemli sorunlarından birini tekrar gündeme getirerek hatırlatmaktadır. Zooloji profesörü Robert Carroll, bu fosil hakkında Nature dergisinde yazdığı görüşünde bunu şöyle belirtmektedir:

“Belki de Pederpes’in en büyük önemi Karbonifer Devrinin başında bulunması beklenen diğer erken tetrapod soyuna ait fosillerin eksikliğini vurguluyor olması… İyi tanımlanmış grupların dinozorlar ve memeliler gibi fosilleri daha sık bulunabiliyor. Ancak büyük omurgalı gruplarını birbirine bağlayan gerçek ara formların sayısı çok az…. ata ve torun formlarını birbirine bağlayan ender ve kısa ömürlü soylar, büyük ölçüde hala bilinmiyor… Palaeozoic soyların birçok erken üyesine ait fosillerin eksikliği, yaşayan tetrapod gruplarının güvenilir bir sınıflandırılmasının yapılmasını engelliyor.” (1)

Carroll’ın belirttiği gibi, dinozorların, memelilerin, balıkların fosillerine sıkça rastlanmaktayken, evrimcilerin yaşadıklarını varsaydıkları ara geçiş canlılarının fosillerine rastlanmamaktadır. Bunun nedeni, ara geçiş formlarının hiçbir zaman yaşamamış olmalarıdır.

Ayrıca, kara omurgalılarının (tetrapodların) kökeni, evrimciler için son derece büyük bir problemdir ve tek bir fosilin, evrimciler tarafından taraflı şekilde yorumlanması ile çözülmesi kesinlikle mümkün değildir. Tetrapodlar, semenderden fillere kadar dört ayağı üzerinde yürüyen tüm canlıları kapsar. Tüm bu canlıların kökeni, evrim teorisi açısından bakıldığında büyük bir muammadır. Bu canlıların tamamı, fosil kayıtlarında aniden belirmektedirler, evrimleştiklerine dair hiç bir iz bulunmamaktadır.

Tetrapodların kökeni evrim teorisi açısından büyük bir sorundur

Dört ayaklılar (tetrapodlar), karada yaşayan omurgalı canlıların geneline verilen isimdir. Bu sınıflama içinde amfibiyenler, sürüngenler ve memeliler yer alır. Evrim teorisinin dört ayaklıların kökeni hakkındaki varsayımı ise, bu canlıların suda yaşamakta olan balıklardan evrimleştiği yönündedir. Oysa bu iddia, hem fizyolojik ve anatomik yönlerden çelişkilidir, hem de fosil kayıtları yönünden temelsizdir.

Bir balığın karada yaşamaya uygun hale gelmesi için, solunum sistemi, boşaltım mekanizması, iskelet yapısı gibi farklı yönlerden çok büyük değişimler geçirmesi gerekir. Solungaçlar akciğere dönüşmeli, yüzgeçler vücut ağırlığını taşıyacak biçimde ayak özelliği kazanmalı, vücut artıklarını arıtmak için böbrekler oluşmalı, deri sıvı kaybetmeyi engelleyecek bir yapı kazanmalıdır. Tüm bu değişimler gerçekleşmediği sürece, bir balık karaya çıktığında en fazla birkaç dakika yaşayacaktır.

Peki kara canlılarının kökeni evrim teorisine göre nasıl açıklanır? Evrimci literatüre bakıldığında, bu konudaki bazı yüzeysel yorumların Lamarckist mantıklar taşıdığını görebiliriz. Örneğin yüzgeçlerin ayaklara dönüşmesi konusunda, “yüzgeçler, balıkların karada sürünmeye çalışmalarıyla birlikte yavaş yavaş ayak haline geldi” gibi yorumlar yapılmaktadır. Türkiye”nin evrim konusunda otorite sayılan bilim adamlarından biri olan Ali Demirsoy dahi, şöyle yazmaktadır: “Belki çamurlu sularda sürüne sürüne bu akciğerli balıkların yüzgeçleri bir zaman sonra amfibi ayağı şeklinde gelişmiştir.” (2)

Bu yorumlar başta da belirttiğimiz gibi Lamarckist bir mantığa dayanmaktadır. Çünkü yorumun temelinde “kullanılan organın gelişmesi” ve bunun sonraki nesillere aktarılması kavramları vardır. Lamarck”ın bir asır önce bilimin dışına itilmiş olan teorisi, görünen odur ki, hala evrimci biyologların bilinçaltlarında büyük bir etkiye sahiptir.

Söz konusu Lamarckist ve dolayısıyla bilim dışı senaryoları bir kenara bırakırsak, doğal seleksiyon ve mutasyona dayalı olan senaryoları incelememiz gerekir. Bu mekanizmalarla düşündüğümüzde ise, sudan karaya geçiş iddiasının tümüyle çıkmaz içinde olduğunu görürüz.

Sudan karaya çıkan bir balığın nasıl olup da karaya uygun hale gelebileceğini düşünelim: Eğer bu balık, solunum sistemi, boşaltım mekanizması, iskelet yapısı gibi farklı yönlerden çok hızlı bir biçimde değişim geçirmez ise, kaçınılmaz olarak ölecektir. Öyle bir mutasyon zinciri olmalıdır ki bu, balığa anında bir akciğer kazandırmalı, yüzgeçlerini ayaklara dönüştürmeli, ona bir böbrek eklemeli, derisini su tutacak bir yapıya sokmalıdır. Bu mutasyon zincirinin tek bir hayvanın yaşam süreci içinde gerçekleşmesi de zorunludur.

Böyle bir mutasyon zincirini hiçbir evrimci biyolog savunmaz, çünkü bu düşüncenin saçmalığı ve imkansızlığı ortadadır. Buna karşılık, evrimciler “ön-adaptasyon” (pre-adaptation) kavramından söz ederler. Bunun anlamı, balıkların, karada yaşamak için gerekli olan değişimleri, henüz suda yaşarken edindikleridir. Yani, bu teoriye göre, bir balık türü, henüz suda yaşarken ve hiç ihtiyaç duymazken, karada yaşamasını sağlayacak özellikleri kazanmıştır. “Hazır” hale gelince de karaya çıkıp burada yaşamaya başlamıştır.

Ancak böyle bir senaryonun evrim teorisinin kendi varsayımları içinde bile bir mantığı yoktur. Çünkü denizde yaşayan bir canlının karaya uygun özellikler kazanması, onun için bir avantaj oluşturmayacaktır. Dolayısıyla bu özelliklerin doğal seleksiyon tarafından seçilerek oluştuğunu ileri sürmenin hiçbir mantıklı temeli yoktur. Aksine, doğal seleksiyonun “ön-adaptasyon” geçiren bir canlıyı elemesi gerekir, çünkü bu canlı karada yaşamaya uygun özellikler kazandıkça denizde dezavantajlı hale gelecektir.

Kısacası, “denizden karaya geçiş” senaryosu tümüyle çıkmaz içindedir. Nitekim evrimci biyologların bu konuda ortaya koyabildikleri tutarlı bir fosil kanıtı da yoktur.

Evrimci doğa tarihçileri dört ayaklıların atası olarak genellikle Rhipidistian ya da Colacanth sınıflarına ait balıkları sayarlar. Bunlar, Crossopterygian takımına ait balıklardır ve evrimcileri umutlandıran tek özellikleri, yüzgeçlerinin diğer balıklara göre “etli” oluşudur. Oysa bu balıklar birer ara form değildir ve amfibiyenlerle aralarında doldurulamaz anatomik, fizyolojik uçurumlar vardır. Bu boşluğu doldurabilecek tek bir fosil de bütün araştırmalara rağmen bulunamamıştır. Rhipidistian takımının bir üyesi olan Eusthenopteron ile kuyruklu su kurbağası arasındaki anatomik karşılaştırmalar, bunların aralarında derin farklılıklar olduğunu göstermiştir. Eusthenopteron, normal bir balıktır ve kuyruklu su kurbağasına birçok yönden benzemez. (3)

Kısacası balıklar ve amfibiyenleri birbirine bağlayacak hiçbir ara form yoktur. Robert L. Carroll, bu gerçeği “erken amfibiyenlerle balıklar arasında ara form fosillerine sahip değiliz” diyerek istemeden de olsa ifade etmektedir. (4) Carroll, aynı kitabında şu yorumları da yapmaktadır:

“Fosil kayıtlarında ilk ortaya çıktıklarında, hem kurbağalar hem de semenderler iskeletsel anatomileri yönünden temelde oldukça moderndirler… Kurbağalar, semenderler ve sesilyenler, iskeletsel anatomileri ve yaşam biçimleri yönünden hem şu anda hem de fosil kayıtları boyunca birbirlerinden çok farklıdırlar… Bu üç farklı takımın da özelliklerini barındıracak herhangi bir muhtemel atanın fosil izine rastlanamamıştır.” (5)

Bir başka evrimci paleontolog Barbara J. Stahl ise, Vertebrate History: Problems in Evolution adlı kitabında şöyle yazar:

“Bilinen balık türlerinin hiçbiri, karada yaşayan dört ayaklıların atası olarak belirlenememektedir. Bu balık türlerinin çoğu amfibiyenlerin ortaya çıkmasından sonra yaşamışlardır. Amfibiyenlerden önce gelen balıkların, dört ayaklılarda bulunan eklem ve omurgaların herhangi birisini geliştirdiklerine dair ise hiçbir delil yoktur.” (6)

Sonuç

Bilim adamlarının müzeden tekrar ortaya çıkardıkları söz konusu fosil, evrimcilerin ara geçiş formu bulma umutları ile taraflı olarak yorumlanmıştır. Yukarıda da açıklandığı gibi, bir balığın bir kara canlısına dönüşmesi bilimsel olarak imkansızdır, bunun için ancak mucizeler gerekir. Dolayısıyla, evrimcilerin “ara geçiş formunu bulduk”, “kayıp halka tamamlandı” benzeri sloganlarla duyurdukları haberler, sadece spekülasyonlardan ibarettir. Bilim ve Ütopya gibi dergiler ise, bu tür spekülasyonları hiç kaçırmadan, evrim teorisini ayakta tutmak için büyük—ama umutsuz—bir uğraş vermeye devam etmektedir.

1 Robert Carroll, “Palaeontology: Early land vertebrates”, Nature, 4 Temmuz 2002, 418, 35 – 36 (2002)
2 Ali Demirsoy, Kalitim ve Evrim, Ankara: Meteksan Yayinlari 1984, s. 496
3 Maria Genevieve Lavanant, Bilim ve Teknik, Nisan 1984, Sayi 197, s. 22
4 R. L. Carroll. Vertebrate Paleontology and Evolution, W. H. Freeman and Co., New York, 1988. s. 4
5 R. L. Carroll, Vertebrate Paleontology and Evolution, s. 180-182
6 Barbara J. Stahl. Vertebrate History: Problems in Evolution, Dover, 1985. s. 148

Ayrıca bakınız

Nature ve BBC’den insanın sözde evrimi senaryosunu çürüten haber

8 Haziran 2017 tarihinde Nature dergisinde yayınlanan bir makalede Fas’ta bulunan yeni insan fosillerinin ortalama …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.