National Geographic TV’nin yayınladığı ‘Kayıp Dünyalar’ dizi belgeselleri, 16 Nisan 2003 günü yayınlanan “İnsan İstilası” isimli bölümle devam etti. İnsanın sözde evriminin son elli bin yıllık dönemine dair spekülasyonların yapıldığı programda çeşitli evrimcilerin yorumlarına da başvuruldu. National Geographic TV, evrim teorisinin ve onun popüler parçası ‘insanın evrimi’ senaryosunun bir kez daha propagandasına girişiyordu. Bu döneme ait el işlerinin ve bazı sanatsal ürünlerin insanlarda bir tür akıl sıçramasını gösterdiğinin anlatıldığı programda dil ve düşünce yeteneği hakkında da çeşitli evrimci spekülasyonlar yapılıyordu.
National Geographic TV’nin dil ve konuşmanın kökenine dair yaptığı bu evrimci açıklamalar herhangi bilimsel bir dayanaktan yoksun, tamamen önyargıya dayalı spekülasyonlardır. Bunlardan birinde şu ifadeler ortaya konmaktadır:
“Hala bu şaşırtıcı değişimi (aniden konuşmaya başlamayı) her çocuk gösterir. Basit kelimeler ve fiiller kullanarak cümleler kurar. Üç yaşına geldiğinde birdenbire dilbilgisini keşfeder. Çok çabuk ve kolayca öğrenilen dil, içgüdüsel yetenek olabilir. Taş çağında başlamış evrimsel bir sıçramadır da denilebilir.
Evrim teorisi insanın maymun benzeri bir hayvandan evrimleştiğini iddia ettiği için insanın tüm özelliklerinin de bu sözde evrim sürecinde ortaya çıktığını kabul eder. Evrimciler bilimsel kanıtlara sahip olmamakla birlikte bu sözde evrimin ‘fiziksel’ yönüyle ilgili herhangi bir propaganda sıkıntısı yaşamazlar. Bulunan soyu tükenmiş maymun fosilleri ve ortadan kalkmış insan kalıntıları geniş bir spekülasyona zemin hazırlar. Hayali atanın maymunsu fiziksel özellikleriyle günümüz insanının fiziksel özellikleri arasında bir canlıyı fiziksel açıdan hayalgücüyle tasarlamak zor bir iş değildir: Dört ayaklıyken yavaş yavaş doğrulup iki ayaklı hale gelen; tüylerle kaplı vücudundaki tüyler zamanla azalan; ağaçlara tırmanmaya yarayan el ve ayaklarındaki kıvrımlar zamanla kaybolarak insan el ve ayağına sahip olan vs…
Ancak insanın bir de fiziksel temelleri görülemeyen bir özelliği vardır, ki evrimciler bu özellik için hiçbir ara geçiş aşaması önerememektedirler: Düşünme. Düşünmenin kaynağı olan “bilincin” fiziksel temelleri hakkında hiçbirşey bilinmemektedir. Daha doğrusu bu temeller yoktur.
Beyin üzerinde yapılan bilgisayar destekli cihaz taramaları, düşüncenin temelleri hakkında en ufak bir ipucu dahi ortaya koymamış, düşüncenin temelini beyindeki hücrelerde arayanların tüm çabalarını sonuçsuz bırakmıştır. Böyle olması da normaldir. Çünkü beyni oluşturan hücreler nihayetinde oksijen, karbon, hidrojen ve azot gibi atomlardan meydana gelmektedir. Atomların ‘bilemeyecekleri’, ‘hissedemeyecekleri’ ve ‘düşünemeyecekleri’ ise açıktır. Bu gibi özellikler, madde ötesi bir varlık olan ruha aittir.
National Geographic TV’de yer alan ve yukarıda yer verdiğimiz ifadelerde dilden evrimsel sıçrama ya da içgüdü olarak söz edilmesi de bu çaresizliğin ifadesidir. ‘Evrimsel sıçrama’ aslında ‘Nasıl olduysa oldu, bir anda evrimleşti’ anlamına gelen ve çıkmazdan sıyrılmaya yönelik üstü kapalı bir çaresizlik ifadesidir. ‘İçgüdü’ kavramına sığınılması da aynı çaresizlikten sıyrılmaya yönelik bir başka sonuçsuz girişimdir. Çünkü evrimcilerin ‘içgüdü’ olarak tanımladıkları şey ‘davranış olarak gözlemlendiği halde herhangi bir bedensel yapıyla ilgili olduğu gösterilemeyen özellik’ten başka birşey değildir. Yani içgüdü, evrimciler için bir açıklama değil gerçek bir ‘bilinmeyen’dir.
Bu bilinmeyeni evrimci bir açıdan açıklamaya çalışma çabasının National Geographic TV’yi çözülmesi mümkün olmayan bir sorunun ortasında bıraktığı görülmektedir. Bilincin hayali evrimi hakkında hiçbir yorum yapamayan evrimciler köşeye sıkıştıkları bu konudan kurtulma hamlesi olarak rastgele mutasyonlara dayanırlar. Nitekim belgeselde, bu konuda görüşlerine yer verilen bir evrimci de mutasyonlara başvurmaktadır:
“Kırk bin yıl önce modern insanların düşünüş doğasında önemli değişim yaşandı. Bunlarda farklı zekaların kontrol ettiği sosyal, teknik ve dilbilimsel zekalar gibi aklın farklı bölümü bulunuyordu. Bir şekilde bu farklı bölümler biraraya geldi. İnsan aklı oluştu, bilinmiyor. Bir çeşit genetik mutasyon sonucu beyinler farklı şekilde, yeniden düzenlenecek şekilde değişim geçirmiş olabilir”.
Görüldüğü gibi burada sözde evrimin nasıl gerçekleşmiş olabileceğine dair hiçbir somut kanıt sunulmamaktadır. Nitekim hemen sonra görüşlerine başvurulan Kathleen R. Gibson isimli antropolog şunları söylemektedir:
“Elli bin yıl önce beyinde ani bir mutasyon yaşanmış olabilir mi? Beynin dış yapısında bir değişiklik yok. Beynin işlevlerinde kökten bir yeniden düzenlemeye neden olacak ani bir mutasyon bulgusu da yok”.
Görüldüğü gibi evrimciler için insan aklının kökeni gibi gösterebilecekleri hiçbir mutasyon bulunmamaktadır. Bu durumda mutasyonlara dayalı spekülasyonlar yapılmasının sonuçsuz bir çaba olduğu açıktır. Beyin gibi kompleks bir yapının kör tesadüflerin eseri olarak mutasyonlarla meydana geldiği bir an için kabul edilse dahi, bu durum düşüncenin kökeninin evrimle açıklanabileceğini göstermeyecektir. Çünkü, daha önce de belirttiğimiz gibi, bilinç maddeye indirgenemeyen bir olgudur.
Gerçekte bir çocuğun dilbilgisi hakkında hiçbir şey bilmediği halde üç yaşına geldiğinde isim ve fiil kullanarak cümleler kurması, mucizevi bir durumdur. Kelimeleri nasıl sıralayacağını öğrenmiş ve karşısındaki insana düşüncelerini aktarabilir hale gelmiştir. Dahası bir insan konuşurken son derece karmaşık kas hareketlerini tamamen otomatik şekilde gerçekleştirebilmektedir: yaklaşık 100 adet kasını, sırasıyla uygun heceleri, kelimeleri ve cümleleri çıkarıp aktaracak şekilde çalıştırabilmektedir. Tamamen spontane gerçekleşen bu davranış sırasında aklımıza nasıl konuşacağımız bile gelmez. Biz sadece konuşmayı ‘dileriz’, o kadar.
Tüm bunlar fiziksel temelden yoksun olan düşünme ve konuşma yeteneklerinin ancak mucizevi bir biçimde tasarlanıp insana verilen yetenekler olduğunu göstermektedir. Hiçbir kör tesadüf bir hayvanı düşünen ve konuşan bir canlı haline getiremez. Bunun rastgele mutasyonlarla gerçekleşmiş olma ihtimali, masalda örnek verilen kurbağa-insan dönüşümünün gerçek hayatta olması kadar uzaktır. İnsanı Allah yaratmış ve bilincini de Allah ona vermiştir.
National Geographic TV’de yayınlanan bu belgesel ise; bilimsel olmayan izahların, sadece Darwinizm’i ayakta tutmak amacıyla ekrana yansıtıldığı bir ‘propaganda’ programından ibarettir. National Geographic TV, evrim masallarıyla düşünme ve konuşma yeteneklerini açıklama çabasından vazgeçmeli, bunların ve elbette tamamıyla insanın gerçek kökeninin ‘yaratılış’ olduğunu kabul etmelidir.