Evrensel gazetesinin Pazar eki olan “Hayat”ın 16 Nisan 2006 tarihli sayısında, Prof Dr. Haluk Ertan imzasıyla “Doğayı sadece bilim açıklayabilir” başlıklı bir yazı yayınlandı. Ertan yazısında mutasyonlar, yaratılış gerçeği, Nuh Tufanı, Dünya”nın yaşı, balinaların bedeninin arka kısmında bulunan kemikler gibi konulara değiniyor, yaratılışı kendince bilim dışı bir düşünce olarak yorumluyordu. Haluk Ertan”ın söz konusu yazısında ortaya koyduğu evrimci yanılgılar aşağıda cevaplanmaktadır.
Mutasyonlarla ilgili çarpıtma
Mutasyonlar; canlıların DNA”sında meydana gelen bozulma ve değişmelerdir. Bunların radyasyon, kimyasal etkiler gibi birtakım dış etkenlere dayalı sebepleri olabilir. Radyasyonun sebep olduğu mutasyonların genler üzerindeki zararlı etkisinin güncel örneklerinden birkaçı Hiroşima, Nagasaki ve Çernobil vakalarıdır. Bu felaketlere maruz kalanlarda meydana gelen genetik mutasyonlar sonucunda, sayısız insan ve canlı hayatını kaybetmiş, pek çoğu sakat kalmış, daha sonra gelen jenerasyonlarda dahi özürlü bireyler dünyaya gelmiştir.
Haluk Ertan’ın ilk yanılgısı, “biyolojik evrimi çürütmenin baş koşulu” hakkındaki yorumlarında ortaya çıkmaktadır. Ertan kendince evrimi çürütmenin baş koşulunu mutasyonlar üzerine kurmakta, yaratılış gerçeğini savunanları bu açıdan bilimsel geçerliliği olmayan iddialar öne sürdükleri gerekçesiyle eleştirmektedir. Ertan bu konuda şunları yazmaktadır:
“…biyolojik evrimin olmadığını kanıtlamanın baş koşulu, canlıların genetik yapısında bir değişim meydana gelmediğinin gösterilmesidir. Bu nedenle yaratılışçılar çoğunlukla genetik yapıda kalıcı değişimlere neden olan mutasyon gibi olguları çürütmek için büyük çaba sarf ederler. Örneğin “tüm mutasyonlar zararlıdır” gibi hiçbir bilimsel geçerliliği olmayan iddialarda bulunurlar.”
Haluk Ertan burada öylesine ciddi yanılgılar ortaya koymaktadır ki, bunları maddeleyerek cevaplamak gerekir:
1. Öncelikle Sayın Ertan, “Biyolojik evrimi çürütmenin baş koşulu” dediği şey hakkında pek de isabetli olmayan bir yorumda bulunmaktadır. Bu konudaki asıl kriter, canlıların genetik yapısında değişim meydana gelip gelmediği değil, canlıların genetik yapısına etki eden ve evrim teorisinin iddialarını geçerli kılabilecek değişim mekanizmalarının bulunup bulunmadığıdır.
Bir diğer deyişle, genetik değişim olgusunun “varlığı” ile “etkisi” konularını ayrı ayrı ele almak gerekir.
Canlılar genetik değişime uğrarlar mı? Bunun cevabı “evet”tir. Bilim adamları, 1900″lü yılların başından bu yana canlıların genetik yapısında meydana gelen mutasyonlardan haberdardırlar. 1953 yılında DNA”nın ikili sarmal yapısının aydınlatılmasından sonra mutasyonlarla ilgili anlayış daha da derinlik kazanmış, bilim “nokta mutasyonlar”, “kromozomal yer değiştirmeler” gibi mutasyon tiplerini tanımlayabilmiştir.
Ancak canlıların genetik yapısında değişim meydana gelmesi konusu, evrim teorisinin geçerliliği -ya da geçersizliği- hakkında tek başına yeterli bir değerlendirme kriteri değildir. Çünkü evrim teorisinin iddiası, canlıların salt genetik değişime uğrayabilecekleri iddiası değildir. Evrim teorisinin iddiası, doğada canlı türlerini başka canlı türlerine dönüştürebilecek mekanizmaların var olduğu ve mutasyonların da bu hayali dönüşümü gerçekleştiren mekanizmalardan bir tanesini oluşturduğudur. Bu iddiaya göre, etrafımızda gözlemlediğimiz olağanüstü biyolojik çeşitlilik, tek bir canlı hücreden, uzun jeolojik dönemler boyunca, varsayılan bu mekanizmaların etkisiyle hayali bir şekilde ortaya çıkmıştır.
Genetik değişimin “etkisi” üzerindeki bilimsel deney ve gözlemler ise evrimcilerin iddialarının hiçbir geçerliliği olmadığını ortaya koymuştur. Meyve sineği ve bakteriler gibi çeşitli canlıları nesiller boyu mutasyona uğratan evrimciler, büyük bir hayalkırıklığına uğramış ve mutasyonların bir canlıyı evrimleştirme gibi bir özelliğinin olmadığını kendileri kanıtlamışlardır. Bu nedenle evrimciler, genetik değişimlerin yani mutasyonların canlılığın kompleks uyum seviyesini açıklamada yetersiz olduğunu bilimsel yayınlarında itiraf etmektedirler. Örneğin evrimci bilim adamı Egbert G. Leigh, Jr, evrimci literatürün ciddi yayınlarından “Trends in Ecology and Evolution” isimli bilim dergisinde bu konuda şunları yazmıştır:
“Modern evrimsel sentez çoğu biyoloğu doğal seleksiyonun uyumlandırıcı evrimde tek doğrudan etki olduğuna ikna etmişti. Ancak bugün, sentezle ilgili memnuniyetsizlik oldukça yaygın ve yaratılışçılarla anti-Darwinistler çoğalıyor. Sentezin ana problemi, rastgele mutasyonların doğal seleksiyonun gözlemlenmiş uyum seviyelerini açıklayabilmede (veya bunun işaretlerini göstermede) yetersiz oluşudur” [Egbert G. Leigh, Jr, “The modern synthesis, Ronald Fisher and creationism,” Trends in Ecology and Evolution, Vol. 14, No. 12, sf.495-498, Aralık 1999, s.495]
Görüldüğü gibi, evrimciler canlıları evrimleştirdiği bilinen bir genetik değişim bilmemektedirler. Ertan ise “genetik değişimlerin canlıları evrimleştirmeyeceğini gösterin bakalım” diyerek kanıt gösterme yükümlülüğünden sıyrılmaya, içinde bulunduğu çaresiz durumu örtbas etmeye çalışmaktadır.
2. Yaratılışı savunanlar mutasyon olgusunu çürütmeye çalışmamaktadır ki!
Ertan”ın yaratılış savunucularını sadece eleştirmiş olmak adına, onlara, yaratılışı savunan hiçbir bilim adamının girişmediği, hatta aklına dahi getirmediği misyonlar atfetmektedir. Örneğin “yaratılışçılar çoğunlukla genetik yapıda kalıcı değişimlere neden olan mutasyon gibi olguları çürütmek için büyük çaba sarf ederler” derken böyle bir çarpıtma ortaya koymaktadır.
Gerçekte ise hiçbir yaratılış savunucusu mutasyon olgusunu çürütmek gibi bir gereksinim duymamaktadır. Çünkü mutasyonların olduğu bir gerçektir. Yaratılışı savunan bir bilim adamı, yerçekimi olgusunu çürütmeye çalışmadığı gibi, mutasyon olgusunu da çürütmeye çalışmamaktadır.
Yaratılış savunucularının mutasyonlarla ilgili itirazı, evrimcilerin bunları bir evrim mekanizması olarak anlatmasından kaynaklanmaktadır. Yaratılış savunucuları bilimsel deney ve gözlemlere dayanarak mutasyonların evrim teorisinin iddialarını desteklemediği gerçeğini ortaya koymaktadırlar. Ertan’ın buna itirazı ise boşunadır. Çünkü yukarıdaki alıntıda aktarıldığı gibi, mutasyonların evrim teorisinin iddiaları için yetersiz oluşu, evrimcilerin de itiraf ettiği bir gerçektir.
3. Ertan”ın bir başka çarpıtması: “Tüm mutasyonlar zararlıdır”
Ertan yaratılışı savunanların iddialarını basite indirgeyip çarpıtmakla, kendince onları çürüttüğü izlenimi vermeye çalışmaktadır. Yaratılışı savunanların “tüm mutasyonlar zararlıdır” gibi hiçbir bilimsel geçerliliği olmayan bir iddiada bulunduklarını yazarken de bunu yapmaktadır.
Normalde, yaratılışı savunanların tezleriyle ilgili itirazlarını ortaya koyarken, yaratılış savunucularının böyle yazdığı kaynaklara referans vermesi gerekmektedir. Ama böyle iddialar olmadığından olacak, hiçbir referans vermemektedir.
Gerçekte ise yaratılış savunucularının “tüm” mutasyonların zararlı olduğu gibi bir söylemi bulunmamaktadır. Mutasyonların bir kısmının etkisiz olduğu, bazı yıkıcı mutasyonların görünürde faydalı etkiler ortaya çıkardığını yayınlarında ortaya koymaktadırlar. (Örneğin Harun Yahya”nın, “Hayatın Gerçek Kökeni” isimli eserinde Bakterilerin Antibiyotik Direnci ve Mutasyonlar başlıkları altında böyle durumlar ele alınmaktadır.)
Yaratılışı savunanların “tüm” mutasyonlar hakkında savundukları nokta, bunların genetik bilgi ekleme özelliğinden yoksun olmasıdır. Bilinen mutasyonların hiçbiri organizmaya yeni genetik bilgi ekleyen özellikte değildir. Ve yaratılış savunucuları bu doğru ve haklı noktayı ifade etmektedirler. Nitekim evrimci yanılgılarını yıllardır bu sitede cevapladığımız Sayın Ertan”ın kendisi de bu kadar süre içinde evrim teorisine düzenli olarak çok sayıda methiye yazmış olduğu halde, bunlarda canlıların genetik yapısını bilgi miktarı açısından geliştirici tek bir mutasyon örneği bile verebilmiş değildir.
Bu yazısı için de elinde evrim lehinde hiçbir kanıt olmadığından olacak, yaratılış savunucularının iddialarını basite indirgeyip onları çürütmüş gibi izlenim bırakmaya, böylelikle durumu kurtarmaya çalışmaktadır.
Ertan ortaya koyduğu örnekle, evrimcilerin çaresizliğini kendisi kanıtlıyor
Açık tenli insanlar vücutlarında D vitamininin sentezi için gerekli güneş ışınlarını daha verimli şekilde kullanabilirler. Ertan da derideki pigment sentezi mutasyona uğramış ve buna bağlı olarak açık tene sahip olmuş insanların örneğini vermekte, bu kişilerin popülasyon içindeki oranlarının güneş ışığının yetersiz olduğu ortamlarda artış göstereceğini ifade etmektedir. Çünkü D vitamini sentezi açısından avantaj elde etmiş olacaklardır.
Ertan, mutasyonların evrim meydana getireceği iddiasındadır. Ve verdiği bu örnekle bu iddiasından yola çıkmaktadır. Halbuki tam tersine, bu örneğinde herhangi bir evrim meydana gelmediğini açığa vuran ifadelerde bulunmaktadır: Mutasyonlarla ilgili örneğinin sonunda şunları yazmaktadır:
“Fakat güneşli günler tekrar geri gelirse, topluluk içindeki koyu ve açık tenli bireylerin oranı eski haline dönecektir.”
Görüldüğü gibi, Ertan “pigment sentezindeki mutasyonlar, güneşli günler azalırsa açık tenlilerin artmasına yol açabilir. Ama güneşli günlerin gelmesiyle birlikte açık ve koyu tenlilerin oranı eskiye dönecektir” şeklinde bir örnek vermiş olmaktadır. Buradaki durumun ise evrimle bir ilgisi olmadığı açıktır. Çünkü örnek açık ve koyu tenli insanların varlığıyla başlamakta ve yine o şekilde sona ermektedir. İnsanları farklı canlılara dönüştüren, onlara yeni genetik bilgi ve yeni biyolojik özellikler kazandıran bir durum söz konusu değildir.
Ertan verdiği bu örnekte, günümüzde yaşamakta olan milyonlarca canlı türünün sayısız mutasyonla geliştiğini varsaymaktadır. Kanat, göz, kulak, kalp, deri, tüy, bukalemun dili, yarasa sonarı, fotosentez, hücre bölünmesi gibi çok sayıda ve çok kompleks biyolojik sistemlerin; birbirinden farklı milyonlarca canlı türünde küçük aşamalarla -dolayısıyla sayısız mutasyonla- ortaya çıktığını bir dogma olarak kabul etmektedir. Böylesine kapsamlı bir iddia, açıktır ki, biyolojik sistemlerin varsayılan evrimsel aşamalarını teorik olarak kayıtlandırmayı, sonra bunları laboratuvarlarda ve doğada yapılan deney ve gözlemlerle desteklemeyi, bilim adamlarınca artık tartışmasız kabul edilen bilimsel gerçeklerle kanıtlandırmayı gerektirir.
Ertan”ın verdiği örnek ise, ten renginin popülasyon içindeki oransal dalgalanması ile ilgilidir ve bu örnek ortaya hiçbir evrimsel yenilik çıkarmamakta, evrim lehinde hiçbir bilimsel kanıt sunmamaktadır.
Sayın Ertan kabul etmelidir ki, kendisi büyük hayaller kurmakta ama yazdıklarıyla bunlara olan inancını geçerli kılamamaktadır. Kendisine bu konuda, Fransa”nın 20. yüzyıldaki en büyük biyoloji bilginlerinden biri olan Paul Pierre Grasse”nın sözlerine kulak vermesini tavsiye ediyoruz:
“Şanslı mutasyonların havyanların ve bitkilerin ihtiyaçlarının karşılanmasını sağladığına inanmak, gerçekten çok zordur. Ama Darwinizm bundan fazlasını da ister: Tek bir bitki, tek bir havyan, binlerce ve binlerce tam olması gerektiği şekilde faydalı tesadüflere maruz kalmalıdır. Yani mucizeler sıradan bir kural haline gelmeli, inanılmaz derecede düşük olasılıklara sahip olaylar kolaylıkla gerçekleşmelidir. Hayal kurmayı yasaklayan bir kanun yoktur, ama bilim bu işin içine dahil edilmemelidir“. (P. Pierre Grassé, Evolution of Living Organisms, New York: Academic Press, 1977, s. 103)
Ertan’ın Balina Masalı
Ertan, evrimcilerin klasik masal anlatımı üslubunda balinanın kökeniyle ilgili tümüyle hayali bir iddia da ortaya koymakta ve şunları yazmaktadır:
…Yaratılışçıların açıklayamadıkları bir diğer noktayı, organizmaların yapılarında yer alan ama kullanılmayan güdük organlar oluşturur. …Balinaların bedeninde yer alıp da artık kullanılmayan arka ayak kalıntıları, onun daha önce karada yaşayıp daha sonra denize dönen ve su aygırı ile ortak atayı paylaşan bir memeli olmasından kaynaklanıyordu.
Burada gerçekten de ilgi çekici bir çelişki vardır. Evrimciler, 20. yy’ın başında geliştirdikleri ve 180 kadar organdan meydana gelen “körelmiş organlar” listesini, bu organların fonksiyonlarını kendilerince “açıklanamaz” kabul ederek kurguladılar. Ancak biyolojik bilgideki artış, evrimcilerin “fonksiyonu yok” dediği organların işlevlerini birer birer ortaya çıkarmış, evrimcilerin körelmiş organlar listesi de eriyip yok olma noktasına gelmiştir.
Nitekim bugün pek çok evrimci “körelmiş organlar” hikayesinin cehaletten kaynaklanan bir argüman olduğunu kabul etmiş durumdadır. Evrimci biyolog S. R. Scadding, Evolutionary Theory (Evrimsel Teori) dergisinde yazdığı “Körelmiş Organlar Evrime Delil Oluşturur mu?” başlıklı makalesinde bu gerçeği şöyle ifade eder:
“(Biyoloji hakkındaki) bilgimiz arttıkça, körelmiş organlar listesi de giderek küçüldü… Bir organın işlevsiz olduğunu tespit etmek mümkün olmadığına ve zaten körelmiş organlar iddiası bilimsel bir özellik taşımadığına göre, “körelmiş organlar”ın evrim teorisi lehinde herhangi bir kanıt oluşturamayacağı sonucuna varıyorum.” (S. R. Scadding, “Do “Vestigial Organs” Provide Evidence for Evolution?”, Evolutionary Theory, Cilt 5, Mayıs 1981, s. 173)
Kısacası evrimciler, bu süreçte “açıklanamaz” buldukları organ fonksiyonlarını “yok” saymış, yanılmışlardır.
Ertan ise garip bir şekilde bu durumun yaratılış savuncuları için açıklanamaz olduğunu iddia etmekte, sanki konuyu yanlış anlayan taraf evrimciler değilmiş gibi bir izlenim oluşturmaya çalışmaktadır. Gerçekte yaratılış savunucuları için bu konuda açıklanamaz olan birşey yoktur. Bilimsel bilgi zamanla daima artma eğiliminde olduğuna ve bilim tarihi de fonksiyonu bilinmeyen organların işlevlerinin birer birer ortaya çıktığını gösterdiğine gore, yaratılış savunucuları doğru olanı yapmakta, bilimsel araştırmaların sonucunu izlemektedirler.
Ayrıca Ertan’ın konu ettiği yapıların da “Balina’ların bedenlerinde bulunan arka ayak kalıntıları” olmakla bir ilgisi bulunmamaktadır. Bilindiği gibi, kara omurgalılarında ayaklar iskelete sıkı sıkıya bağlıdırlar. Balinaların bedenlerinin arka kısımlarındaki kemikler ise omurgaya bağlı değildirler. Dolayısıyla bunların “ayak” olduğunu iddia etmenin objektif bir zemini bulunmamaktadır. Ertan, evrimci hayal gücünü kullanarak kemikleri ve balina iskeletini birbirine bağlamaktadır. Ancak bu subjektif yargısını bilimsel bir gerçek gibi anlatarak yanılmaktadır.
Balinaların su aygırıyla ortak bir atadan evrimleştiği masalı, aslında evrim teorisinin ne denli büyük bir hayalden ibaret olduğunu göstermektedir. Çünkü balina ve memeli sınıfının diğer üyeleri öylesine geniş bir çeşitlilik sergilemektedir ki, bunlar arasında hiçbir ara form fosilinin bulunamamış olması evrimcilerin iddialarının geçersizliğini kesin ve net bir şekilde ortaya koyan bir kanıt oluşturmaktadır. Memelilerdeki ebat çeşitliliği Bilim ve Teknik dergisinde yayınlanan bir makalede şöyle anlatılmaktadır:
“Memeliler sınıfındaki canlıların ilginç bir özelliği de, burundan kuyruk sokumuna kadar olan bölümlerinin yani vücut uzunluklarının 6 cm ile 30 m arasında değişmesidir. Bir örnek verecek olursak, sivrifare (Suncus etriscus) 6 cm”lik boyu- ki bu boya kuyruk uzunluğu da dahil- ve 2 gr ağırlığı ile en küçük memelidir. Ama en büyük deniz memelisi olan mavi balinanın (Balaenop teramusculus) ya da en büyükkarasal memeli olan Afrika filinin (Loxodonta africana) boyutlarına baktığımızda (mavi balinanınboyu 35 m ağırlığı 135 ton iken, Afrika filinin yüksekliği 3.5 m ve ağırlığı 10 tondur) her üçüne de memeli sınıfında rastlamak şaşırtıcı geliyor”. [Gülgün Akbaba, Doruktaki Canlılar Memeliler, Bilim ve Teknik, Haziran 1995, sf. 68]
6 cm’lik fare ile 30m’lik balinanın, binlerce başka memeliyle ortak atadan türediğini iddia eden evrimciler elbette bu iddialarını destekleyecek kanıtları ortaya koymalıdırlar. Böylesine farklı form ve ebatta bulunan canlılar arasında geniş bir çeşitlilikte bulunması gereken ara form fosillerini belgelemelidirler. Ancak bu konuda evrimci literature baktığımızda evrimcilerin kanıtlar öne sürdüklerini değil, çaresizlik itirafları yaptıklarını görürüz. Evrimci zoolog Eric Lombard, Evolution (Evrim) adlı dergide şöyle yazar:
Memeliler sınıfı içinde evrimsel akrabalık ilişkileri (filogenetik bağlar) kurmak için bilgi arayanlar, hayal kırıklığına uğrayacaktır. (Eric Lombard, “Review of Evolutionary Principles of the Mammalian Middle Ear, Gerald Fleischer”, Evolution, cilt 33, Aralık 1979, s. 1230.)
Görüldüğü gibi Haluk Ertan’ın balinaların kökeni hakkında öne sürdüğü ve bilimsel gerçekler olarak anlattığı evrimsel kökenler, aslında teorinin ihtiyaçları doğrultusunda kurgulanmış senaryolardan ibarettir ve hiçbir bilimsel kanıta dayanmamaktadır. (Bu konuda daha geniş bilgiyi http://www.darwinizminsonu.com/doga_tarihi_2_10.html, http://www.darwinizminsonu.com/doga_tarihi_2_13.html , ve http://www.netcevap.org/natgeo0111.html adreslerinden elde edebilirsiniz)
Haluk Ertan”ın yaratılış savunucuları hakkındaki yanlış genellemeleri
Bazı Hıristiyan yaratılış savunucuları, Kitab-ı Mukaddes’te geçen bazı anlatımlardan yola çıkarak Dünya”nın yaşının çok genç olduğunu söylerler. Bu iddiaları evrimcilerin en baş saldırı noktasını oluşturur ve evrimciler bunun bilimsel verilerle çeliştiği gerekçesiyle itiraz ederler. Evrimciler ve Genç Dünya savunucuları arasında bir başka tartışma noktası, Genç Dünya savunucularının global çapta gerçekleştiğini savunduğu Nuh Tufanıdır. Ancak bunlar, yaratılış savunucularının genel olarak savunduğu tezler değildir.
Bilindiği gibi, bugün kullanılan İncil ve Tevrat orijinal hallerinde değildirler. Yani Allah’ın saf vahyi değildirler, insanlar tarafından çeşitli hurafe ve bilgiler eklenerek bozulmuşlardır. Dolayısıyla gerçek dışı birçok bilgi bu kitaplarda bulunmaktadır ve bu nedenle Allah’ın varlığına iman eden insanlar için kesin bir kaynak özelliğinde değildirler.
Öte yandan Kuran Allah’ın tahrife uğramamış tek vahyidir. Ve Kuran’da, Dünya”nın yaşının genç olduğuna dair —veya yine bazı Hıristiyanlar tarafından savunulan “Nuh Tufanı tüm dünyayı kapladı” iddiasına dair— herhangi bir bilgi yoktur. Dolayısıyla, bir kısım Hıristiyanlar tarafından savunulan “genç Dünya” ve “global Nuh Tufanı” gibi iddialardan yola çıkılarak dine eleştiri getirmek doğru bir mantık değildir.
Haluk Ertan da yazısında bu yanılgıyı tekrarlamakta ve yaratılış savunucularının, bir papazın hesaplamalarına göre Dünya”nın en fazla 6.000 yaşında olduğunu, geçmişte meydana gelen bir tufanın tüm dünyayı kapladığını savunduklarını öne sürmektedir, ki bunlar, yukarıda da izah edildiği gibi tüm yaratılış savunucularına atfedilmesi yanlış olan iddialardır.
Haluk Ertan ayrıca yaratılış savunucularının nesli tükenmiş canlı olgusunu kabullenmediğini iddia etmektedir ki, bu düpedüz bir uydurmadır. Günümüzde örnekleri bilinmeyen ve geçmişte yaşamış farklı farklı canlı türlerinin varlığı, fosil kayıtlarından bilinen bir gerçektir. Hiçbir yaratılış savuncusu, fosillerin gerçekliğini reddetmediği gibi, nesli tükenmiş canlı olgusunu da reddetmemektedir. Bu, hiçbir dayanağı olmayan son derece asılsız bir iddiadır.
Sonuç:
Bir eleştirmenin itirazlarının ciddiye alınmasının birinci koşulu, ele aldığı görüşleri iyi anlaması, onlara her yönüyle vakıf olduğunu ve konuyu dengeli bir tartışma çerçevesinde ele alabildiğini gösterebilmesidir. Oysa Haluk Ertan, yukarıda da görüldüğü gibi, kendince eleştirdiği yaratılış savunucularının tezlerini anlama yönünde hiçbir çaba sarfetmemekte, “canlılığın kökeni nedir?” sorusuna samimi bir cevap arayışında olmadığını göstermektedir(*). Yazısında yaratılış savunucularının evrime meydan okuyan bilimsel argümanlarının tek bir tanesine dahi yer vermemesi, bunun yerine son derece sıradan ve uydurma suçlamalara ve yalanlara başvurması bunun bir kanıtıdır. Halbuki, örneğin, Harun Yahya”nın Hayatın Gerçek Kökeni veya Evrim Aldatmacası gibi kitaplarının evrim teorisini çürüten bilimsel gerçeklerle dolu olduğunu, yaratılış savunucularının konuyu bilimsel olarak ele aldıklarını gayet iyi bilmektedir. Ancak evrim teorisine sergilediği bağnazca bağlılık, onu tüm bunlara gözlerini kapamaya, kendi iddialarını, rakip iddiaları küçümseme yoluyla haklı çıkarabileceği gibi hileli bir düşünceye sürüklemektedir.
Ertan bilmelidir ki, bu tip yazıları, sadece evrim teorisini kendisi gibi bağnazca benimsemiş kimseler için tatmin edici olabilir. Konuyu objektif bir biçimde değerlendirenler, hiçbir bilimsel kanıt ortaya koyamayan bu yazıların boş iddialar ve hayali yorumlardan ibaret olduğunu görmekte ve bilmektedirler. Biz netcevap sitesi olarak Haluk Ertan ve diğer evrimcilerin bu dogmatizmlerini terk etmeye ve hem kendilerini hem de toplumu aldatmaya son vermeye davet ediyoruz.
(*) Ertan”ın geçmişte yayınladığı ve bu sitede cevapladığımız yazıları da aldatıcı mantığına birer kanıt oluşturmaktadır. Bu yazılardan bazıları şunlardır:
BİLİM VE ÜTOPYA YAZARI HALUK ERTAN”IN YANILGILARI
BİLİM VE ÜTOPYA DERGİSİ HALA “ŞOK”UN ETKİSİNDE
Haluk Ertan’ın H5N1 Yanılgıları
Radikal’de Uzaydan Gelen Yaşam Masalı
Bilim ve Gelecek Dergisinin Darwin Devrimi Yanılgısı