Bilim ve Teknik dergisinin Kasım 2001 sayısında bir kaç sayfayla da olsa “Bilinçli Tasarım” kavramından söz etmesi ve evrim teorisinin bilimsel çıkmazlarına değinmesi, Darwinist ve materyalist çevrelerde büyük bir panik meydana getirdi.
Bu çevrelerin başlıca yayın organı niteliğindeki Bilim ve Ütopya dergisi, Aralık 2001 sayısında bu paniğin izlerini ortaya koydu. Bilim ve Ütopya yönetimi ve derginin klasik bilirkişileri—Doç. Dr. Haluk Ertan, Prof. Dr. Şevket Ruacan, Prof Dr. Aykut Kence, Prof Dr. Dinçer Gülen—hep bir ağızdan Bilim ve Teknik dergisinde dile getirilen “bilinçli tasarım” kavramına karşı tepkilerini, kınama mesajlarını dile getirdiler. Bilim ve Ütopya’ya göre, “devletin bilim ve araştırma kurumu olan TÜBİTAK’ın çıkardığı ve esas olarak genç beyinlere seslenen bir bilim dergisinde” bilinçli tasarım kavramının dile getirilmesi, kendileri için “asıl şok” sayılıyordu. (Bilim ve Ütopya, Aralık 2001, s. 33)
Ancak hem bu şokun etkisinden, hem de savundukları fikirlerin çürüklüğünden dolayı, Bilim ve Ütopya dergisi yazarları bir kez daha son derece çelişkili iddialarda bulundular. Dahası, küçük oyunlara, çarpıtılmış alıntılara sığınarak bilimsel yenilgilerini gizlemeye çalıştılar. Aşağıdaki yazıda, sözkonusu derginin yazarları ve bilirkişileri tarafından sergilenen tüm bu çarpıklıkları izah edeceğiz.
Amacımız şu veya bu kişiyi eleştirmek değil, bu kişileri şaşırtıcı bir bağnazlık ve yanılgıya sürükleyen Darwinist ve materyalist dogmanın içyüzünü gözler önüne sermektedir.
Bilim ve Ütopya’nın “Alıntı Çarpıtma” Yöntemi
Evrimcilerin çok belirgin bir özelliği, inandıkları teoriyi tartışmaya, çok inatçı bir şekilde karşı çıkmalarıdır. Canlılığın rastlantıların ve doğa kanunlarının ürünü olduğuna körü körüne inanmışlardır ve bunu sorgulayan her türlü eleştiriye büyük bir öfkeyle cevap verirler. Kendilerine son derece somut deliller gösterilse de, bu delilleri tamamen görmezden gelir, konuyu demagoji düzeyine çekmeye çalışırlar.
Bilim ve Ütopya’nın “Bilim ve Teknik Dergisinin ‘Bilinçli Tasarım’ Yayını Üzerine: Postmodern Bir Demokrasi Anlayışı” başlıklı yazısı bu demagojilerin iyi bir örneğidir. Yazıda, Bilim ve Teknik dergisinin Kasım 2001 tarihli sayısında Prof Dr. Ali Gören imzasıyla yayınlanan “Yaşamın Kökeni Hakkında Yeni Bir Yaklaşım: Bilinçli Tasarım” başlıklı yazı eleştirilmeye çalışılmaktadır.
Sözkonusu yazıda Prof. Gören, evrim teorisini çürüten önemli bilimsel kanıtlardan söz etmiştir. Örneğin;
• Evrim teorisinin temel iddiası olan “kademe kademe gelişme” iddiasını çürüten “indirgenemez kompleks” biyolojik yapılar
• Bu yapıların bir örneği olan ve hiçbir evrimci tarafından kökeni açıklanamayan “bakteri kamçısı”
• İnsan gözünün anatomisi, retina hücrelerindeki karmaşık biyokimyasal düzenek, DNA replikasyonunda görev yapan enzimler, insanın diz ekleminin tasarımı veya “tek yönlü ve daimi nefes akışı” sağlayan özgün kuş akciğeri gibi “indirgenemez kompleks” sistem örnekleri
• Bilim adamlarının “canlılıktaki tasarımı belirlemek için” ortaya koydukları bilimsel kriterler
gibi bilimsel kanıtlara değinilmiştir.
Prof. Gören, bu gibi kanıtların, “canlılık tasarlanmıştır, rastlantıların ürünü değildir” sonucunu ortaya çıkardığını açıklamakta ve ardından şöyle yazmaktadır:
Kuşkusuz bilinçli tasarım konusundaki bu çalışmalar, önemli bir soruyu da beraberinde getiriyor: Tasarımcı kim? Canlıları dizayn eden bilinç, kimin bilinci? Bilinçli tasarım savunucuları, bu sorunun cevabının, bilimin alanı dışında kaldığını belirtiyorlar. Onlara göre bilimin yaşamın kökeni hakkında varabileceği sonuç, canlılığın tasarlanmış olduğunu tespit etmekten ibaret. Yani, bu tasarımın sahibi kim, amacı nedir gibi soruların, kendi alanlarından çıkıp dinin veya felsefenin ilgi alanına girdiğini düşünüyorlar. Profesör Philip Johnson”a göre, “herkes bu sorulara kendi inançlarına ve düşüncelerine göre cevap arayabilir; ama önemli olan, bilimin, hayatı amaçsız bir rastlantılar zinciri olarak gören Darwinist teoriyi reddediyor olması. (Bilim ve Teknik, Kasım 2001, s. 45)
Dikkat edilirse üstteki açıklama, “bilimsel kanıtlar Yaratıcı’nın varlığını göstermektedir, ancak Yaratıcı’nın vasıflarını bilim yoluyla öğrenemeyiz, bu dinin alanına girer” demektir. Yani “bilinçli tasarım” açıklaması, bilimsel kanıtlara dayanmakta, hatta bilimsel kanıtlara dayanmayan hiçbir iddiada bulunmamaktadır.
Bilim ve Ütopya dergisi ise, son derece şaşırtıcı bir çarpıtma yaparak, Prof. Gören’in üstteki satırlarını kısmen aktarmakta ve sonra da sanki bu satırlarda “bilimsel kanıta ihtiyacımız yok” denmiş gibi göstermektedir. İşte Bilim ve Ütopya’nın yorumu:
Gürdilek, “Bilinçli tasarım” görüşünün, “objektif kanıtlar sunduğunu ve pozitivizmin çerçevesi içinde kaldığını” mı düşünüyor? Bizzat bu görüşün savunucuları (Ali Gören’in yukarıda aktardığımız satırlarından da anlaşılacağı gibi) böyle bir “dertlerinin” olmadığını belirtmişler. “Peki tasarımın sahibi kim, amacı nedir”, yani “kanıtlarınız nerede” gibi sorulara yanıt vermekle yükümlü olmadıklarını peşinen söylemişler. Bir bilim dergisi, bilim ile dogma arasında tarafsız kalabilir mi? (Bilim ve Ütopya, Aralık 2001, s. 33)
Üstteki satırlardaki hileyi hemen fark edebilirsiniz: Önce gerçekten Prof. Gören tarafından belirtilmiş olan “tasarımın sahibi kim, amacı nedir” soruları belirtilmektedir. Sonra da “YANİ” denerek, gerçekte bu sorularla hiçbir ilgisi olmayan ve Prof. Gören tarafından hiç kullanılmamış olan “kanıtlarınız nerede” gibi bir soru eklenmekte ve buna bir yanıt verilmediği ileri sürülmektedir. Oysa gerçekte Prof. Gören’in yazısında ve “bilinçli tasarım”ı savunan tüm bilim adamlarının çalışmalarında hep kanıt sunulmaktadır ve hiçbir zaman da “kanıt sunmaya ihtiyacımız yok” denmemektedir.
Aslında Bilim ve Teknik dergisindeki Prof. Gören imzalı “Bilinçli Tasarım” makalesiyle, Bilim ve Ütopya’nın buna vermeye çalıştığı “cevabı” inceleyen herkes, Bilim ve Ütopya’nın son derece yanıltıcı bir üslup kullandığını kolaylıkla görebilir. Dergi açıkça, kendisine sunulan pek çok kanıta tamamen yüz çevirmekte, sonra da “kanıt göstermiyorlar, göstermeye de ihtiyacımız yok diyorlar, bunlar dogmatik” şeklinde özetlenebilecek bir çarpıtmaya başvurmaktadır.
Prof. Dr. Dinçer Gülen’in Hayal Dünyası
Yukarıda sözünü ettiğimiz çarpıtma, Bilim ve Ütopya yönetimi tarafından icad edildikten sonra, dergi çevresi tarafından oldukça beğenilmiş görünmektedir. Çünkü Bilim ve Ütopya’nın evrim konusundaki en önde gelen bilirkişilerinden biri olan, bu dergi tarafından düzenlenen konferanslara evsahipliği ve konuşmacılık yapan İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Dinçer Gülen de aynı çarpıtmaya katılmaktadır. Prof. Gülen, “Bilinçli Tasarım Görüşü Bilimsel Değil” başlığıyla yayınlanan açıklamasında, yukarıda belirttiğimiz çarpıtmayı uzun uzun tekrarlamakta, sonra da şu ilginç yorumu yapmaktadır:
“Bilinçli Tasarım” görüşü bilimsel değildir, çünkü kendi sorduklarına bilimsel yanıt veremiyorlar ve her zaman olduğu gibi dinsel görüşleri ortaya atıyorlar.”
Oysa “Bilinçli Tasarım” savunucularının yaptığı şey, bunun tam tersidir. Sordukları soru, “canlılıkta bilinçli bir tasarımın kanıtları var mıdır” sorusudur ve ortaya koydukları deliller buna çok keskin bir “evet” cevabı vermektedir. Dahası, Prof. Gülen’in iddiasının aksine, “dinsel görüşleri” değil, somut bilimsel kanıtları ortaya atmaktadırlar.
Kısacası, İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Dinçer Gülen, kendi kurguladığı mantıkları “Bilinçli Tasarım” savunucularına atfetmekte, sonra da bu mantıkları eleştirmektedir. Oysa okuyucuları ve öğrencileri, bir bilim adamı olarak kendisinden daha tutarlı ve daha objektif bir tutum bekleyeceklerdir.
Prof. Dr. Aykut Kence’nin Deney ve Gözlem Konusundaki Yanılgısı
Bilim ve Ütopya çevresindeki önemli isimlerden biri olan ODTÜ Biyoloji Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Aykut Kence de kampanyaya katılmış ve “Bilinçli Tasarım” hakkında bir şeyler söylemeye çalışmıştır. Ancak Kence’nin söyledikleri, daha önce defalarca geçersizliği açıklanmış bir itirazın ısrarla tekrarlanmasından başka bir şey değildir. Kence’nin itirazı, “gözlem ve deneyle sınanabilirlik” kavramına dayanmaktadır:
“Bu görüş (Bilinçli Tasarım) bilimsel bir görüş değildir…. Deney ve gözlemlerle sınanmayan bir görüşün bilimde yeri yoktur.” (Bilim ve Ütopya, Aralık 2001, s. 35)
Kence’nin anlamak istemediği nokta, gerek evrim teorisinin gerekse bilinçli tasarım açıklamasının, “geçmişte yaşanmış, gözlemlenmesi ve tekrarı mümkün olmayan olaylar”la ilgili olduğudur. Yani buradaki konu, yerçekimi, suyun kaldırma kuvveti, kimya kanunları gibi her an ve sürekli gördüğümüz, gözlemlediğimiz, deneye tabi tutabildiğimiz kavramlar değildir.
Peki bu şekilde olması konuyu bilim dışına çıkarır mı?
Hayır. Çünkü bilim, geçmişte yaşanmış olayların nasıl gerçekleştiğine dair de araştırma yapar. Örneğin evrenin nasıl ortaya çıktığı konusu bilimsel yöntemlerle araştırılmaktadır ve pek çok bilim adamı bu konuda “Big Bang” teorisinde karar kılmıştır. Evrenin büyük bir patlamayla yoktan yaratıldığını savunan bu teori kuşkusuz bilimseldir. Ama elbette gözlemlenemez, deneye tabi tutulamaz. Çünkü geçmişte olmuş ve bitmiştir.
İşte canlıların nasıl ortaya çıktığı sorusu da, evrenin kökeni konusu gibi, doğrudan deney ve gözlem yoluyla değil, ancak deney ve gözlemlerin ortaya koyduğu kanıtların incelenip yorumlanmasıyla, yani çıkarım yapılarak ele alınacak bir konudur. Bundan dolayıdır ki, evrimcilerin “yaratılışı laboratuvarda gözlemleyebilir miyiz, test edebilir miyiz” demeleri, bir demagojiden ibarettir.
Evrimcilerin bu demagojiyle gizledikleri gerçek ise, deney ve gözlemlerin teorilerinin tamamen aleyhinde sonuçlar vermesidir. Evet, evrim teorisi geçmişte yaşanmış olaylarla (canlıların ortaya çıkmasıyla) ilgilidir, ama evrimciler bu olayların bir “süreç”le sağlandığını savunmaktadırlar. Bu durumda sözkonusu sürecin bugün de gözlemlenebilmesi gerekir. Örneğin cansız maddeden canlı mikroorganizmaların doğabildiğini, mutasyonların genetik bilgiyi geliştirdiğini, doğada yeni canlı sınıfları oluştuğunu görmemiz gerekir. Ama bunların hiçbiri yoktur. Deney ve gözlemler doğada bir “evrim süreci” olmadığını göstermektedir.
Doç Dr. Haluk Ertan’ın Yanılgıları I : Zararlı Mutasyonu Evrim Lehinde Kanıt Gibi Sunma
Bilim ve Ütopya yazarları, “Bilinçli Tasarım bilimsel olmayan bir görüştür” mantığını onlarca kez tekrarlamalarına rağmen, Bilinçli Tasarım lehinde öne sürülen delillere karşı hiçbir açıklama getirememişlerdir. Bu konuda bir denemede bulunan tek Bilim ve Ütopya yazarı Doç. Dr. Haluk Ertan ise, yazdıklarıyla gerçekte kendi iddiasını çürütmüştür.
Doç. Dr. Ertan’ın yanılgılarına geçmeden önce, mutasyon kavramının evrim teorisi açısından önemini hatırlatalım: Evrimciler, canlıları bilinçli bir tasarımın ürünü, yani Yaratıcı’nın eseri olarak kabul etmek istemedikleri için, yeryüzündeki milyonlarca farklı canlı türünün olağanüstü sistemlerini, organlarını ve bunları belirleyen genetik yapılarını rastlantısal doğa olaylarıyla açıklamaya çalışırlar. Bu amaçla öne sürdükleri iki “evrim mekanizması”ndan da sadece birisi için “canlılara yeni genetik bilgi katma” rolü biçerler. Bu sözde mekanizma mutasyonlardır. “Sözde” demek gerekir, çünkü bugüne kadar canlıların genetik bilgisini geliştiren tek bir mutasyon dahi gözlemlenmemiş; mutasyonların etkisinin hep zararlı, bozucu hatta kimi zaman öldürücü olduğu görülmüştür.
Evrimcilerin bilinçli tasarıma karşı çıkabilmeleri içinse, canlıları geliştiren, onlara yeni özellikler katan mutasyonlar gösterebilmeleri gerekir.
Nitekim Bilim ve Ütopya yazarı Doç. Dr. Haluk Ertan da, bilinçli tasarım açıklamasına karşı çıkmak için mutasyonlardan söz etmeye karar vermiştir. Dergide yayınlanan “Bilinçli Tasarım değil, Bilinçli Saptırım” başlıklı makalesinde, Michael Behe tarafından gündeme getirilen “bakteri kamçısı” konusunda şunu yazmaktadır:
Bakterilerde kamçı protein genleri ile yapılan mutasyon çalışmalarında, sisteme ait bazı genlerde meydana getirilen yapay bozuklukların, kamçının çalışmasını durdurmadığı, ama bakterinin kimi zaman ortamdaki uyaranı uygun şekilde algılamasını engellediği veya kamçının sola ya da sağa dönüş yönünü düzgün ayarlayamadığı görülmüştür. Yani bu mutant bakterilerde kamçı iş görmekte, ama organizma kendisinden çok etkin bir şekilde yararlanamamaktadır. (Bilim ve Ütopya, Aralık 2001, s. 36)
Kısacası, Doç. Dr. Ertan, bakteri kamçısını tamamen durdurmayan, ancak fonksiyonlarını zayıflatan yani “genetik bilgi kaybına” yol açan mutasyonlardan söz etmektedir. Kuşkusuz bu, evrim teorisi lehinde bir delil olamaz, aksine mutasyonların hiçbir zaman genetik bilgi oluşturmadıklarını, genetik bilginin ancak bilinçli bir yaratılışın eseri olduğunu savunan “Bilinçli Tasarım” açıklaması lehinde bir delildir.
Sayın Ertan bunun ardından insan gözünü etkileyen bazı mutasyonların da renk körlüğüne yol açtığını belirtmektedir ki, burada da aynı durum sözkonusudur.
Sayın Ertan’ın sözkonusu zararlı mutasyon örneklerini vermekteki amacı ise, Prof. Ali Gören’in makalesinde geçen “kamçıyı oluşturan moleküler parçaların tek bir tanesi bile olmasa ya da kusurlu olsa, kamçı çalışmaz” açıklamasını çürütmektir. Oysa bu açıklamada sözü edilen kusur, herhangi bir moleküler parçayı tamamen işlevsiz hale getirecek bir kusurdur. İşlevini yarım gören bir parçanın bir “sistem çökmesi” değil “verimsizlik” meydana getireceği elbette herkes tarafından bilinmektedir.
Sonuçta, Doç Dr. Ertan’ın indirgenemez kompleks organlar hakkında verebildiği yegane mutasyon örneğinin “zararlı mutasyonlar” olduğu ve bunun da evrim teorisi lehinde değil aleyhinde bir delil olduğu gerçeği değişmemektedir.
Doç Dr. Haluk Ertan’ın Yanılgıları II : Çeşitliliği Evrim Kanıtı Sanmak
Evrimciler eğer bakteri kamçısınının veya diğer indirgenemez kompleks organların kökenini açıklamak istiyorsa, bunların hangi doğal seleksiyon-mutasyon aşamaları ile oluştuğunu izah etmeye çalışmalıdırlar. Ama bu, bir arabanın rüzgar ve yıldırımların etkisiyle bir hurda deposundan “kademe kademe” oluştuğunu iddia etmek kadar saçma ve imkansızdır. Bu nedenle konuyu geçiştirmeye ve dikkat dağıtmaya çalışırlar.
Doç. Dr. Haluk Ertan da aynı yöntemi kullanmıştır. Bakteri kamçısının kökenini açıklamaya çalışmak gibi, bir Darwinist için fikren “intihar” sayılacak bir işe girişmektense, diğer mikroorganizmaların kullandığı diğer bazı hareket sistemlerinden bahsetmiş ve konuyu “laf kalabalığı” ile kapatmıştır.
Oysa Sayın Ertan’ın sözünü ettiği diğer hareket sistemleri de son derece komplekstir. Nitekim Michael Behe, Darwin’in Kara Kutusu kitabında bakteri kamçısını (flagella) konu edindiği gibi, diğer bir hareket sistemi olan kirpikçikleri (cilia) de anlatmakta ve bunların da indirgenemez kompleks yapılarını göstermektedir. Doç. Dr. Ertan’ın sözünü ettiği bir üçüncü hareket sistemi olan “gaz kesecikleri” ise, kompleks bir yapıya sahip oluşunun yanında, diğer iki sistemle (flagella ve cilia) hiçbir benzerliği bulunmayan apayrı bir tasarımdır.
Sonuçta Doç. Dr. Ertan, birbirlerinden tamamen farklı tasarımlara sahip olan bir kaç ayrı mikroorganizmal hareket sisteminden söz etmekte ve sözü şu şekilde kapatmaktadır:
Görüldüğü gibi mikroorganizmalar içinde biyolojik yapıların basitinden karmaşığa her çeşitini görmek olasıdır. İşte bu zengin çeşitliliğe dayanarak, dünyamızdaki canlılar içinde, genetik madde değişikliği ve alışverişine en yatkın canlılar olan mikroorganizmalarda kamçı gibi sistemlerin evrimleşmesi mümkün olmuştur. (Bilim ve Ütopya, Aralık 2001, s. 37)
Buradaki mantık, ilk başta verdiğimiz örneğe dönersek, bir arabanın hurda deposundan tesadüfen oluştuğunu iddia eden birisinin, “bunda ne var şaşılacak, zaten yakında bir yerlerde bir bisiklet, bir kay-kay bir de mopet var, bu zengin çeşitlilik içinde hepsi birbirinden yedek parça alışverişinde bulunmuş ve evrimleşmiştir” demesi gibidir. Üstteki alıntıda da birbirinden çok farklı moleküler sistemler sayılmakta, sonra da fazla düşünmeyip bunların bir şekilde evrimleştiğinin kabul edilmesi istenmektedir.
Bu tür bir yaklaşım kuşkusuz bilimsel değil dogmatiktir. Doç. Dr. Ertan, yukarıdaki açıklamasını, buna dair kanıtlar gördüğü için değil, bu açıklamanın doğru olmasını istediği için savunmaktadır. Detayları düşünmekten ve düşündürmekten özenle kaçınmaktadır. Çünkü, o da fark etmektedir ki, konuyu ne kadar detaylı düşünürse, evrim teorisinin bir aldanış olduğunu o kadar açık görecektir.
Doç. Dr. Haluk Ertan, yazısının sonunda bir başka demagojiye daha sığınmış ve “hatalarla dolu sistemler” de olduğunu ileri sürmüştür. Ancak tek bir örnek dahi göstermediği bu iddianın ciddiye alınacak bir tarafı yoktur. Eğer Doç. Dr. Haluk Ertan, “hatalarla dolu sistemler” sandığı biyolojik yapıları açıklarsa, o zaman kendisine bu sistemler hakkındaki yanılgılarını anlatma fırsatı da doğacaktır.
Bir Yargı Bozukluğu Örneği
Evrimciler kendilerini imkansız senaryolara körü körüne inanmaya zorladıkça, mantıklı düşünme ve yargıda bulunma yeteneklerini de köreltmektedirler. Bunun sonucunda, sıradan bir konudaki değerlendirmelerinde dahi şaşırtıcı mantık çelişkileri ortaya çıkmaktadır.
Doç. Dr. Haluk Ertan’ın Michael Behe’yi “bilim dünyasında yayınları atıf almayan bir kişi” olarak gösterme çabası bunun bir örneğidir. Ertan, Behe’nin 2000 ve 2001 yılındaki bazı bilimsel makalelerinin hiç atıf almadığını (başka makalelerde referans gösterilmediğini) belirtmekte, sonra da şöyle yazmaktadır:
Bu sonuçlara bakıp bazı insanlar bilim dünyasının Behe’ye karşı bir önyargı içinde olduğunu düşünebilir. Fakat aynı araştırmacının 1997 yılında, Biochemical and Biophysical Research dergisinde, uzmanlığına ilişkin bir araştırma konusu olan nükleozom oluşumu ile ilgili makalesi, üç (3) atıf almıştır… 1990’lı yılların ortalarına kadar uzmanlık alanında yaptığı yayınlarda bilim dünyasında iyi bir yer edinen Michael Behe’nin, bilim ve akıl dışı dogmatik çözümlemelere girdikten sonra bilim insanlarınca nasıl yalnız bırakıldığı görülmektedir. (Bilim ve Ütopya, Aralık 2001, s. 35-36)
Michael Behe’nin akademik çalışmalarının gerçek değeri ayrı bir konu olarak ele alınabilir. Ama bizim için burada ilginç olan, Doç. Dr. Haluk Ertan’ın mantık örgüsüdür. Üstteki sözlerinde:
1) Önce “bazı insanlar bilim dünyasının Behe’ye karşı bir önyargı içinde olduğunu düşünebilir” diyerek aslında bir önyargı olmadığını izaha girişmektedir.
2) Sonra Behe’nin 1997 yılına (Darwin’in Kara Kutusu’nun yayınlandığı yıla kadar) bilim dünyasında iyi bir yer edindiğini yazmaktadır.
3) Sonra da, kendince sözde “dogmatik çözümlemeler” dediği Bilinçli Tasarım tezinden sonra, Behe’nin yalnız bırakıldığını ileri sürmektedir.
Yani yazdıkları tamamen kendi kendini çürütür niteliktedir!
Bu kadar basit bir mantıksal çelişkinin ne yazarı olan Doç. Dr. Ertan ne de dergi editörleri tarafından görülememesi oldukça şaşırtıcıdır. Bilim ve Ütopya çevresi, fanatizmin aklı körelttiği gerçeğini artık görmelidir.
Bu noktada belirtilmesi gereken bir diğer önemli nokta ise, karşı tarafın akademik düzeyini inkar ederek bilimsel bir tartışmada galip gelmeye çalışmanın çok hatalı bir yöntem olduğudur. Sayın Haluk Ertan nasıl bilimsel araştırmalar yürütmüş, akademik kariyer yapmış ve bunun sonucunda doçentlik unvanı elde etmiş bir bilimadamıysa, Michael Behe de biyokimya alanında önemli araştırmalar yapmış ve doçentlik unvanı elde etmiş bir bilimadamıdır. Bir insan kalkıp da “Haluk Ertan”ın fikirleri önemli değildir, çünkü bilim dünyasında yeri yoktur” dediğinde bu iddia geçerli olmayacağı gibi, Behe için öne sürülecek benzer bir iddia da geçerli olmayacaktır.
Ortada gerek Behe gerekse diğer pek çok “bilinçli tasarım” savunucusu tarafından ortaya konan açık bilimsel gerçekler vardır. Bu gerçeklere karşı “reddiye” yolunu seçmek, “güneş yoktur” veya “ay yoktur” demek gibi bir şeydir ki, ciddiye alınamaz. Bilimsel bir konu bu gibi demagojilerle değil, somut bilimsel veriler üzerindeki görüşlerle tartışılır.
Sonuç: Bilinçli Tasarıma Karşı Bilinçsiz İtirazlar
Bilim ve Ütopya ekibi, “bilinçli tasarım” kavramından neden bu kadar rahatsız olmaktadır, bunu da sorgulamaları gerekir. Doğadaki milyonlarca farklı türde canlının tüm kompleks yapı ve sistemlerini birer “tasarım” olarak nitelendirmek, son derece mantıklıdır. Nasıl bir araba, telefon veya saat için “tasarım” diyorsak, bunlardan daha kompleks yapıdaki canlılar için de “tasarım” diyebiliriz. Bir tasarım olduğuna göre de, bunun “bilinçli” olduğu sonucuna varmak, aklın ve mantığın doğal sonucudur. Acaba bu gerçeğe karşı Bilim ve Ütopya neyi tercih etmektedir? Onlara göre “bilinçsiz tasarım” mı demek gereklidir? İsterlerse bu konuda bir çalışma yapabilir ve “mantıksal olarak, tasarım kavramı bilinci mi yoksa bilinçsizliği mi ifade eder” diye yapabilirler. Varacakları sonuç şudur: Bilinçli tasarım kavramına karşı getirdikleri itiraz, oldukça bilinçsiz bir fanatizmden başka bir şey değildir.
Bilim ve Ütopya çevresi evrim teorisine sahip çıkarken sergilediği mantıksal çelişkileri ve fanatizmi, Kuran ve İslam’ı konu edinirken de sergilemektedir. Derginin Aralık 2001 sayısında yer alan “Postmodern İslamcılık” başlıklı makale bunun yeni bir örneğidir. Makale yazarı Hasan Aydın’ın ve onun gibi düşünenlerin yanılgılarını görmek isteyenler, Harun Yahya’nın Akılsız, Kuran’ı Nasıl Yorumlar adlı eserine başvurabilirler. (http://www.harunyahya.net/imani/akilsiz.html)
Tüm bu umutsuz çabalar, yanılgılar, yargı bozuklukları, fanatik yorumlar, Bilim ve Ütopya’nın dünya görüşündeki çarpıklığın bir sonucudur. Biz yine de olumlu bakıyor ve bu dergi çevresindeki insanların yakında gerçekleri görmeye başlayacaklarını umuyoruz.