Evrim Teorisinin Büyük Bir Çıkmazı: Deniz Memelilerinin Kökeni

Geçtiğimiz günlerde Türkiye’de ve yabancı basında, Pakistan’da bulunan iki fosilin, balinaların kara canlılarından evrimleştiklerini kanıtladığı haberleri yeraldı. Science ve Nature dergilerinde aynı tarihlerde yayınlanan iki makaleye dayanılarak hazırlanan bu haberlerde, kara canlıları ile balinalar arasındaki kayıp halkanın bulunduğu öne sürüldü. Evrim teorisini savunanların en önemli çıkmazlarından biri olan deniz memelilerin kökeni konusunda bir çok problemin gözardı edildiği bu haberlerdeki yanılgılar aşağıda okuyucuların bilgisine sunulmaktadır.

Evrimcilerin en büyük çıkmazlarından biri: Deniz memelilerinin kökeni

Balinalar ve yunuslar, aynı karadaki memeliler gibi doğurdukları, yavrularını emzirdikleri, akciğerle nefes alıp vücutlarını ısıttıkları için “deniz memelileri” olarak bilinen canlı grubunu oluştururlar. Deniz memelilerinin kökeni ise, evrimciler tarafından açıklanması en zor olan konulardan birisidir. Çoğu evrimci kaynakta, ataları karada yaşayan deniz memelilerinin, uzun bir evrim süreci sonunda deniz ortamına geçiş yapacak biçimde evrimleştikleri öne sürülür. Buna göre, sözde ataları olan balıkların “sudan karaya geçiş” süreci yaşadığı varsayılan deniz memelileri, , ikinci bir evrim sürecinin sonucu olarak tekrar su ortamına dönmüşlerdir. Oysa bu teori hiçbir paleontolojik delile dayanmaz ve mantıksal yönden de çelişkilidir.

Memeliler evrim basamaklarının en üst kısmında yer alan canlılar olarak kabul edilirler. Ayrıca memelilerin yaşadığı dönemde, dünyadaki şartların bu canlılar için son derece uygun hale geldiği kabul edilir. Durum bu iken, öncelikle bu canlıların neden deniz ortamına geçtiklerinin açıklanması çok güçtür. Bir sonraki soru ise bu canlıların deniz ortamına nasıl olup da balıklardan bile daha iyi adapte olduklarıdır: Katil balinalar, yunuslar gibi memeli ve dolayısıyla akciğerli canlılar, suda solunum yapan balıklardan bile daha mükemmel bir şekilde yaşadıkları ortama uyum göstermektedirler.

Deniz memelilerinin hayali evriminin mutasyon ve doğal seleksiyon aracılığıyla açıklanamayacağı son derece açıktır. GEO dergisinde yayınlanan bir makale, deniz memelilerinden mavi balinanın kökeninden söz ederken, Darwinizm”in bu konudaki çaresizliğini şöyle ifade eder:

 

 

“Mavi balinalar gibi, denizde yaşayan diğer memeli hayvanların da vücut yapıları ve organları balıklarınkine benzer. Bunların iskeletleri de balıklarınkiyle benzerlik gösterir. Balinalarda bacaklar diyebileceğimiz arka uzuvlar tersine gelişme göstererek güdük kalmıştır. Ancak bu hayvanların şekil değişiklikleri hakkında elde en ufak bir bilgi bile mevcut değildir. Denize geri dönüşün Darwinizm”in iddia ettiği gibi uzun süreli yavaş bir geçişle değil, anlık sıçramalar halinde olduğunu kabul etmek zorundayız. Paleontologlar günümüzde balinanın hangi memeli hayvan türünden geldiği konusunda yeterli bilgiye sahip değildir.” 1

 

Karada yaşayan bir memeli hayvanın, evrim süreci sonucunda nasıl olup da 30 metre boyunda 60 ton ağırlığında bir balinaya dönüştüğünü düşünmek gerçekten de çok zordur. Darwinistlerin bu konuda yapabildikleri tek ţey, National Geographic dergisinde yayınlanan aşağıdaki anlatımda olduğu gibi, hayal güçlerini zorlayarak senaryo üretmektir:

 

 

“Balinanın doğuşu, bundan 60 milyon yıl önce, dört ayaklı, kıllı memelilerin yiyecek aramak için denize girmeleriyle başladı. Çağlar geçtikçe, yavaş yavaş değişiklikler oluştu. Arka ayaklar kayboldu, ön ayaklar yüzgeçlere dönüştü, kıllar yok olarak kalın, yumuşak, silgimsi balina derisine yol açtı, burun delikleri başın tepesine hareket etti, kuyruk genişleyerek balinanın fırçamsı kuyruğuna dönüştü ve beden, suyun içinde giderek büyüyüp devleşti.” 2

 

Üstte anlatılan kademeli evrim senaryoları, bu senaryoyu yazanlar dahil, hiç kimseyi tatmin etmemektedir.

Deniz memelilerinin kökeni konusunda evrimcilerin kendi aralarındaki çelişkileri

Yukarıda da belirtildiği gibi, evrimciler deniz memelilerinin atalarının karada yaşayan canlılar olduklarını öne sürerler, ancak bu ataların hangi memeliler olduğu konusunda en küçük bir fikirleri dahi bulunmamaktadır. Science ve Nature dergilerinde yayınlanan sözkonusu haberde yeralan araştırmalardan birinin başında yeralan Michigan Üniversitesi’nden paleontolog Philip D. Gingerich, bu konuda şu itirafta bulunmaktadır:

 

 

“Balinalar tüm diğer memelilerden o kadar farklılar ki, onlarla diğer canlılar arasında bir bağ kurmak kolay değil. Bu nedenle memelilerin evriminde ayrı bir dal olarak tanımlanıyorlar.” 3

 

Deniz memelilerinin kökeni konusunda moleküler biyoloji, paleontoloji ve anatomi gibi farklı alanlarda yapılan inceleme ve araştırmalar tamamen farklı sonuçlar getirmektedir. Sözkonusu haberlerin kaynağını oluşturan fosilleri bulan evrimci bilim adamlarından, Northeastern Ohio Üniversitesi Anatomi bölümünden J. G. M. Thewissen, bu çelişkili sonuçları şöyle dile getirmektedir:

 

 

“Morfolojik analizler deniz memelilerinin toynaklı hayvanlarla akraba olduklarını göstermektedir. Ancak moleküler analizler ise hippopotamların kardeş grubu olduklarını göstermektedir. Bizim kalıtımsal faktörlere dayalı araştırmalarımız ise, deniz memelilerinin toynaklılardan çok otçul (sığır, koyun, geyik gibi) hayvanlarla daha yakın akraba olduklarını ortaya koymaktadır.” 4

 

Burada sözedilen farklı sonuçlar, evrimcilerin deniz memelilerinin kökeni konusundaki iddialarının bilimsel hiçbir delile dayanmadığının göstergelerinden biridir. Her evrimci kendi tezinin diğerlerine göre daha doğru olduğunu öne sürmekte, örneğin paleontologlar moleküler biyologların, moleküler biyologler ise anatomistlerin sonuçlarını şüphe ile karşılamaktadırlar. Oysa, eğer deniz memelileri karada yaşayan bir memeli türünden evrimleşmiş olsalardı, konuyla ilgili her araştırma birbiri ile tutarlı bir sonuç verirdi.

Söz konusu haberlerde yeralan yeni fosil bulguları ise deniz memelilerinin kökeninin herhangi bir kara canlısı olduğu iddiasına hiç bir dayanak sağlamamaktadır. .

Bulunan fosilleri “ara geçiş formu” olarak yorumlayan evrimcilerin karşılaştıkları iki problem

Bulunan fosilleri evrimin bir delili olarak yorumlayanların karşılaştıkları iki sorun vardır. Bunlardan birincisi, bir türün fosilinin diğerinin atası olup olmadığın anlamak mümkün değildir. Nature dergisinin bilim yazarı Henry Gee’ye göre “fosillerin arasını ayıran zaman aralıkları o kadar büyüktür ki, olası ata torun ilişkisi hakkında kesin bir şey söylenemez.” 5

Deniz memelilerinin atası olduğu iddia edilen fosiller arasında ise milyonlarca yıllık generasyon farkı vardır. İnsanlar dahi aynı türden olmalarına, ataları ile aralarındaki zaman aralığı sadece yüzlerce yıl olmasına ve elimizde yazılı kayıtlar bulunmasına rağmen, bir insanın büyük büyük büyük annesinin kim olduğunu bulabilmesi çok zordur ve kimi zaman tespit edilemez. Dolayısıyla, ara form oldukları iddia edilen fosillerin birbirleri ile ata-torun ilişkisi içinde oldukları, ancak bir varsayım olabilir.

İkinci olarak, türler arasında sadece bazı benzerliklere bakarak, aralarında ata-torun ilişkisi kurmaya çalışmakta doğru değildir. Bugün görüğümüz farklı organizmalar arasındaki çarpıcı benzerlikler Darwin’den önce de biliniyordu ve bu benzerlikler ortak bir tasarımın ürünü olarak kabul ediliyordu. Dolayısıyla bu benzerliklere bakarak bunu evrimin bir delili olarak öne sürmek bilimsel bir sonuç değildir.

Ayrıca evrimcilerin, ara geçiş formu olduğunu iddia ettikleri canlıların, nasıl olup da suya çok iyi adapte olabilmiş bir canlıya dönüştüğünü, bunun hangi mekanizmalarla gerçekleştiğini açıklamaları gerekir.

Sadece “ön ayaklar yüzgece dönüştü, arka ayaklar kayboldu, vücuttaki tüyler yokoldu ve bildiğimiz balinanın silgimsi derisine dönüştü” demek yeterli değildir. Ön ayakların yüzgece dönüşebildiklerine veya bir kara canlısının sudaki yaşama en iyi şekilde adapte olabileceği şekilde fizyolojik değişimler göstererek vücut şeklini tamamen değiştirebileceğine dair günümüz canlılarından elimizde hiçbir delil bulunmamaktadır.

Doğada evrimcilerin iddia ettikleri dönüşümü gerçekleştirebilecek hiçbir mekanizma bulunmamaktadır

Bir kara canlısının denizde yaşayabilmek için ihtiyacı olan adaptasyonlar dikkate alındığında, böyle bir geçiş için “imkansız” kelimesinin bile yetersiz kaldığı görülür. Böyle bir geçişte evrim süreci içinde ara basamaklardan herhangi bir tanesinin bile eksikliği, canlının yaşamasına izin vermeyecek ve evrim sürecini durduracaktır.

Deniz memelilerinin su ortamına geçerken sahip olmaları gereken adaptasyonlar şöyle sıralanabilir:

1- Suyun Korunumu: Deniz memelileri su ortamında yaşamalarına rağmen, su ihtiyaçlarını, balıklar gibi, yani tuzlu sudan faydalanarak gideremezler. Yaşamak için tatlı suya ihtiyaçları vardır. Deniz memelilerinin su kaynakları pek iyi bilinmemesine rağmen, su ihtiyaçlarının büyük kısmını, okyanustaki tuz oranının üçte biri kadar tuz içeren canlıları yiyerek sağladıkları düşünülmektedir. Bu kadar kıt su kaynaklarına sahip deniz memelileri için, suyun azami derecede korunması ve tasarruf edilmesi son derece önemlidir. İşte bu nedenle deniz memelileri, develerde görülen su koruması mekanizmalarına sahiptir. Aynı develer gibi deniz memelileri de terlemez. Böbrekler, üreyi insanlardan çok daha iyi bir şekilde konsantre ederek onlara su kazandırır. Böylece su kaybı en aza indirilmiş olur. Sudan tasarruf en küçük detaylarda bile kendini gösterir. Örneğin anne balina yavrusunu peynir kıvamındaki çok yoğun bir sütle besler. Bu süt insan sütünden on kez daha yağlıdır. Sütün bu derece yağlı olmasının birtakım kimyasal sebepleri vardır. Yağ, yavru tarafından vücuda alındıktan sonra işlenirken yan ürün olarak su açığa çıkar. Böylece anne, en az su kaybıyla yavrusunun su ihtiyacını gidermiş olur.

2- Görme ve Haberleşme: Yunusların ve balinaların gözleri farklı görmelere imkan verecek şekildedir. İnsanlardan ve diğer birçok canlıdan farklı olarak suyun altında ve üzerinde aynı mükemmellikte görebilirler.

Deniz memelilerinin gözü ile kara canlılarının gözü arasındaki farklar şaşırtıcı derecede detaylıdır. Karada gözü bekleyen tehlikeler fiziksel darbeler ve tozdur. Bu nedenle kara hayvanlarının göz kapakları vardır. Su ortamında ise en büyük tehlikeler tuz oranı, derinlere dalarken meydana gelen basınç ve deniz akıntılarının oluşturduğu hasarlardır. Akıntılarla doğrudan temas olmaması için gözler kafanın yan tarafındadır. Ayrıca derin dalışlarda gözü basınca karşı koruyan sert bir tabaka vardır. Dokuz metre derinlikten sonra denizin dibi karanlık olduğu için, su memelilerinin gözü, karanlık ortamlara uyum sağlayabilmeyi sağlayan birçok özellikle donatılmıştır. Lens mükemmel bir daire biçimindedir. Işığa hassas olan çubuk hücreleri, renklere ve detaylara duyarlı olan koni hücrelerinden daha fazladır. Dahası, gözlerde özel bir fosforlu tabaka vardır. Bu sebeple deniz memelilerinin karanlık ortamlardaki görüşleri kuvvetlidir.

Yine de deniz memelilerinin birincil algıları görme değildir. Kara memelilerinin aksine, onlar için duyma çok daha önemlidir. Görme ışık gerektirir, ama duyma için böyle bir ihtiyaç yoktur. Birçok balina ve yunus, deniz dibindeki karanlık bölgelerde bir tür doğal “sonar” sayesinde avlanır. Özellikle dişli balinalar ses dalgaları aracılığıyla “görebilir”. Ses dalgaları, aynı görmede olduğu gibi, odaklanır ve bir noktaya gönderilir. Geriye dönen dalgalar, hayvanın beyninde analiz edilir ve yorumlanır. Bu yorum, hayvana karşısındaki cismin biçimini, büyüklüğünü, hızını ve konumunu açıkça belli eder. Bu canlılardaki sonik sistem inanılmaz derecede hassastır. Örneğin bir yunus suya atlayan bir kişinin “içini” de algılayabilir. Ses dalgaları yön bulmanın yanı sıra haberleşme için de kullanılır. Birbirinden yüzlerce kilometre uzaktaki iki balina ses kullanarak anlaşabilir.

Bu hayvanların haberleşmek ve yön bulmak için çıkarttıkları sesi nasıl ürettikleri sorusu hala büyük oranda cevapsızdır. Ancak bilinenler arasında, yunusun vücudundaki çok şaşırtıcı bir ayrıntı dikkat çeker: Hayvanın kafatası yapısı, beyni bile tahrip edecek kadar sürekli ve şiddetli bir biçimde yaydığı ses bombardımanından korunmak için ses yalıtımlıdır.

Şimdi tüm bunların üzerinde düşünelim. Deniz memelilerinin sahip oldukları tüm bu şaşırtıcı özellikler, evrim teorisinin yegane iki mekanizması, yani mutasyon ve doğal seleksiyon kanalıyla oluşmuş olabilirler mi? Hangi mutasyon bir yunusun bedenine sonar sistemi yerleştirebilir ve sonra da hayvanın beynini sonardan korumak için kafatasını ses yalıtımlı hale getirebilir? Hangi mutasyon, bu canlılara karanlık sularda görmelerini sağlayacak göz yapıları kazandırabilir? Hangi mutasyon, eskiden karada yaşadıkları öne sürülen bu hayvanların “suya geçiş”lerini sağlayabilir? Hangi mutasyon, bu hayvanların bedenlerine suyu en ekonomik şekilde kullanmalarını sağlayacak hassas mekanizmaları yerleştirebilir?

Bu soruları çoğaltmak mümkündür. Ve evrim teorisinin bunların hiçbirine verebilecek bir cevabı yoktur. Balıkların sularda “tesadüfen” oluştuklarını, sonra yine tesadüfler yardımıyla karaya çıkıp sürüngen ve memelilere evrimleştiklerini, sonra da bu memelilerin yeniden suya dönerek suda yaşam için gerekli olan özellikleri yine tesadüfen kazandıklarını öne süren, tüm bu fantastik hikayeyi yazan evrim teorisi, bu aşamaların hangisini kanıtlayabilir? Cevap her seferinde olumsuzdur. Evrim teorisi bu aşamaların gerçekleştiğini ispatlamak bir yana, bunların gerçekleşmeleri için en küçük bir ihtimalin var olduğunu bile ispatlayamamaktadır.

Kısacası, tüm diğer temel canlı gruplarında olduğu gibi, deniz memelilerinde de “evrim” iddiasını destekleyebilecek hiçbir bulgu yoktur. Bu canlıların sözde ataları olan kara memelilerinden rastlantısal mutasyonlar sonucunda evrimleşmeleri ise kesinlikle imkansızdır.

Bilimsel bulgular, tüm canlılar gibi deniz memelilerin de, sahip oldukları kompleks özelliklerle birlikte yaratıldıklarını göstermektedir. Bu, tüm canlıları yoktan var etmiş olan Yüce Allah”ın yaratma sanatıdır.

 

 

1- Uwe George, “Darwinismus der Irrtum des Jahrhunderts”, Geo, Ocak 1984, s. 100-102. 
2- Victor B. Scheffer, “Exploring the Lives of Whales”, National Geographic, cilt 50, Aralık 1976, s. 752 

3- Getting the Facts Straight, A Viewer”s Guide to PBS”s Evolution, Seattle Discovery Institute Press 2001, A response to “Evolution” that first aired on the PBS network September 24-27, 2001. That series was co-produced by the WGBH/NOVA Science Unit and Clear Blue Sky Productions. 

4- J. G. M. THEWISSEN, “Skeletons of terrestrial cetaceans and the relationship of whales to artiodactyls”, Nature, 20 September 2001 vol. 413, s.277 – 281 (2001) 

5- Getting the Facts Straight, A Viewer”s Guide to PBS”s Evolution, Seattle Discovery Institute Press 2001 

Ayrıca bakınız

99 Milyon Yıl Öncesine Ait Yavru Kuş Fosili, Kuşların Evrimi Masalını Bitirdi

2014 yılında Myanmar’da 99 milyon yıl öncesine ait bir Birmanya Amberi (ağaç reçinesi) fosili bulundu. …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.