Focus Dergisi”nin Coelacanth İtirafları

Focus dergisinin Nisan 2003 sayısında ilginç bir yazı yer aldı. Aslında yazıya ilginçlik katan şey içeriğinden çok bu yazının Focus dergisinde yayınlanmasıydı. Evrim teorisine bağlılığıyla bilinen dergi, evrim teorisinin iddialarını altüst eden, ‘canlı bir kanıt’ olarak teoriyi çıkmaza sokan Coelacanth adlı balığı haber yapıyordu. Daha da ilginci, derginin konuyu anlatım üslübunda görülüyordu. Focus dergisi Coelacanthın, evrim teorisine vurduğu darbeleri madde madde son derece açık bir şekilde ortaya koymaktan çekinmiyordu. Balığın özelliklerinin evrimcilerde uyandırdığı ‘şaşkınlık’ ve Coelacanth gibi ‘yaşayan fosillerin’, evrime nasıl bir ‘çıkmaz sokak’ oluşturduğu objektif bir şekilde anlatılıyordu. Evrim teorisinin geçersizliğini vurgulamak açısından bir ‘itirafname’ sayılabilecek bu yazı gerçekten objektif bir anlatım ortaya koyuyordu. Bu tutumun devamını diliyor ve Coelacanthın evrime vurduğu darbeleri burada tekrarlıyoruz.

Coelacanth, yaklaşık 150 cm. boyunda, iri yapılı, zırhı andıran ve bütün gövdesini kaplayan kalın pullara sahip bir balıktır. Kemiklibalıklar (Osteichthyes) sınıflamasına aittir ve fosillerine ilk olarak Devoniyen(408-360 milyon yıl arası) dönemine ait katmanlarda rastlanmaktadır. 1938 yılına kadar birçok evrimci zoolog bu canlının, gövdesindeki iki adet çiftli yüzgeçleri kullanarak deniz tabanında yürüdüğünü ve Coelacanthın, deniz-kara hayvanları arasında bir geçiş formu olduğunu varsayıyordu. Evrimciler bu iddialarına dayanak olarak ellerinde bulunan Coelacanth fosillerinin yüzgeçlerindeki kemikli yapıları gösteriyordu. Ancak 1938 yılında yaşanan bir gelişme bu aratür iddiasını tamamen çürüttü. Güney Afrika Cumhuriyeti açıklarında canlı bir Coelacanth ele geçirildi! Üstelik en az 70 milyon yıl önce ortadan kalktığı düşünülen canlı türü üzerinde yapılan incelemeler Coelacanthların 400 milyon yıldır hiçbir değişikliğe uğramadıklarını gösteriyordu.

Focus dergisinde bu bulgunun meydana getirdiği şaşkınlık şu ifadelerle ortaya konmaktadır: “Aslında canlı bir dinozor bulunmuş olsaydı, bu çok daha az şaşırtıcı olurdu. Çünkü fosiller Coelacanth’ın, dinozorların sahneye çıkmasından 150-200 milyon yıl önce varolduklarını gösteriyor. Birçok bilim insanının kara omurgalılarının atası olarak gösterdiği, en az 70 milyon yıl önce yok olduğu sanılan balık, canlı bulunmuştu!”

Sonraki yıllarda hepsi canlı yaklaşık 200 canlı Latimera chalumnae (Coelacanth) ele geçirildi. Hiçbir değişime uğramayan balıkların 150 ila 600 metre arasında yaşadıkları ve mükemmel bir beden tasarımına sahip oldukları anlaşıldı. 1987 yılında Max Planck Enstitüsü’nden Prof. Hans Fricke, Geo adındaki mini denizaltıyla, Afrika’nın doğusunda yer alan Komor adaları çevresinde 200 metre kadar derinliğe inerek bu canlıları doğal ortamlarında gözlemledi. Gördü ki, kemikli yüzgeçler, tetrapodlarda (dört ayaklı kara canlısı) yürüme görevi gören uzantılarla hiçbir işlevsel bağlantı göstermiyordu.

Focus dergisi bu araştırmanın sonuçların şöyle aktarmaktadır:

Esnek yüzgeçlerinin, dört ayaklı kara omurgalılarınkine benzer bir işlevi yoktu. Bunlar, hayvanın baş aşağı ve geri geri de dahil olmak üzere, her yöne yüzmesini sağlıyordu.”

400 milyon yıllık dönemde hiçbir değişim izi göstermeyen bir canlının evrimcileri nasıl zor durumda bıraktığını daha iyi anlamak için, fosil kayıtları hakkında bazı bilgiler vermek faydalı olacaktır. Günümüzde varolan filumların (hayvanları sınıflandırmada kullanılan büyük kategori) neredeyse tamamı Kambriyen döneminde ortaya çıkmıştır. Kambriyen dönemi 543 milyon ila 490 milyon yıl önceki dönemi ifade eder. Kambriyen döneminin başlangıcı — tek hücreliler ve bazı basit çok hücreli canlılar sayılmazsa — yeryüzündeki kompleks canlıların tarihin yaklaşık 550 milyon öncesine uzandığını göstermektedir. Coelacanth’ın hiçbir değişime uğramadan geçirdiği dönem ise 550 milyon yılın üçte ikisinden daha çoktur. Eğer yeryüzündeki canlılık evrimle ortaya çıkmışsa, nasıl olur da bir canlı bu kadar uzun dönem, evrim meydana getirdiği öne sürülen mutasyon ve doğal seleksiyondan etkilenmeden günümüze ulaşabilir? Evrimcilerin bu soruya verebilecek hiçbir cevabı yoktur. Üstelik Coelacanthların hiçbir değişim yaşamadığı 400 milyon yıllık dönemdeki kıta hareketleri düşünüldüğünde evrimcilerin tamamen çaresiz kaldıkları görülür. Focus dergisinde bu konuda şunlar yazılmaktadır:

“Bilimsel verilere göre, günümüzden yaklaşık 250 milyon yıl önce, tüm kıtalar birleşikti. “Pangea” adı verilen bu büyük kara parçasını tek ve dev bir okyanus çevreliyordu. Yaklaşık 125 milyon yıl önce, kıtaların yer değiştirmesi sonucunda, Hint Okyanusu açıldı. Günümüzde, Coelacanthların doğal ortamlarının önemli bir parçasını oluşturan Hint Okyanusu’ndaki volkanik mağaralar da kıta hareketlerinin etkisiyle ortaya çıktı. İşte tüm bu verilerin ışğında önemli bir gerçek daha karşımıza çıkıyor. Yaklaşık 400 milyondan beri var olan bu hayvanların, doğal ortamlarında meydana gelen bunca değişikliğe rağmen değişmediği gerçeği!

Tam 400 milyonluk dönemde Coelacanth“da hiçbir evrim yaşanmaması, canlılığın evrimle ortaya çıktığı ve canlılarda sürekli bir evrim olduğu teziyle açıkça çelişmektedir.

Dahası Coelacanth, evrim teorisinin hayali bir geçişle birbirine bağladığı deniz ve kara canlıları arasındaki derin uçurumu ortaya çıkarmaktadır. Focus’taki yazıda, bu konuyla ilgili olarak, Prof. Keith S. Thomson’un “The Story of the Coelacanth (Coelacanth’ın Hikayesi)” ismini taşıyan kibından şu satırlar aktarılmaktadır:

“Örneğin, bilinen en eski Coelacanth (Diplocercides) da, kesinlikle aynı biçimde bir rostral organa (kafatasının içinde bulunan peltemsi bir maddeyle dolu kese ve ona bağlı altı tüp, zoologlarca rostral organ olarak adlandırılıyor), özel bir kafatası eklemine, içi boş bir sırt ipine (notokord) ve az sayıda dişe sahipti. Tüm bunlar, grubun Devoniyen Dönem’den beri(400 milyon yıldır) hemen hemen hiç değişmediğini gösterdiği gibi, fosil kayıtları arasında büyük bir boşluğun olduğunu da gösteriyor. Çünkü, Coelacanthların hepsinde görülen ortak özelliklerin ortaya çıkışını gösteren ata fosiller zincirine sahip değiliz.”

Coelacanth’ın Evrimi Reddeden Kompleks Yapısı

Coelacanth’ın hiç bir atası olmadan aniden ortaya çıkışının ve bu kadar uzun dönemde hiçbir değişime uğramamasının evrimciler için ne kadar büyük bir sorun olduğunu gördük. Öte yandan Coelacanthların kompleks yapıları da evrimciler açısından büyük bir sorundur. Focus dergisinde Güney Afrika’da bulunan dünyaca ünlü JLB Smith Balık Bilimi Enstitüsü’nün yöneticisi Profesör Michael Bruton Coelacanthı son derece karmaşık bir hayvan olarak tanımlamaktadır.

Doğum, bu canlıların kompleks özelliklerinden biridir. Coelacanthlar yavrularını doğumla dünyaya getirirler. Portakal büyüklüğündeki yumurtaları, balığın içindeyken çatlar. Üstelik yavruların annenin bedeninden plasenta benzeri bir organ sayesinde beslendiklerine dair bulgular mevcuttur. Plasenta anneden yavruya oksijen ve besin sağlamanın yanısıra yavrunun bedeninde solunum ve sindirimden arta kalan maddeleri uzaklaştıran kompleks bir organdır. Karbonifer döneme ait (360-290 milyon yıl önceki dönem) embriyo fosilleri böyle kompleks bir sistemin memelilerin ortaya çıkmasından çok önce varolduğunu göstermektedir.

Öte yandan, Coelacanthların çevredeki elektromanyetik alanlara duyarlı olduğunun gösterilmesi bu canlılarda kompleks bir duyu organının da varlığını göstermiştir. Bilim adamları balığın rostal organının beyne bağlandığı sinirlerin düzenine bakarak, bu organın elektromanyetik alanları algılama görevini yürüttüğünü kabul etmektedirler. Bu mükemmel organın en eski Coelacanth fosillerinde dahi mevcut olması, diğer kompleks yapılarla birlikte ele alındığında evrimcilerin çözümleyemeyeceği bir sorun ortaya çıkarmaktadır. Focus dergisinde bu sorun şöyle ifade edilmektedir:

“Fosillere göre, balıkların ortaya çıktığı tarih, günümüzden yaklaşık 470 milyon yıl öncesine denk geliyor. Coelacanth’ın ortaya çıkması ise bu tarihten 60 milyon yıl sonra. Çok ilkel özelliklere sahip olması beklenen bu yaratığın, son derece karmaşık bir yapı sergilemesi şaşkınlık uyandırıyor.”

Tüm bunlar evrim teorisine büyük birer darbedir: Plasenta benzeri bir organın ve elektromanyetik dalgaları algılayan kompleks yapıların bu kadar eski dönemlerde kusursuz şekilde bulunduklarının gösterilmesi, doğa tarihinde evrim teorisinin iddia ettiği gibi basitten komplekse doğru aşamalı evrim yaşanmadığını kesin ve net olarak göstermektedir.

Coelacanthtan Evrime Bir Başka Darbe Daha: Kan Özellikleri

1966 yılında ele geçirilen bir Coelecanth yakalandıktan hemen sonra donduruldu. Bilim adamları balığın kanı üzerinde inceleme yaptıklarında çok şaşırdılar: Coelacanth, köpekbalığı kanı taşıyordu!

Coelacanth dışındaki tüm kemiklibalıklar (Osteichthyes), deniz suyu içip, fazla tuzu gövdelerinden atarak su gereksinimlerini karşılarlar. Coelacanthın gövdesinde bulunan sistem ise, kıkırdaklıbalıklar(Chondrichthyes) sınfında bulunan köpekbalığının gövdesindeki sistem gibidir. Köpekbalığı, proteinlerin parçalanması sonucunda açığa çıkan amonyağı üreye dönüştürür ve insan için ölümcül olabilecek düzeylerde üreyi kanda tutar. Çevredeki suyun tuzluluk oranına göre kanda bulunan bu maddelerin oranı ayarlanır, sonuçt kan, deniz suyu ile izotonik duruma geldiğinden (içteki ve dıştaki suların ozmotik basınçları eşitlendiğinden, yani aynı yoğunluğa ulaştıklarından) dışarıya su kaybı olmaz. Coelacanthın karaciğerinin üre üretmek için gereken enzimlere sahip olduğu da ortaya çıkarılmıştır. Yani Coelacanth, dahil edildiği sınıflamada başka hiçbir türde bulunmayan ve ancak onmilyonlarca yıl sonra köpek balıklarında ortaya çıkan özgün kan özelliklerine sahiptir.

Focus, Coelacanth’da köpekbalığı kanı bulunmasını, Prof. Keith S. Thomson’un ifadesiyle ‘evrimsel bir sorun’ olarak nitelemektedir. Dergi sorunu daha açık hale getirmekte ve moleküler analizlere dayanılarak, kıkırdaklıbalıklar sınıfındaki köpekbalıklarıyla, kemikli balıklılar sınıfındaki Coelacanthlar arasında hiçbir evrimsel akrabalık kurulamadığını belirtmektedir. Görüldüğü gibi iki canlı arasındaki benzerliğe getirilecek hiçbir evrim yanlısı açıklama bulunmamaktadır. Evrimcilerin çoğu benzerliği açıklamada başvurdukları moleküler analiz yöntemleri bile bu konuda bir işe yaramamaktadır. Getirilebilecek tek açıklama, yaratılış anlamına gelen “ortak tasarım”dır.

Evrimin Çıkmaz Sokakları: Yaşayan Fosiller

Yukarıdaki başlık, Focus dergisindeki yazının son sayfasında bir kutu içinde verilmektedir. Bu bölümde, derginin, yaşayan fosillerin evrime vurduğu darbeyi gerçekten de açık bir şekilde ortaya koyduğu görülmektedir. Focus“un önemli itirafını aynen aktarıyoruz:

Coelacanth gibi büyük bir canlının, bunca yıl bilim dünyasının bilgisinden uzak yaşadıktan sonra bulunması, çok fazla ilgiyi üstüne çekmesine yol açtı. Oysa, Coelacanth gibi milyonlarca yıl öncesinden kalan fosilleriyle tıpatıp benzerlik içindeki organizmaların sayısı oldukça fazla. Örneğin, bir kabuklu türü olan neopilina, 500 milyon yıldan beri, akrep, 430 milyon yıldan beri; zırhlı ve kılıç kuyruklu bir hayvan olan deniz canlısı limulus, 225 milyon yıldan beri; yalnızca Yeni Zelanda’da yaşayan bir tür sürüngen olan tuatara da, yaklaşık 230 milyon yıldan beri değişmedi. Eklembacaklıların birçok takımı, timsahlar, deniz kaplumbağaları ve birçok bitki türü de uzayıp giden listenin bir parçası. …

Kutudaki bu yazının devamında, yaşam süreleri oldukça kısa olan ve birer “yaşayan fosil” olan bu canlı türlerinin evrim teorisine vurduğu darbe şu şekilde ifade edilmektedir:

“Evrim çizgisinden bakıldığında, bu tip organizmaların mutasyona uğrama olasılığı, diğerlerine göre çok daha yüksek. Çünkü, her yeni nesil, DNA’nın kopyalanması demek. Milyonlarca yıl süresince kopyalama işleminin kaç kez yapıldığını düşününce, ortaya çok ilginç bir tablo çıkıyor. Teoride, değişen çevre koşulları, düşman türler, türler arası rekabet gibi çeşitli baskı unsurlarının doğal seçime neden olması, mutasyona uğramış avantajlı türlerin seçilmesi ve bu türlerin, bu kadar uzun zaman içinde çok fazla değişikliğe uğraması gerekiyordu. AMA GERÇEKLER BÖYLE DEĞİL. Sözgelimi, hamamböceklerini ele alalım. Çok hızlı ürüyorlar, ömürleri de kısa, ama yaklaşık 250 milyon yıldan beri aynılar. Daha çarpıcı bir örnek ise archaebakteriler. Tam 3.5 milyar yıl önce, dünya henüz çok sıcakken ortaya çıktılar, günümüzde de Yellowstone Milli Parkı’ndaki kaynar sularda yaşamaya devam ediyorlar.”

Coelecanth gibi yaşayan fosillerin, ortaya çıktıkları günden günümüze değin geçen sürede hiçbir değişikliğe uğramamış olması, sürekli değişimi öngören evrimle değil canlıların ayrı ayrı yaratıldıklarını ve hiç değişmeden günümüze ulaştıklarını savunan yaratılış modeliyle uyumludur. Yaşayan fosiller birer yaratılış delilidirler. Allah milyonlarca canlı türünü mucizevi bir biçimde yoktan yaratmıştır. O’nun yaratması tek bir emirledir. Allah Bakara suresindeki bir ayette şöyle buyurmaktadır:

“Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca “OL” der, o da hemen oluverir” (Bakara Suresi, 117)

 

 

Sonuç

Focus dergisinde evrim iddialarını çıkmaza sokan Coelacanthın gündeme taşınması, tüm bilim dergilerinin koruması gereken objektif habercilik ilkesinin bir gereğidir. Focus dergisinin bu çizgideki yayınlarını sürdürmesini diliyor, Coelacanth vesilesiyle telaffuz ettiği evrim açmazlarını bir kez daha düşünüp Darwinizm’in ne büyük bir yanılgı olduğunu anlamasını ve anlatmasını umuyoruz.

Ayrıca bakınız

Nature ve BBC’den insanın sözde evrimi senaryosunu çürüten haber

8 Haziran 2017 tarihinde Nature dergisinde yayınlanan bir makalede Fas’ta bulunan yeni insan fosillerinin ortalama …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.