NTV”de bu hafta da evrim propagandası devam etti. NTV, tek bir bilimsel delil dahi sunmadan, izleyiciye evrim masalları anlattı.
NTV”de 18 Eylül 2002 tarihinde yayınlanmaya başlayan Human Body isimli belgeselin, 25 Eylül 2002 tarihinde yayınlanan ikinci bölümü de bilimsellikten uzak bir evrim propagandası niteliğindeydi. Aşağıda, NTV”de yayınlanan belgeselin bu bölümünde yeralan yanılgılar bilimsel olarak açıklanmaktadır.
NTV”nin “balık solungaçları insan kulağı oldu” masalı
NTV”deki belgeselde insanlarla balıkların ortak bir ataya sahip oldukları öne sürülüyor ve insan vücudunda buna delil olacak bazı izler olduğu iddia ediliyordu. NTV”ye göre, insan kulağı bu izlere bir örnekti ve insan kulağının kökeni ortak atalar paylaştığımız(!) balıkların solungaçlarının yanındaki kemiklerdi.
NTV”nin bu iddiası yıllar önce bilim literatüründen çıkartılmış olan Rekapitülasyon teorisine dayanmaktadır. Bu konu bir önceki “NTV”den Evrim Masalları” başlıklı cevapta açıklandığı için burada tekrarlanmayacaktır. (Ayrıntılı bilgi için bkz. http://www.netcevap.org/ntv020918.html)
Burada üzerinde durulacak konu, insan kulağının bir balık kemiğinden tesadüflerle evrimleşemeyecek kadar kompleks bir yapıya sahip oluşudur.
İnsan kulağı indirgenemez kompleksliğe sahiptir
İnsan kulağının indirgenemez kompleksliğe sahip olmasının anlamı şudur: İnsan kulağı birçok parçanın bir araya gelmesinden oluşur ve bu parçaların birbirleriyle uyum içinde çalışmaları sonucunda biz duyarız. Bu parçalardan biri eksik olduğunda ya sağır oluruz ya da işitmemizde önemli hasarlar oluşur. İndirgenemez kompleksliğe sahip bir organın evrim sürecinde, tesadüflerle, aşama aşama gelişmesi ise imkansızdır. Duyma işleminin nasıl gerçekleştiği hakkında verilecek kısa bir bilgi, bu gerçeğin daha açık olarak anlaşılmasını sağlayacaktır.
Duyma işlemi, bilindiği gibi havada yayılan titreşimlerle başlar. Bu titreşimler kulak kepçesinde güçlendirilir. Bu şekilde ses dalgalarının şiddeti yaklaşık 17 desibel artar. (1)
Böylece güçlendirilen ses, dış kulak yoluna girer. Yaklaşık 3.5 cm uzunluğundaki dış kulak yolunun ilginç bir özelliği, düzenli olarak salgılanan kulak sıvısıdır. Bu sıvı, bakterileri ve böcekleri kulaktan uzak tutan antiseptik bir içeriğe sahiptir. Dış kulak yolunun yüzeyindeki hücreler ise, dış yöne doğru bir spiral oluşturacak şekilde dizilmiştir. Bu sayede kulak sıvısı hep kulaktan dışarı doğru akar.
Dış kulak yolundan bu şekilde geçen ses titreşimleri, kulak zarına varır. Kulak zarı öylesine hassastır ki, molekül boyutundaki titreşimleri bile algılar. Kulak zarının bu hassasiyeti sayesinde, gürültüsüz bir ortamda, sizden metrelerce uzakta fısıldayan bir insanı kolaylıkla duyabilirsiniz. Zarın bir diğer olağanüstü özelliği ise, bir titreşim aldıktan sonra, hemen tekrar normal durumuna dönmesidir. Eğer zar bu denli hızlı bir biçimde hareketsiz hale dönmeseydi, duyduğumuz her ses kulağımızın içinde yankı yapardı.
Kulak zarı, kendisine ulaşan titreşimleri güçlendirerek orta kulak bölgesine aktarır. Burada birbiri ile çok hassas bir dengede temas eden üç küçük kemik vardır. Örs, çekiç ve üzengi olarak bilinen bu üç kemik, zardan kendilerine ulaşan titreşimleri yükseltirler.
Ancak orta kulağın bir de aşırı derecede yüksek sesleri aşağı indirmek gibi bir tür “tampon” özelliği de vardır. Bu özellik, örs, çekiç ve üzengi kemiklerini kontrol eden, vücudun en küçük boyuttaki iki kası tarafından sağlanır. Bu kaslar, aşırı derecede yüksek seslerin iç kulağa geçirilmeden önce hafifletilmesini sağlar. Bu sayede bizim için şok meydana getirecek derecede yüksek sesleri daha alçak düzeylerde duyarız. Bu kaslar bizim kontrolümüz dışında, otomatik olarak devreye girerler.
Bu denli kusursuz bir tasarıma sahip olan orta kulağın önemli bir dengeyi korumaya ihtiyacı vardır. Bu denge, orta kulaktaki hava basıncı ile, kulak zarının öteki tarafındaki, yani atmosferdeki hava basıncının eşit olması zorunluluğudur. Ancak bu denge de düşünülmüş ve orta kulak ile dış dünya arasında hava alışverişi sağlayan bir “havalandırma kanalı” var edilmiştir. Bu kanal, orta kulaktan ağzımıza kadar uzanan içi boş bir boru olan östaki borusudur.
Buraya kadar anlattığımız mekanik hareketlerin sese dönüştürülmeye başlaması, iç kulak adı verilen bölgede olur. İç kulakta, içi sıvıyla kaplı olan salyangoz adlı organ yer alır.
Orta kulağın en son parçası olan üzengi kemiği, salyangozun başlangıcındaki bir zara bağlıdır. Orta kulaktaki mekanik titreşimler, bu bağlantıyla iç kulağın sıvısına aktarılmış olur.
İç kulaktaki sıvıya ulaşan titretişimler, bu sıvının içinde dalgalanmalar oluşturur. Salyangozun iç duvarlarında ise, bu sıvının dalgalanmalarından etkilenen küçük tüycükler vardır. Bu tüycükler, sıvıdaki dalgalanmalara göre belli belirsiz şekilde hareketlenir. Eğer güçlü bir ses gelirse, daha fazla sayıdaki tüycük, daha güçlü bir biçimde eğilir. Dış dünyadaki her ayrı ses frekansı, bu tüycükler üzerinde ayrı etkileşimler oluşturmaktadır.
Peki ama bu tüycüklerin hareketinin anlamı nedir? Bir klasik müzik konseri dinlememizle, arkadaşımızın sesini tanımamızla, araba gürültüsünü duymamızla ve milyonlarca farklı sesi ayırt etmemizle, iç kulak salyangozundaki tüycüklerin hareketinin ne gibi bir ilişkisi vardır?
Cevap çok ilginçtir ve kulaktaki tasarımın kompleksliğini bizlere bir kez daha gösterir. Bu tüycükler, aslında salyangozun iç duvarını çevreleyen yaklaşık 20 bin ayrı hücrenin tepesinde yer alan birer mekanizmadır. Tüycükler bir titreşim algıladıklarında, aynı domino taşları gibi birbirlerini iterek hareket ederler. İşte bu hareket, tüycüklerin altındaki hücrelerin kapılarını açar. Bu sayede hücrelere iyon girişi olur. Tüycükler ters yöne yattıklarında ise hücre kapıları bu kez kapanır. Bu sürekli hareket, hücrelerin kimyasal dengelerini de sürekli değiştirir ve elektrik uyarıları üretmelerini sağlar. Bu elektrik uyarıları, sinirler aracılığıyla beyne iletilir ve beyin de bunları yorumlayarak ses haline getirir.
Bilim bu sistemin teknik detaylarını tam olarak çözememiştir. İç kulaktaki hücreler, söz konusu elektrik sinyallerini üretirken, dış dünyadan gelen dalgaların frekanslarını, kuvvetlerini ve ritimlerini de yansıtmayı başarırlar. Bu öylesine karmaşık bir işlemdir ki, bilim bugüne dek, frekans ayrıştırma işleminin iç kulakta mı, yoksa beyinde mi yapıldığını dahi saptayamamıştır.
Buraya dek incelediğimiz tüm bilgiler, bizlere işitme organımız olan kulakların olağanüstü bir tasarıma sahip olduğunu göstermektedir. Ve dikkat edilirse, bu tamamen “indirgenemez kompleks” bir tasarımdır. Çünkü duymanın gerçekleşebilmesi için, birbirinden bağımsız çok sayıda parçanın eksiksiz ve kusursuz olarak var olması gerekmektedir.
Bunlardan birini, örneğin orta kulaktaki “çekiç” kemiğini çıkarın, ya da yapısını bozun, artık hiçbir şey duymazsınız. Kulağınızın duyması için; dış kulak zarı, örs, çekiç ve üzengi kemikleri, iç kulak zarı, salganyoz, salyangoz sıvısı, algılayıcı hücreler, bu hücrelerin titreşimi algılamalarını sağlayan tüycükler, hücrelerden beyne giden sinir ağı ve beyindeki duyma merkezi gibi farklı elemanların herbirinin eksiksiz olarak var olması gerekir. Sistem “aşama aşama” gelişemez, çünkü ara şamaların hiçbiri herhangi bir işe yaramayacaktır.
Kulak gibi kompleks bir organın, evrim gibi bilinçsiz, tamamen tesadüflere dayalı bir süreç tarafından aşama aşama inşa edildiği iddiası hem bilim hem de akıl dışıdır. NTV de bu imkansızlığın farkında olacak ki, belgeselde sık sık bunun inanılması çok zor bir mucize olduğu tekrarlanmakta ve şöyle denmektedir:
“Evrim vücudumuzu şekillendirmektedir. Tüm bunların gerçekleşebildiğine inanmak çok zor.“
NTV”nin Zaman Yanılgısı
NTV”nin sıkça tekrarladığı iddialarından biri ise, en küçük değişikliklerin dahi zaman içinde birikerek büyük değişikliklere sebep olması ve imkansız gibi görünen evrimin, bu şekilde gerçekleştiğidir.
NTV gibi diğer evrimcilerin de en temel sığınma noktalarından birisi olan bu argümanın temelinde, zamanın imkansızı başarabilecek bir güç olduğu varsayımı yatar. Buna göre, kimyasal bir karışımın tesadüfen aminoasitleri, proteinleri, DNA ve RNA”yı, diğer hücre parçacıklarını ve sonuçta canlı bir hücreyi oluşturmaları veya bir sürüngenin kuşa dönüşmesi kısa bir zaman aralığında imkansızdır. Ancak zaman uzadıkça, örneğin milyonlarca yıla çıktıkça, bu imkansız olasılık, birdenbire mümkün hale gelir.
Evrimciler bu zaman faktörünü “faydalı tesadüflerin birikmesi” olarak açıklarlar. Yani bir yapı, faydalı bir tesadüfle olumlu bir özellik kazanacak, aradan birkaç bin yıl geçtikten sonra bir faydalı tesadüf daha ona eklenecek, birkaç on bin yıl sonra bir tanesi daha gerçekleşecek ve sonuçta milyonlarca yıl içinde bu yararlı tesadüfler birikerek büyük ve olumlu bir değişim meydana getireceklerdir.
Pek çok insan, bu mantığı fazla incelemeden kabul eder. Oysa bu mantığın içinde çok basit, ama temel bir aldatmaca vardır. Bu aldatmaca, “faydalı tesadüflerin birbirlerine eklenmeleri” tezinde yatar. Oysa faydalı tesadüfleri seçecek ve birbirlerine eklenmeleri için bekletecek bir mekanizma doğada yoktur.
Bununla ne demek istediğimizi, evrimcilerin de başvurduğu bir örnekle açıklayabiliriz. Bir proteinin tesadüfler sonucu sentezlenmesi olasılığından söz ederken, bazı bilim adamları bir örnek verir ve bnun “bir maymunun daktiloda hiç yanlış yapmadan insanlık tarihini yazma olasılığı kadar az” olduğunu belirtir.
Ancak evrimciler bu tür çelişkiler karşısında yine zaman iddiasına sığınırlar. Ve şu tür bir iddiada bulunurlar: “Maymun tuşlara bastığında, her harf için 29″da 1 doğru yapma şansı vardır. Bir kere doğru tuşa bastığında, bu doğru tuş doğal seleksiyon yoluyla seçilir. Bir sonraki tuş için yapacağı hatalar da yine doğal seleksiyon yoluyla seçilir. Böylece, milyonlarca yıl süren bir eleme süreci içinde, maymun insanlık tarihini yazabilir.”
Evrimcilerin savundukları tüm zaman iddialarının temelinde de buradaki mantık yatar.
Oysa az önce belirttiğimiz gibi bu yaklaşımda çok basit bir aldatmaca vardır: Doğada, maymunun bastığı tuşlardan hangisinin doğru olduğunu belirleyip seçecek bir mekanizma yoktur! “Tamam bu harf doğru oldu, şimdi bunu koruyarak bir sonraki basamağa geçelim” diyecek bir bilinç yoktur.
Dahası, doğada tuşlara basacak bir maymun bile yoktur. Çünkü tuşlara basmak da bir bilinç ister. Evrimcilerin argümanı, ancak bir daktilonun tuşlarının rüzgar, yağmur, deprem gibi doğal etkilerle hareket ettiği olmalıdır.
Hücrenin ve tüm canlı yapıların tesadüfen oluşması senaryosunu bu gerçekçi zeminde incelediğimizde, tam bir safsata ile karşı karşıya olduğumuzu görürüz. Sadece tek bir hücrenin ve hücreyi oluşturan milyonlarca küçük yapı taşının tesadüfen oluşmaları ve düzenli bir biçimde dizilmeleri, dev bir kentin herhangi bir inşa edici güç olmadan, doğal yollarla oluşmasına benzetilebilir. Yağmur, toprak ve ısı tesadüfler sayesinde birleşerek milyonlarca tuğla oluşturacak, sonra bu tuğlalar, rüzgar, deprem, sel gibi etkilerle yanyana ve üst üste dizilip evleri meydana getirecek, yolları ve kaldırımları ortaya çıkaracaklar, sonunda da kocaman bir kent tesadüfen var hale gelecektir.
Size birisi böyle bir iddia bulunursa, onun akli dengesinden kuşkulanırsınız. Peki bu şehrin kısa bir zamanda değil de, birkaç milyon yıl içinde oluştuğunu öne sürerse bir şey değişir mi?
Elbette değişmez. Safsata safsatadır ve imkansız da, ne kadar uzun bir zamana yayılırsa yayılsın, imkansızdır. Dolayısıyla NTV”nin “zaman”ı kurtarıcı gibi göstermeye çalışması, iddialarını geçerli kılmamaktadır.
Sonuç
NTV”deki belgeselde bu hafta da bilim dışı iddialar yer aldı ve evrim propagandası yapıldı. Umarız bu belgeseli yayınlayanlar, belgeselin içeriğine bir daha bakar, masal gibi anlatılan evrim senaryoları için gerçekte hiçbir bilimsel delil verilmediğini görür ve bu belgeselin yayınını durdururlar.
1 – Color Atlas of Human Anatomy, Harmony Books, New York, 1994, s. 70