Darwin”in evrim teorisine inananlar, körü körüne bağlanmış oldukları teoriyi savunmak için umutsuz bir çaba içindeler. Ancak hem bu teorinin savunulacak bir tarafı kalmadığı, hem de kendileri konu hakkında hemen hiç bir şey bilmedikleri için, son derece mantıksız iddialarla ortaya çıkıyorlar. Son günlerde iki ayrı isim tarafından dile getirilen “
evrim teorisini çürütmek istiyorsanız, milyonlarca yıl öncesinin insan fosillerini bulun, yoksa bu teori doğrudur” şeklindeki büyük “buluş”, bunun son örneği.
Bu iddia ilk olarak Hürriyet gazetesi yazarlarından Özdemir İnce tarafından “Gerici Darwin 2001” başlıklı bir yazıyla dile getirildi. İnce, 29 Nisan 2001 tarihli yazısında, evrim hakkında ne kadar “bilimsel” bir kriter koyduğunu şöyle ilan ediyordu:
“Kafam diyalektik düşünce yönteminin afyonuna alışkın olduğu için, Harvard Üniversitesi ve MIT (Massachusetts Institude of Technology) muhitlerinde bir araştırma yaptım. Bilim çevrelerinden aldığım görüş şöyle: “Darwin”in gözleme dayalı kuramının yanlış olduğunun kanıtlanması için, en azından 6 milyon yaşında ama günümüz insanının özelliklerine sahip bir iskelet kalıntısı bulmak gerekir. Darwin”in kuramını çürütecek, moleküler ayrıntılara ilişkin sorular henüz yanıtsızdır.” “6 milyon yaşında iskelet” koşulu zihnimi bulandırdı. Muhterem milletvekilleri Darwin”i “mat” edecek boyle bir kanıtı soru önergelerine eklediler mi acaba? Çünkü, Darwin”in Evrim Kuramı”nı çürütmek için 6 milyon yaşında insan iskeleti kalıntısı bulmaları gerekiyor.”
Gerçekten de “diyalektik düşünce afyonu”nun bir ürünü olan bu iddia, 29 Mayıs 2001 günü ise, Star TV“de “Günaydın Türkiye” programında, programın sunucusu Metin Uca tarafından tekrarlandı. Uca, evrime büyük bir delil bulduğu düşüncesinin kendisine verdiği güvenle, “600 bin yıllık insan bulamayan bir kişinin, evrim teorisini çürütemeyeceğini, bu yüzden teorinin bilimsel olarak kanıtlanmış bulunduğunu” ileri sürdü. Uca, bir yandan da Türk evrimcilerden felsefeci Yaman Örs”ün Evrim adlı kitabını tanıttı.
Oysa her iki evrimci yayında (Özdemir İnce”nin yazısında ve Metin Uca”nın programında) büyük bir bilimsel kriter gibi gösterilen, büyük bir kendinden eminlikle sunulan “eski insan fosili bulma” iddiası, aslında sözkonusu Darwinist yorumcuların konu hakkında ne kadar bilgisiz olduklarını göstermektedir. Konu biraz incelendiğinde, her iki Darwinistin de, Darwinizm”e onun ne olduğunu bile anlamadan inandıkları ortaya çıkmaktadır.
Fosiller, Canlıların “Evrimleşerek” Değil, Aniden Ortaya Çıktıklarını Göstermektedir
Özdemir İnce veya Metin Uca gibi isimler, öncelikle evrim teorisinin neyi iddia ettiğini ve kendisine delil olarak neleri aradığını bilmelidirler. Evrim teorisi, “bundan 6 milyon yıl önce insan yaşıyor muydu, yaşamıyor muydu” gibi bir soruya dayanmaz ki, bu teorinin çürütülmesi için “6 milyon yıllık insan fosili” bulmak gereksin.
Yeryüzünde halen yaşayan veya daha önce yaşayıp da soyu tükenmiş olan canlıların hangi jeolojik devirlerde ortaya çıktıkları, bulunan fosiller üzerinde yapılan yaş tayini metodlarıyla belirlenen teknik bir konudur. Bu konu hakkında bir tartışma da yoktur. Hangi jeolojik devirde hangi canlıların fosillerine rastlanıyorsa, buna göre bir doğa tarihi belirlenmiştir. Bu doğa tarihi, evrim teorisini benimseyen veya “bilinçli tasarımı” savunan tüm paleontologlar tarafından kabul edilen bilimsel verilere dayanır.
Mesele ise, bu canlıların “ne zaman” ortaya çıktıkları değil, “nasıl” ortaya çıktıklarıdır.
Evrim teorisi “nasıl” sorusuna, “her canlı ortak bir atadan gelmiş, kademeli değişimlerle uzun zaman içinde farklılaşmıştır” iddiasıyla cevap verir.
Yaratılış ise aynı soruya, “her temel canlı grubu, kendi özgün özellikleri ile tasarlanıp yaratılmış ve dünya üzerinde daha önceden bir atası olmadan ortaya çıkmıştır” diye cevap verir.
Fosil kayıtları ise, açıkça ikinci cevabın doğru olduğunu göstermektedir. Bu, evrim teorisine inanan paleontologlar tarafından da itiraf edilen bir gerçektir. Ünlü biyolog Francis Hitching, The Neck of the Giraffe: Where Darwin Went Wrong adlı kitabında bu konuyu şöyle açıklar:
Eğer fosiller buluyorsak, ve eğer Darwin”in teorisi doğruysa, o halde kayaların belirli bir grup yaratığın, daha kompleks bir başka grup yaratığa doğru küçük kademelerle evrimleştiğini gösteren kalıntılar ortaya çıkarması gerekir. Bu nesilden nesile ilerleyen “küçük gelişmelerin” son derece iyi korunmuş olması gerekir. Ama durum hiç de böyle değildir. Aslında, bunun tam tersi doğrudur. Darwin”in “sayısız ara form olmalı, ama bunları neden yeryüzünün sayısız katmanında bulamıyoruz” derken yakınmış olduğu gibi. Darwin, fosil kayıtlarındaki bu “olağanüstü eksikliğin” sadece daha fazla fosil kazısı yapmakla ilgili olduklarını düşünmüştür. Ama her ne kadar yeni fosil kazısı yapılırsa yapılsın, bulunan türlerin neredeyse hepsinin, istisnasız, bugün yaşamakta olan hayvanlara çok benzediği ortaya çıkmıştır. (Francis Hitching, The Neck of the Giraffe: Where Darwin Went Wrong, Tichnor and Fields, New Haven, 1982, s. 40)
Hitching bunları 80″li yıllarda yazmıştır, o zamandan bu yana ise fosillerin Darwinizm”e olan darbesi giderek büyümüştür. Fosil biliminin ortaya çıkardığı çok önemli bir gerçek, Darwinizm”in temel iddiası olan “Hayat Ağacı”nın hayal ürünü olduğudur. Bu hayat ağacı, farklı canlı gruplarının tek bir atadan geldiğini ve zaman içinde yavaş yavaş farklılaştıklarını varsayar. Oysa bulgular, bilinen temel canlı grupları olan “filumların” tamamına yakınının, kısa bir jeolojik dönemde (Kambriyen Devirde) aniden ortaya çıktığını göstermektedir. (James W. Valentine, “Why No New Phyla after the Cambrian? Genome and Ecospace Hypotheses Revisited,” Palaios 10 (1995): 190-94)
Darwinizm”in dünya çapındaki en önemli eleştirmenlerinden biri olan Berkeley Üniversitesi profesörü Philip Johnson, paleontolojinin ortaya koyduğu bu gerçeğin, Darwinizm”le olan açık çelişkisini şöyle açıklamaktadır:
“Darwinist teori, canlılığın bir tür “giderek genişleyen bir farklılık üçgeni” içinde geliştiğini öngörür. Buna göre canlılık, ilk canlı organizmadan ya da ilk havyan türünden başlayarak, giderek farklılaşmış ve biyolojik sınıflandırmanın daha yüksek kategorilerini oluşturmuş olmalıdır. Ama hayvan fosilleri bizlere bu üçgenin gerçekte başaşağı durduğunu göstermektedir: Filumlar henüz ilk anda hep birlikte vardır, sonra giderek sayıları azalır.” (Philip E. Johnson, “Darwinism”s Rules of Reasoning”, Darwinism: Science or Philosophy, Foundation for Thought and Ethics, 1994, s. 12)
Bu olgu giderek inkar edilemez hale gelmektedir. En son olarak New York Times gazetesinin 22 Mayıs 2001 tarihli sayısındaki “Fossil Findings May Force Revisions in the History of Life” ( Fosil Bulguları, Yaşamın Tarihinde Revizyonlar Gerektirebilir) başlıklı makalede, şu yorumlar yapılmıştır:
“Uluslararası bir grup bilim adamı tarafından yapılan araştırmalar, (doğa tarihinde) giderek artan bir çeşitlilik olmadığı anlamına geliyor. Gerçekte, yeni sonuçlar, yaşamın çeşitlilik düzeyinin çok kısa bir sürede zirveye çıktığını ve orada kaldığını, yaşamın gerçek çeşitlilik zirvesinin 400 milyon yıldan daha önce geldiğini ve sonra gittiğini gösteriyor… Bu, yaşamın çeşitliliği hakkında uzun zamandır kabul edilen görüşleri sorguluyor.”
Bu gibi gelişmeler yaşanırken, Türkiye”deki Darwinistler”in “6 milyon yıllık insan fosili isteriz, yoksa Darwinizm”e inanmaya devam ederiz” gibi sığ yorumlarla kendilerini aldatmaları, kuşkusuz sadece—kendi ifadeleriyle—kafalarındaki “diyalektik afyonu” göstermektedir. Çünkü bilime rağmen evrim teorisine inanmaktadırlar ve bunun tek nedeni, diyalektik materyalist felsefeye olan dogmatik bağlılıklarıdır. (Hürriyet yazarı Özdemir İnce “6 milyon yıl” yorumunu “Harvard ve MIT çevrelerinden” aldığı iddiasındadır, ama büyük olasılıkla bu kaynakları yanlış anlamıştır. Çünkü sözkonusu üniversitelerdeki evrimciler, dogmatik de olsalar, bu kadar sığ bir iddiayla ortaya çıkmazlar.)
Darwin”in Kendi Kıstasları, Evrim Teorisini “Kesinlikle Yıkmakta”dır
Özdemir İnce, Metin Uca ve benzeri Darwinistler eğer gerçekten bilimsel kıstaslar ortaya koymaya ve buna göre Darwinizm”i sorgulamaya niyetlilerse, önce Darwin”in kendi koyduğu kıstasları dikkate almalıdırlar. Çünkü Darwin, Türlerin Kökeni adlı kitabında teorisinin nasıl yanlışlanabileceğini çok somut şekilde açıklamıştır.
Bu konuda iki örnek vereceğiz. Birincisi, Darwin”in fosiller hakkındaki kıstasıdır. Türlerin Kökeni“nde aynen şöyle yazmıştır:
“Eğer teorim doğruysa, türleri birbirine bağlayan sayısız ara-geçiş türleri mutlaka yaşamış olmalıdır… Bunların yaşamış olduklarının kanıtları da sadece fosil kalıntıları arasında bulunabilir.” (Charles Darwin, The Origin of Species: A Facsimile of the First Edition, Harvard University Press, 1964, s. 179)
Bu kıstasa göre Darwin”in teorisi doğru değildir. Çünkü sözkonusu teorik ara geçiş türlerine ait fosiller yoktur, 150 yıldır aranmasına rağmen bulunamamıştır. Bu gerçek evrimci paleontologlar tarafından da kabul edilir. Evrimcilerin 19. yüzyıldan bu yana öne sürebildikleri tek tük “ara form adayları”nın böyle bir özellik taşımadığı da bir bir anlaşılmıştır. Tüm zamanların en büyük ara form adayı olan Archaeopteryx“in evrimcilerin iddia ettiği gibi “kuşların ilkel atası” olmadığı, bu canlıdan 70 milyon yıl daha eski olan gerçek bir kuş fosilinin 2000 yılında bulunmasıyla (Longisquama insignis) ortaya çıkmıştır.
(Ayrıntılı bilgi için bkz. Harun Yahya, DNA”daki Yaratılış Mucizesi [2000]; http://www.netcevap.org/milliyet000625.html)
Bu durumun yeni fosil bulgularıyla değişmeyeceği de anlaşılmaktadır. Amerikalı paleontolog R. Wesson, 1991″de yayınlanan Beyond Natural Selection adlı kitabında evrimin fosil çıkmazını şöyle açıklamaktadır:
“Ne var ki, fosil kayıtlarındaki boşluklar gerçektir. Herhangi bir (evrimsel) soyoluşumunu gösterecek kayıtların yokluğu, son derece olgusaldır. Türler genellikle çok uzun zaman dilimleri boyunca sabit kalırlar. Türler ve özellikle cinsler hiç bir zaman yeni bir türe ya da cinse doğru evrim göstermezler. Bunun yerine, bir tür ya da cinsin bir diğeriyle yer değiştirdiği gözlenir. Değişim ise çoğunlukla anidir.” (R. Wesson, Beyond Natural Selection, MIT Press, Cambridge, MA, 1991, s. 45)
Darwin”in, teorisini test etmemiz için gösterdiği ikinci büyük kıstas ise, bir organın daha küçük parçalara ” indirgenebilir” olup olmadığıdır. Yine Türlerin Kökeni”nde şöyle yazmıştır:
Eğer birbirini takip eden çok sayıda küçük değişiklikle kompleks bir organın oluşmasının imkansız olduğu gösterilse, teorim kesinlikle yıkılmış olacaktır. (Charles Darwin, The Origin of Species: A Facsimile of the First Edition, Harvard University Press, 1964, s. 189)
Bunun manası şudur: Evrim teorisi, canlıların tüm sistemlerinin, önceden belirlenmiş bir plan olmadan, tesadüflerle ortaya çıktığı iddiasındadır. Bu tesadüflerin arasından, canlıya fayda sağlayanların kalıcı hale geldiğini, böylece sistemlerin çok basit bir formdan başlayarak uzun zaman içinde aşama aşama geliştiğini öne sürmektedir. (Örneğin Darwinizm”e göre, canlılar, daha önceden hiç gözleri yok iken, tesadüfi mutasyonlar sayesinde “aşama aşama” göz kazanmış olmalıdır.)
Oysa canlı bedenlerindeki karmaşık organların hemen hepsi, tek bir parçası dahi eksik olsa işe yaramayacak organlardır. Bunların “aşama aşama” gelişmiş olması mümkün değildir, çünkü sistem eksiksiz olmadıktan sonra canlıya hiç bir avantaj sağlamamaktadır. Amerikalı biyokimya profesörü (Lehigh Üniversitesi, Pennsylvania) Michael J. Behe”nin 1996″da yayınlanan “Darwin”in Kara Kutusu: Evrime Karşı Biyokimyasal Başkaldırı” adlı kitabıyla bilim dünyasına kazandırdığı” indirgenemez komplekslik” kavramı, Darwinizm”in bu çıkmazını ifade etmektedir.
Behe ve onun gibi “bilinçli tasarım” teorisini savunan pek çok bilim adamı tarafından detayları ortaya konan pek çok “indirgenemez kompleks” organ ve sistem (örneğin insan gözü, gözün biyokimyasal sistemi, kan pıhtılaşma sistemi, bakteri kamçısı, hücre için organeller, DNA ve onu işleyen enzimler gibi), Darwin”in korkusunu gerçeğe dönüştürmektedir. “Birbirini takip eden çok sayıda küçük değişiklikle kompleks bir organın oluşmasının imkansız olduğu” gösterilmekte ve bu ikinci kıstasa göre de Darwin”in teorisi “kesinlikle yıkılmaktadır”.
Sonuç
Ne yazık ki ülkemizdeki bir kesim, Darwinizm”i sahip olduğu dünya görüşünün değişmez bir parçası olarak kabul etmekte ve her ne surette olursa olsun bu dogmatik inançtan vazgeçmemektedir. Bu kesimin mensupları, gerçekte evrim teorisi hakkında sadece kulaktan dolma, “68 kuşağı” döneminden kalma bilgilere sahiptirler. Bu teoriye gelen tüm eleştirilere de son derece tutucu ve katı bir biçimde kulaklarını tıkamaktadırlar. Evrim teorisini çürüten bilimsel çalışmalar veya bu teorinin bilimsel geçersizliği ifade eden herhangi bir açıklama, morallerini fena halde bozmaktadır. Cevap vermeye kalktıklarında ise, konu hakkındaki derin bilgisizlikleri nedeniyle, bu yazıda ele aldığımız gibi “evrimi çürütmek için 6 milyon yıllık insan isteriz” şeklinde gülünç iddialarla ortaya çıkmaktadırlar.
Bu bağnaz tavırdan bir an önce vazgeçmeleri, “diyalektik afyon”dan sıyrılıp açık fikirli ve samimi olmaları kuşkusuz onların yararınadır. O zaman, tüm hayatları boyunca Darwinizm”in bilimsel bir gerçek olduğu yalanıyla aldatıldıklarını görecek ve bu yalan tarafından gizlenmiş olan yaratılış gerçeğini kavrayacaklardır. Bir başka deyişle, kendilerini yaratmış olan Allah”ın mutlak varlığıyla karşılaşacaklardır.