Sabah Gazetesi, Evrim Savunuculuğunu Yapmak için Bilim Haberlerini Çarpıtmaya Devam Ediyor

16 Ağustos 2002 tarihli Sabah gazetesinde, “Gen değişti, insanlar konuşmaya başladı!” başlığı ile verilen haberde, bir gen hakkındaki bulgular evrim propagandası yapabilmek için tamamen saptırılmış, bilim adamlarının değil, Sabah gazetesinin vardığı sonuçlar okuyucuya sunulmuştu.

Haberde, geçtiğimiz yıllarda bilim adamlarınca tespit edilen FOXP2 adlı genin, insanın konuşmasını sağladığı, maymunların bu gene sahip olamadıkları için konuşamadıkları vurgulanıyordu. Oysa;

1. FOXP2 adlı gen, insanın konuşmasını sağlayan bir etken değildir. Bilim adamları, bu gen ile konuşma arasında doğrudan bir bağ olmadığını belirtmektedirler.
2. Maymunların konuşamamalarının tek nedeni bu gen değildir. Çünkü konuşabilmek için muhakeme, yargı, zeka, düşünme kavramlar arasında ilişki kurabilme gibi akla ait özelliklerin ve onlarca anatomik özelliğin bir arada olması gerekir. Bunların hiçbiri maymunlarda yoktur.

Sabah gazetesi sadece insana ait olan konuşma yeteneğini, sanki tek bir gendeki bir mutasyona bağlı basit bir özellikmiş gibi göstermek ve bu şekilde “maymunlarla aramızda sadece bir gen farkı var, onlar da tek bir mutasyona daha uğrasalardı insan olurlardı” izlenimi verebilmek için, bu bilimsel bulguyu kendi yorumlarıyla okuyucuya iletmiştir. Aşağıda Sabah gazetesinin okuyucuyu yanıltmaya çalıştığı konular bilimsel olarak açıklanmaktadır.

İnsanların konuşma yeteneği FOXP2 adlı gene bağlı değildir

FOXP2 geni ile ilgili araştırmayı yürüten bilim adamlarından biri olan Max Planck Enstitüsü Evrimsel Antropoloji Bölümünden araştırmacı Svante Paabo FOXP2 geninin konuşma yeteneğinin ortaya çıkışına neden olduğuna inanılmadığını, ancak bu genin insanlara konuşmayı daha anlaşılır hale getiren özellikler (yüz kasları ile ilgili) sağladığının düşünüldüğünü belirtiyor. (1)

New York Üniversitesinden antropoloji profesörü Todd Disotell ise bu konuda şu yorumda bulunuyor:

“Bu gen ve insan dilinin ortaya çıkışındaki ilişki kanıtlanmadı. Verebileceğim en iyi benzetme şudur: Kas erimesinden sorumlu geni bulduk ve bu nasıl yürüdüğünüzü etkiler. Bazı insanlarda bu mutasyon var diye, bu sözkonusu geni yürümekten sorumlu yapar mı? Hayır.” (2)

Görüldüğü gibi araştırmayı yürüten bilim adamları bu genin konuşmaktan sorumlu bir gen olmadığını, sadece konuşma ile ilgili bazı özelliklere etki edebileceğinin tahmin edildiğini belirtmektedirler.

Maymunlar, FOXP2 genine sahip olsalardı da konuşamazlardı, çünkü akla sahip değiller

Sabah gazetesinin anlatımına göre, eğer maymunlarda FOXP2 geni olsaydı, onlar da konuşabilirlerdi. Bu çok gülünç bir iddiadır. Nitekim, araştırmayı yürütenlerden Staven Paabo insanların böyle bir yanılgıya düşebileceklerini tahmin ederek şu açıklamada bulunmuştur.

“İnsanlar bunu (FOXP2 genini) bir şempanzenin içine yerleştirirsek, şempanzenin konuşabileceğini söyleyebilirler. Bunun doğru olduğunu sanmıyorum, konuşma yeteneği bundan çok daha kompleks.” (3)

Bu bilim adamının da belirttiği gibi, dil tahminlerin ötesinde kompleks bir yapıya sahiptir. Kademeli bir evrimle açıklanamayacağı kabul edilmekte olduğu için, evrimcilerin en kaçındıkları sorulardan biri dilin kökeni konusudur.

Dil, ancak eksiksiz olduğunda işlev gören kompleks bir anatomik tasarımın sonucudur. Bir insanın konuşabilmesi için hem uygun bir yapıdaki dile hem de gırtlağa, ses tellerine, akciğere, diyaframa, dişlere, damağa, dudaklara, yüz kaslarına bunları kontrol eden bir beyne, beyinde konuşmayla ilgili özel bölgelere, bu bölgelerin hafızayla kuracakları kompleks bağlantılara gereksinimi vardır. Ancak bu fiziksel sistemlerin hazır bulunmaları da yeterli değildir. Kelimeler arasında bağlantıları kuracak mantık sistemine ve bunlardan da önemlisi, sistemi kontrol edecek, mantıklı bir akışla konuşacak, diğer insanlarla iletişim kuracak, isteklerini, duygularını kelimelere dökecek, dahası bu hazır sistemi bilinçli bir biçimde kullanacak bir zihne, bir ruha ihtiyaç vardır. Bu açıdan bakıldığında, dil konusunda evrimcilerin neden son derece umutsuz oldukları daha iyi anlaşılmaktadır.

Başka hiçbir canlıda en ilkel örneği bile görünmeyen sembolik iletişim, dil ve konuşma yeteneğinin yavaş yavaş evrimsel gelişmelerle ortaya çıkmasının imkansız olduğunu aslında evrimciler de kabul etmektedirler. W. K. Wilkins ve J. Wakefield adlı iki evrimci beyin araştırmacısı, evrimin bu çıkmazını bir bilim dergisinde şöyle ifade etmektedirler:

Dil evriminin geçiş aşamalarıyla ilgili delil yoktur. Buna rağmen, alternatif fikirleri kabul etmemiz zordur. Eğer türe özgü bazı özellikler parçalara ayrılmış bir şekilde evrimleşmiyorsa, bu durumu açıklamak için iki yol gözüküyor. Ya henüz keşfedemediğimiz bir güç, belki de ilahi bir müdahaleyle, olması gerektiği gibi yerleştirilmiştir. Ya da türlerin gelişiminde nispeten ani bir değişikliğin, belki de bir tür spontane ve yaygın mutasyonun sonucudur… Ama böyle tesadüfi bir mutasyonun rastlantısal doğası, bu iddiayı şüpheli bir hale getiriyor. Daha önce belirtildiği gibi (Pinker and Bloom, 1990), dil gibi kompleks ve görünüşe göre görevlerine bu kadar ideal bir şekilde uygun bir sisteme yol açacak mutasyonun ihtimali yok denecek kadar düşüktür.” (4)

Bu sözlerin özeti şudur: Evrimciler, dilin kökeni için iki açıklama olduğunu, bunun birinin yaratılış diğerinin de “mutasyon yoluyla evrim” olduğunu kabul etmektedirler. Ama bu ikinci açıklamanın “imkansız” denebilecek kadar ihtimal dışı olduğunu da görmekte ve itiraf etmektedirler. Yaratılışı açıkça kabul etmemelerinin tek nedeni, önyargıları ve dogmatik yaklaşımlarıdır.

Hawaii Üniversitesi”nde ünlü bir dilbilim profesörü, aynı zamanda da bir evrim taraftarı olan Derek Bickerton ise, uzun araştırmalardan sonra, dilin tesadüfe bağlı mutasyonlarla gelişmiş olmadığını şöyle belirtmiştir:

“İncelenen gerçekler dilin kademe kademe bir ilkel dilden gelişmediğini ve bir ara formunun olamayacağını ortaya koymaktadır. Eğer böyle ise sözdizimi ve gramer, bir anda ve tek parça olarak ortaya çıkmış olmalıdır…” (5)

Bickerton”un ifade ettiği gibi, “dil”in bir tür teorik “ilkel dil”den kademe kademe oluşması, gerçekleşmesi mümkün olmayan bir teoridir. Ancak evrimciler bu hayali teorilerini doğrulayacak bir delil bulamadıkları halde onu ısrarla savunurlar.

Bu konudaki evrimci yaklaşım, “evrimin mekanizması rastgele mutasyonlar olduğuna göre, konuşma da mutasyonlarla ortaya çıkmış olmalıdır” şeklindeki dogmatik bir tümdengelimden ibarettir. Bu tezinin imkansızlığı, dilbilimci Elizabeth Bates tarafından şöyle değerlendirilir:

“Eğer dilin temel yapısal prensipleri öğrenilemez ve türetilemez ise, varlıklarını açıklayabilecek iki olasılık var: Ya evrensel gramer bize doğrudan Yaratıcı tarafından bağışlanmıştır veya yalnızca bizim türümüz Büyük Patlama”nın kuramsal benzeri olan eşi görülmemiş büyüklükte bir mutasyon geçirmiştir.” (6)

Yani Bates, “mutasyonların konuşmaya sebep olması” gibi bir olayın imkansızlığını, Büyük Patlama”nın (Big Bang) tesadüfen meydana gelmesi gibi bir imkansızlığa benzetmektedir. Bilindiği gibi şu anda içinde yaşadığımız ve sayısız ince ayar, hesap ve ölçü üzerine kurulu evrenin meydana gelmesi Büyük Patlama”nın sahip olduğu (hız, yoğunluk, şiddet gibi) değerlerdeki son derece karmaşık ve hassas dengelere dayanmaktadır. Böyle bir durumun rastlantısal olarak oluşması ihtimal dışıdır ve bugün pek çok astronom ve fizikçinin de kabul ettiği gibi, Büyük Patlama, evreni Allah”ın yarattığının dellilerinden biridir. Bates”in, hassaslık ve tasarım yönünden Büyük Patlama”yla karşılaştırdığı “dil” kavramı ve konuşma yeteneklerini de, aynı şekilde Allah yaratmıştır.

Dile dair özelliklerin bir anda ortaya çıktığını kabul eden bir diğer otorite, ünlü paleontolog Tattersall”dır. Tattersall, bir röportajda, “O halde neden dil tam da o anda icad edildi?” sorusuna şu yorumu getirmektedir:

“Bu da diğer bir zor soru… Bu geçişte ahlak gibi konulara olan ilgimiz de dahil olmak üzere, bizim insana dönüşümümüzün sırrı yatmaktadır. Ancak bilinç gibi bir şeyi yalnızca evrim teorisini kullanarak açıklamak mümkün değildir.” (7)

İnsanın eşi ve benzeri olmayan konuşma becerisi, evrimcilerin açıklayamadıkları bir özellik olmaya devam etmektedir. Bu beceri, bizim diğer canlılardan farklı olarak bilinçli olduğumuzun en önemli göstergelerinden biridir. Dilbilimci Noam Chomsky, Dil ve Zihin adlı kitabında, konuşmanın evrimle geliştiğini ve hayvanlarda da bu sistemin mevcut olabileceğini düşünenlere karşı fikirlerini şu şekilde belirtir:

“Görünen o ki, insan dili bütünüyle farklı ilkelere dayanır. Bu, insan diline doğal, biyolojik bir görüntü olarak yaklaşanların çoğu zaman göz ardı ettikleri önemli bir noktadır; özellikle insan dilinin daha basit dizgelerden evrimleşerek gelişmesi konusunda yapılan kurgulamalar, bu nedenlerle çok anlamsız görünüyor. Neredeyse atomların, ilkel parçacıkların oluşturdukları bulutlardan “evrimleşerek” gelişmeleri konusunda yapılan kurgulamalar kadar saçma oluyorlar artık. Anladığımız kadarıyla, insan diline sahip olmak özel bir zihinsel yapılanmayla bağlantılıdır… İnsan dilinin, hayvan dünyasının başka bir yerinde karşılaşılacak bir şeyin yalnızca daha karmaşık bir örneği olduğu görüşünün hiçbir dayanağı görünmemektedir.” (8)

Bilimsel kanıtları ve evrimcilerin bu konulardaki yorumlarını inceledikçe, dilin sahip olduğu kompleks yapısıyla birlikte yaratıldığını, bu yeteneğin rastlantılarla açıklanmasının imkansız olduğunu ve evrimcilerin bunu kabul eden itiraflarını görmeye devam ederiz.

Evrimcilerin dilin kademeli gelişimi varsayımları ise her şeyden önce dilin yapısına aykırıdır. Çünkü dili oluşturan kurallar bir bütünün ayrılmaz parçalarıdır. Parça parça veya basitten karmaşığa doğru dizilemezler, ancak hepsi birden bir arada bulunduğu zaman anlamlı bir dil ortaya çıkar. Yani yarım dil, çeyrek dil olmaz. Dilbilimci Elizabeth Bates bu gerçeği şöyle dile getirir:

“Bir canlı organizma için yarım sembol veya dörtte üç kural ne anlama gelir?… Simgeler, mutlak kurallar ve modüler sistemler bir bütün olarak kazanılmış olmak zorundadır. Evet mi hayır mı gibi bir kesinlik gerektiren bu durum, bir yaratılışı ilan eder.(9)

Bates”in de açıkça ifade ettiği gibi dil bu şekli ile var olmak zorundadır. Böyle bir durum yaratılışın kanıtıdır.

Ünlü nörolog Deacon da konuşmanın sadece insanda bulunmasının evrimci görüşe ters olduğunun farkındadır ve “beklentilerin aksi” olarak tanımladığı bu durumu şöyle değerlendirir:

Bu gerçek bir sırdır. Bu en yumuşak kriterler altında bile, diğer türler arasında başka birçok iletişim şekli olmasına rağmen, kullanılan basit diller neden yoktur? Sorun, diğer türlere konuşmayı öğretmenin başa çıkılmaz zorluklarını gözönüne aldığımızda, beklentilerin daha da aksine bir durum oluşturur.” (10)

Evrimci dilbilimcilerin konuya tamamen önyargılı yaklaşmaları ve bütün delilleri görmelerine rağmen olmayan bir evrim sürecini aramaya çalışmaları, konuyu onlar açısından içinden çıkılmaz bir hale getirmektedir. Dilbilimin duayeni Chomsky”nin dediği gibi bu bir “inançtır” ve evrimciler, bilim tamamen aksini gösterse de inançlarına bağlılıklarını sürdürmeye çalışırlar. Chomsky”nin şu sözleri ibret vericidir:

Cevabı olmayan bir soru daha var. Cevabı olsa idi şaşırtıcı olurdu. Bunu en kolay, evrim hakkında bir peri masalı anlatarak açıklayabiliriz. (Bu masal uyarınca) etrafta bizim gibi his ve hareket donanımı ve aynı kavramsal tertibatı olan bir primat vardır. Bizimle aynı düşünceleri düşünür, fakat konuşma becerisi yoktur. Yani dil olmaksızın bizim düşüncelerimizi düşünebildiğince düşünür. Bizim niyetimize ve amaçlarımıza sahiptir. Bizim ses ve algılama düzenimize sahiptir. Sadece dil becerisi yoktur. Sonra bazı şeyler olur. Kozmik ışınlar olabilir. Bazı mutasyonlar olabilir ve beyni öyle bir biçimde yeniden düzenlenir ki, planlama, duyu ve hareket yapısı, kavramsal yapılanma değişmez, fakat bir dil yeteneği yerleştirir..” (11)

Görüldüğü gibi dilbilim alanında 20. yüzyılın en önemli bir kaç isminden biri olan Chomsky, evrim teorisinin dilin kökeni hakkındaki senaryosunun bir “peri masalı”ndan öteye gitmediğini kabul etmektedir. Oysa bilim adamlarına düşen görev, masallar anlatmak değil, bilimsel bulguları akıl ve mantık süzgecinden geçirerek doğruyu bulmaya çalışmaktır. Sabah gazetesi gibi, birçok kişiye ulaşan bir yayının sorumluluğu ise, bilim adamlarının buldukları doğruları, kendi ideolojisi yönünde saptırmadan okuyucularına iletmektir.

 

 

1 – CBS, “Language Gene Identified”, 15 Agustos 2002, http://www.cbsnews.com/stories/2002/09/17/tech/main522213.shtml  Show     
2- CBS, “Language Gene Identified”, 15 Agustos 2002, http://www.cbsnews.com/stories/2002/09/17/tech/main522213.shtml  Show  
3- CBS, “Language Gene Identified”, 15 Agustos 2002, http://www.cbsnews.com/stories/2002/09/17/tech/main522213.shtml  Show  

4- Wilkins, W.K. & Wakefield, J. (1995). Brain evolution and neurolinguistic preconditions. Behavioral and Brain Sciences 18 (1): 161-226
5- Derek Bickerton, Language and Species, The University of Chicago Press,1992, s.190
6- Bates,E. Thal, D. Marchman,V. 1991 Symbols and syntax: A Darwinian approach to language developement. In Krasnoger et al1991
7- Ian Tattersall”la söylesi, 9 Eylül 1998, www.swif.uniba.it/lei/rassegna//980909.htm  
8- Noam Chomsky, Dil ve Zihin s.112

9- E.Bates, D.Thal. Marchman,V 1991. Symbols and Syntax: A Darwinian approach to language development. In Krasnegor et al, 1991
10- Terrence W.Deacon, The Symbolic Species, W. W. Norton&Company 1997, s.41
11- (Introducing Chomsky, J. Maher, J Groves, Totem Books, 1998, s.112-113) 

Ayrıca bakınız

Genetik Sürüklenme (Genetic Drift) iddiası neden geçersizdir?

Evrimi savunmak adına zaman zaman ortaya bazı terimler atılır.  Mantıklı olup olmadığına hatta bilimsel geçerliliği …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.