Hürriyet gazetesinin 21 Kasım 2004 tarihli sayısında, “Gurmelik sayesinde beynimiz büyüdü akıllı olduk” başlıklı bir yazı yayınlandı. Yazının yazarı Hikmet B. Çağlayan, beynin hayali evrimiyle ilgili son evrimci masallarından birini haber veriyor, okurlarına bilimsel bir görünümde Darwinizm propagandası yapıyordu.
Bu yazıda Hikmet B. Çağlayan’ın iddialarının neden bilim dışı masallar olduğu ortaya konacaktır. Çağlayan’ın yazısı üzerindeki incelememizin, bilimsel gerçeklerle evrimci masalları birbirinden ayırt edebilme yeteneklerini geliştirme arzusundaki okurlarımız için iyi bir egzersiz olacağı kanaatindeyiz. Okurlarımız aşağıda ortaya konan noktaları birer birer kavradıkları ve bu noktalar ışığında Çağlayan’ın iddialarını inceledikleri takdirde, kendilerine bilim olarak sunulan evrim masallarını bundan böyle kolaylıkla tespit edebilecek, evrimcilerin iddialarını bir dogma olarak savunduklarını daha iyi görebileceklerdir.
1. Gözlemlenebilir ve tekrar edilebilir bilim ile tarihsel bilim arasındaki ayrım
Gözlemlenebilir ve tekrar edilebilir bilim, sadece şimdi olmakta olan olaylarla ilgilenir. Astronomlar, Dünya”nın Güneş etrafında döndüğünü gözlemleyebilir ve bu gözlemlerini her gün tekrarlayabilirler. Gözlemlenebilir ve tekrar edilebilir bilim, olguları incelemede “deney” aracına sahiptir. Örneğin güneş enerjisiyle çalışan bir otomobil geliştirmek isteyen bir bilim adamı, en iyi sistemi tasarlayana kadar tekrar tekrar deney yapma olanağına sahiptir. Farklı farklı malzemelerin güneş ışığını emme verimliliğini ölçüp değerlendirebilir, elde ettiği sonuçlar üzerinde çalışmasını geliştirebilir.
Buna karşın tarihsel bilim geçmişte olduğu varsayılan olaylarla ilgilenir. Evrim teorisi bu kategoriye girmektedir. Türlerin kökenini, milyonlarca yıllık bir süreçle ve hayali kayıp atalarla açıklamaya çalışan teorinin iddiaları, deneyle tekrarlanması mümkün olmayan spekülasyonlara dayanır. Bu durumda evrimcilerin iddialarını geliştirme yöntemi, sürekli olarak birbirini izleyen ama nihai olarak bir spekülasyon olmanın ötesine geçemeyen hayali varsayımlara dayanır.
Çağlayan’ın evrim masalının konusu olan insan beyninin sözde evrimi de böyledir. Bu iddianın laboratuvar ortamında tekrarlanması mümkün değildir ve buna dair iddia, geçmişe yönelik olarak ortaya atılan hayali bir spekülasyondan ibarettir.
2. Evrimcilerin varsayımları ve sonuçları arasındaki “farksızlık”
Tarihsel bilim, tekrarlanamadığı için varsayımı zorunlu kılmaktadır. Bu açıdan, bir bilim adamı elbette geçmişe dair varsayım yaptığı zaman hatalı değildir. Ancak yanlış olan bu varsayımlarda hileli yöntemlere başvurmave toplumu yanıltmaktır. Gerçekte kendi dogmatik inançlarına göre ortaya attıkları varsayımları, bilimsel sonuçlarmış gibi tanıtmaktadırlar. Bir evrimci bilim adamı, geçmişe dair iddialarında tarihsel gerçeklerden söz edermiş gibi bir anlatım sergiler. Oysa bunlar, körükörüne inancı doğrultusunda doğru kabul ettiği hayali varsayımlardan başka bir şey değildir. Örneğin Çağlayan, Hürriyet gazetesindeki yazısında şunları yazmaktadır:
Modern insanın temel özelliği, ayakları üzerine kalkması ve beyninin gelişmesidir. Antropologların ve evrim biyologlarının üzerinde tartıştığı en önemli konu, beynimizin nasıl büyüdüğüdür…
Çağlayan, burada evrimcilerin en sık başvurduğu çarpıtma yöntemlerinden birini uygulamakta, canlılarda gözlemlenen özellikleri sanki evrimsel bir gelişimle ortaya çıkmışlar gibi tanıtmaktadır. Örneğin, insan iki ayak üzerinde yürüyen ve iri beyinli bir canlıdır. Bunu bilim adamı olan veya olmayan herkes görür ve kabul eder. Çağlayan ise en baştan kabul ettiği evrim dogmasına göre bunları “iki ayak üzerine kalkma” ve “beynin gelişimi” olarak anlatmaktadır. İnsanın iki ayak üzerine kalktığını ya da beyninin evrimleştiğini görmüş kimse var mıdır? Hayır. Bunlar laboruatuvar ortamında tekrarlanabilmiş midir? Yine hayır.
Çağlayan, doğrudan hiçbir bilimsel bilgiye dayanmayan, körükörüne bir inancın ürünü olan bu hayali gelişimlere inanılmasını istemektedir sadece. Burada anlatılanlar bilimsel sonuçlar değil, Çağlayan’ın bilimsel sonuçlar görünümüne soktuğu hayali varsayımlardır.
Çağlayan’ın diğer bir masalı şu şekildedir: Bundan 4 milyon yıl önce Australopithekus’ların beyinlerinin hacmi 400 santimetreküptü. Australopitehekus’lardan 1.5 milyon yıl sonra, Homo Habilis’lerde ise, beynin hacmi 600 santimetreküpe çıkmıştı. Ardından beynin 800 santimetreküpe ulaştığı Homo Ergaster ve ardından Homo erectus dönemi başladı. 1,5 – 0.6 milyon yılları arasında insan beyninin hacmi sürekli büyüdü. Homo sapiens, yani biz çağdaş insanın beyinin hacmi 1400 santimetreküpe ulaştı.
Bu iddiasında da Çağlayan, aynı şekilde, tarihsel gerçeklerden ve bilimin vardığı sonuçlardan söz eder gibidir. Halbuki bu iddia, evrimi en baştan bir dogma olarak benimsemiş araştırmacıların, -insanla maymun arasında hiçbir geçiş göstergesi olmayan- bazı fosilleri beyin hacmine göre dizmesine ve bunların evrimsel bir gelişim gösterdiği masalını anlatmalarına dayalıdır. Bunu yapmak, bir alet takımındaki anahtarları büyüklüklerine göre dizip, “bunlar maddenin evrimleşmesiyle ortaya çıktı ve 16 numaralı anahtar, 12 numaralı anahtardan; 12 numaralı anahtar da 8 numaralı anahtardan evrimleşti” masalını anlatmaktan farksızdır.
Evrimciler beynin evrimle ortaya çıktığını varsaymakta sonra da bir tür “kafatası sergisi” oluşturarak ebat farklılıklarının evrimi destekleyen bilimsel bir sonuç olduğu izlenimini oluşturmaya çalışmaktadırlar. Halbuki, varsayımlarıyla bilimsel sonuç görünümünde savundukları iddia tamamen aynı şeydir ve materyalizme olan körükörüne inançlarından kaynaklanmaktadır.
3. Çağlayan’ın önemli bilgi eksikliği
Çağlayan, beynin evrimi senaryosunu bilimsel bir görünümde savunma konusunda önemli bilgi eksikliği ve yanılgı içindedir. Beynin sözde evrimine dair iddiasının “bilim dışı” olduğunu, dünyanın önde gelen evrimcileri açıkça kabul etmektedir.
Hürriyet Bilim editörü Çağlayan şunları yazmaktadır:
Klasik görüşe göre, yaklaşık 2,6 milyon yıl önce ilk insanlar, yani Homo habilisler iki ayak üzerinde durmaya başladıktan sonra beyinleri büyümeye başladı. Antropologlara göre insan iki ayağı üzerine kalktıktan sonra elleri alet kullanmak için serbest kaldı, tehlikelere karşı kendilerini daha iyi savundular ve avlanmaları kolaylaştı. Tüm bunların sonunda kafatasının yapısı değişti.
Burada masalsı bir anlatımla ele alınan bu konuyla ilgili olarak ünlü bilim dergisi Nature’ın editörü ve paleontolog Henry Gee ise şunları yazmaktadır:
“Mesela insanın evriminin; vücudun duruşu, beyin hacmi ve el-göz koordinasyonunda gerçekleşen gelişmelere dayandığı ve bu gelişmelerin de ateş ile alet üretimi gibi teknolojik başarılarla dilin kullanımına yol açtığı söylenir. Ancak bu gibi senaryolar subjektiftir. Deneylerle asla test edilemezler, öyleyse bilimsel değildirler. Genelde kullanımda olmaları bilimsel testlere değil, sunumlarındaki otoriteye ve iddiaya dayanır.” 1
Görüldüğü gibi Çağlayan, “klasik görüşe göre” ile başlayan sözlerinde, -bilim dışı bir “klasik masal”ı anlatmakta ancak bunu bilimsel bir görünümde sunarak okurlarını yanıltmaktadır.
4. Çağlayan’ın masallarının “üretim tekniği”
Her edebi masal, “nerede”, “kim”, “nasıl” gibi sorulara cevap veren bir tema üzerine kuruludur. Bu sorular, masalı meydana getiren elemanlar gibidir. Evrim teorisinin masalları da benzer şekilde elemanlardan meydana gelir. Nasıl ki, edebi masallar nerede, kim, nasıl soruları doğrultusunda şekillendirilir, evrim masalları da “fayda”, “anatomik farklılıklar ve benzerlikler” doğrultusunda şekillendirilir. Evrimciler bazen belli bir organın belli bir organizmaya faydasına; bazen de çeşitli canlılar arasındaki anatomik benzerlik ve farklılıklara bakarak masallar uydururlar.
Çağlayan’ın yazısının konusunu oluşturan evrimci iddia da aynı süreçten geçmiş bir masaldır. Çağlayan’ın sözünü ettiği “tez” incelendiğinde bu gerçek açıkça görülmektedir:
[Beynin hayali evriminin nasıl gerçekleştiğine dair] Üzerinde durulan son ilginç tez, mide ve sindirim sisteminin küçülmeye başlaması ile beynin büyümesinin paralel olduğu. Bazı antropologlar bu süreci, insanların yiyeceklerini pişirme dönemine geçmeleri ile açıklıyor: İnsanlar açlıklarını gidermek için içgüdüsel beslenmeyi bıraktı, yemeklerini çeşitlendirdi, gurmelik dönemi başladı, sindirim sistemimiz yüzde 40 küçüldü ve beynimiz büyüdü! Bu sayede ‘akıllı’ olduk!
Çağlayan’ın anlattığı bu masal, iki İngiliz antropolog Leslie Aiello ve Peter Wheeler’ın, insan ve maymunlar arasındaki anatomik farklılıkları malzeme olarak kullanıp ürettikleri bir masaldı. İnsan beyninin hayali evrimine dair spekülasyonlar geliştirme çabasındaki araştırmacılar, insanda kalp, böbrek, karaciğer, mide ve bağırsakların da beyin gibi çok enerji harcadıklarını, ancak buna rağmen ağırlık olarak hafif olduklarını fark etmişlerdi. Evrimi bir dogma olarak kabul ettikleri için de “insan, beynine daha fazla yatırım yapmak, yani ona daha fazla enerji göndererek büyümesini sağlamak için, diğer organlarını küçültmüş olabilir” şeklinde bir spekülasyon ortaya atmışlardı.
Bu spekülasyonlarını destekleyebilmeleri için gerekli olan malzemeyi ise, yukarıda belirttiğimiz gibi, maymunlarla anatomik farklılıklarda aramışlardı. Aynı organların maymunlarda ortalama ağırlıklarını ölçen ve insanın organlarıyla karşılaştıran araştırmacılar “demek ki, insanın evrimi sürecinde bu organları küçülmüş” masalını anlatıyorlardı.
Ancak bu çalışmada elde edilen sonuçların evrim teorisi lehinde hiçbir kanıt oluşturmadığı açıktır. Evrimciler, insan beyninin ve diğer organların, bu organların enerji tüketimlerinin ve ağırlıklarının ve bunların yanısıra insanla maymun arasındaki farklılıkların ve de benzerliklerin evrimle ortaya çıktığına dair zaten en baştan inanç beslemektedirler! Dolayısıyla bunlara dair gözlemleri üzerindeki yorumları bilimsel kanıt oluşturmamakta, sadece en baştan kabul ettikleri evrim dogmasının söz konusu organ ve sistemlere bir uyarlanmasından ibaret kalmaktadır!
Şüphesiz, eğer maymunlarda organların ağırlıkları insandaki organların ağırlıklarına yakın çıksaydı, bu sefer “demek ki insan ve maymunlarda bu organların beyne göre oransal ağırlıkları, evrim sürecinde fazla değişmemiş, korunmuş” gibi bir masal anlatacaklardı!
İnsan beyninin gerçek kökeni: Yaratılış
Evrimcilerin yukarıda gösterilen masallara başvurmalarının tek sebebi, Allah’ın varlığını inkar eden materyalist felsefeye körükörüne bağlılıklarıdır. Materyalist ön yargılarla hareket etmeyen bir insan, beyinde özel bir tasarım olduğunu ve bunun yaratılışa işaret ettiğini kolaylıkla görebilir. Beynimiz, bedenimizin günlük yaşamımızdaki hareketleri ve fizyolojik dengesi ile zihinsel faaliyetlerimiz açısından çok kritik hesaplamaları hayret verici bir işlem kapasitesiyle, bizim farkında bile olmadığımız bir şekilde gerçekleştirir. Bu hesaplama, nöron adı verilen milyarlarca hücrenin organizasyonu sayesinde mümkün olur. Her bir nöron yaklaşık 10.000 nöronla an ve an bağlantı halindedir. Beyne müthiş bir işlem kapasitesi kazandıran organizasyonu, apaçık bir tasarım ortaya koymaktadır. Bunun mükemmel bir örneği, beynin bilgisayar mühendislerince taklit ediliyor olmasıdır.
IBM’in teknoloji müdürü Dr. Kerry Bernstein IBM merkezinde her yıl düzenli olarak nörologların katılımıyla konferanslar düzenlediğini ve mühendislerini beyindeki tasarım konusunda bilgilendirdiğini ifade etmektedir. Bernstein, beyindeki üstün tasarım hakkında şunları söylemektedir:
“Beyinde olağanüstü bir paralellik hakim. Yani tek bir bit bilgi, bir anda tam 100.000 nörona yayılabiliyor. Böylece beyin, bilinen en hızlı bilgisayardan yüzbinlerce kat daha hızlı oluyor. Bizim ise bunu elektronikte gerçekleştirebilmemiz mümkün değil. 2
Bernstein beyindeki işleyişin aynen taklit edilmesinin mümkün olmadığını açıkça ifade etmektedir. Elbette şuursuz atomlardan meydana gelen hücreler, mükemmel bir iletişim ağı kuracak şekilde bir araya gelip beyin gibi bir organı meydana getirmeyi akledemez ve dileyemezler. Beynin üstün kuvvet sahibi bir Yaratıcı tarafından yaratıldığı açık bir gerçektir. Hiç şüphesiz bu Yaratıcı, Alemlerin Rabbi olan Yüce Allah’tır.
Sonuç:
Hikmet B. Çağlayan’ın bu yazısı, gerçekten de, evrimcilerin körükörüne benimsemiş oldukları inançlarını topluma nasıl bilimin vardığı gerçekler görünümünde sunduklarını; bunun için yaptıkları çarpıtmalarını ve göz boyayıcı ifadelerle süsledikleri masallarını göstermesi açısından bir örnek teşkil etmektedir. Kendisine bu gibi masalları terk etmesini ve bilimsel gerçekleri tarafsız bir gözle inceleyerek ve doğruları kabul ederek çalışmalarını yürütmesini tavsiye ediyoruz.
İlgili yazılar:
http://www.netcevap.net/propaganda_darwinistmasal.html
İnsan Beynindeki Kompleks Tasarım ve Yüksek İşlem Hacmi
İnsan Beyninin Evrimi: Körükörüne Desteklenen Bir Darwinist Masal
1. Henry Gee, In Search Of Deep Time: Beyond The Fossil Record To A New Hıstory Of Life, The Free Press, A Division of Simon & Schuster, Inc., 1999, sf. 5
2. “Brain Teaches Computers A Lesson”, MSNBC.com, 6 Ağustos 2002