Sabah yazarı Sayın Emre Aköz 29 Eylül 2003 tarihli sütununda sitemize yer verdi. Sayın Aköz”ün sitemizin içeriğini detaylı biçimde incelemesi ise yerinde olacaktır. Çünkü evrim ve yaratılış konusunda bazı ciddi yanılgılar içindedir. Bu yanılgıların açıklamalarını, daha önceki yazılarımızda olduğu gibi, bu yazıda da bilimsel verilere dayanarak yapacağız.
Emre Aköz”ün “Biyolojik Değişim” ile “Evrim”i Birbirine Karıştırması
Emre Aköz”ün konu hakkındaki ilk yanılgısı, yaratılışı tanımlarken ortaya çıkmaktadır. Sayın Aköz şöyle yazmaktadır:
“Biliyorsunuz, insan da dahil olmak üzere, canlıların varlığına ilişkin iki temel kuram (teori) var. İlkine “Yaradılış Kuramı” deniyor. Bu kurama göre canlılar değişmez. Her canlı ne ise odur. Diğerine ise “Evrim Kuramı” deniyor. Bu kurama göre tüm canlılar evrim geçirir. Yani genlerinde meydana gelen değişiklikler sonucu ortaya yeni yeni canlılar çıkar.”
Sayın Aköz”ün bu tanımlaması hatalıdır; çünkü canlıların yaratılışı konusunda hiçbir biyolojik değişimin kabul edilmediğini sanmaktadır. Biyolojik değişimin varlığının da sadece evrim teorisi tarafından kabul edildiğini varsaymaktadır.
Oysa durum hiç de böyle değildir. Bugün dünyada canlıların yaratıldığını savunan bilim adamlarının hiç biri “canlılar biyolojik değişim geçirmez” gibi bir tez savunmamaktadırlar. Canlı türlerinin kendi içlerinde genetik varyasyonlar ortaya çıkardıkları, bu varyasyonların coğrafi dağılım uyarınca farklı alt türler üretebildiği, bilinen ve herkesçe kabul edilen bilimsel bir gerçektir.
Ama burada bir püf nokta vardır: “Varyasyon” olarak da bilinen söz konusu biyolojik değişim hiç bir zaman yeni bir genetik bilgi ortaya çıkarmaz. Dahası, her türün değişiminin belirli bir genetik sınırı vardı. Dolayısıyla bu değişimler, milyonlarca yıl sürse de, yeni canlı kategorileri üretemez. Köpekler hep köpek, atlar hep at olarak kalır; hiç bir zaman deve veya inek haline gelmezler.
Bu konuyu ele alan en önemli kaynaklardan biri, her ikisi de yaratılışçı olan biyoloji profesörü Lane P. Lester”ın ve moleküler biyolog Raymond G. Bohlin”in birlikte kaleme aldıkları Natural Limits to Biological Change (Biyolojik Değişimin Doğal Sınırları) adlı kitaptır. Lester ve Bohlin, kitabın girişinde şöyle yazmaktadırlar:
Yaşayan organizmaların popülasyonlarının, belirli bir zaman dilimi içinde anatomi, fizyoloji, genetik yapı vs. açısından değişim gösterdikleri, tartışılmayan bir gerçektir. Geriye kalan zor mesele, şu sorunun cevabıdır: Ne kadar değişim mümkündür ve bu değişimler hangi mekanizma ile oluşur? Bitki ve hayvan yetiştiricileri, canlıların değiştirilebilirliği konusunda etkileyici örnekleri bir araya getirebilirler. Ama bir yetiştirici işe köpekle başladığında sonuçta yine köpek elde etmektedir, farklı ve garip görünümlü bir köpek bile olsa bu, sonuçta köpektir. Meyve sineği meyve sineği olarak kalmakta, güller gül olarak kalmaktadır. 1
Bu alandaki en ünlü isimlerden biri olan Luther Burbank, türler içindeki değişimi sınırlayan görünmez bir kanunun olduğu görüşündedir:
“Tecrübelerimden biliyorum ki, bir buçuk ile altı santimetre arasında bir erik yetiştirebilirim. Ama itiraf edeyim ki, bir bezelye kadar küçük veya bir greyfurt kadar büyük erik elde etme çabası başarıyla sonuçlanmayacaktır… Kısacası, muhtemel sanılan gelişmelerin sınırları vardır ve bu sınırlar bir kanuna tabidir… Bu, ilk hale yani ortalama (vasat) boyuta dönme kanunudur… Geniş çaplı deneyler daha önceden gözlemle tahmin ettiğimiz sonuçları onaylayan bilimsel deliller ortaya koymuştur. Yani bitkiler ve hayvanlar sonraki nesillerde vasat boyutlarına veya yapılarına geri dönmeye eğilimlidirler… Kısacası, tüm canlıları belirli bir sınırda bulunmaya zorlayan bir çekim kuvveti vardır.” 2
Geçmişte Darwin”in olduğu gibi Sayın Emre Aköz”ün yanılgısı ise, canlılarda görülen değişimin sınırsız olduğunu ve uzun zamana yayıldığında yepyeni canlı kategorileri oluşturabileceğini sanmalarıdır. Darwin, kendi zamanında genetik bilinmediği için böyle sanmış, örneğin ayıların zamanla değişe değişe balinalara dönüştüğünü ileri sürmüştür. Bu görüşün tamamen yanlış olduğunu günümüzün evrimci biyologları da kabul etmektedirler.
Dünyanın önde gelen antropologlarından Loren Eisley bunu şöyle açıklar:
“Atların veya lahanaların kalitelerini yükseltmek için yapılan üretim şekli, sonsuz bir biyolojik değişime, yani evrime giden bir yol değildir. Bu tür yapay üretimlerin evrime kanıt olarak kullanılması gerçekten tuhaf bir durumdur.” 3
Sayın Emre Aköz”ün yaratılış-evrim tartışmasını, “biyolojik değişimin varlığını kabul edip etmemek” gibi hayali bir kıstasa bağlaması da buna bir örnektir.
Darwin”in İnancı Konusundaki Yanılgı
Sayın Aköz”ün bir diğer yanılgısı, Darwin”in inancı hakkındadır. Şöyle yazmıştır:
“Darwin”in… kendisi iyi bir Hıristiyan. Hatta bir dönem din adamı olmayı dahi düşünmüş.”
Gerçekte Darwin bir ara “din adamı olmayı düşünmüş” değildir. Babası Robert Darwin, 1827 yılında, onu Cambridge Üniversitesi”nin teoloji bölümüne kaydettirmiş, ancak kendisi teoloji öğrenmek istemediği için bu okulu yarım bırakmıştır. Hayatının ilk dönemlerinde Hıristiyan inancına bağlı olmasına rağmen, evrim teorisini geliştirmesine paralel bir biçimde, inancını yitirdiği, giderek ateizme kaydığı, bilinen bir gerçektir. Ateizmini açıkça ifade etmeyişinin tek nedeninin, dindar bir Hıristiyan olan eşi Emma Darwin”i üzmemek olduğu, Darwin biyografilerinde sıkça anlatılır. Hatta 1876″da yazdığı, ancak ölümünden sonra yayınlanan otobiyografisinde, Hıristiyanlık karşıtı oldukça sert bir pasajı da yine Emma Darwin”in ısrarı üzerine kitaptan çıkarmıştır.
Darwin”in kimliği bir yana, bir teori olarak Darwinizm”i Allah inancı ile uzlaştırma çabası boşunadır. Kendisi de bir evrimci olan Kanadalı düşünür William Provine şöyle der:
“Yaratılışçıların iddia ettigi gibi modern evrime inanış, insanları ateist yapar. İnsanlar evrime uyumlu bir dini görüşe sahip de olabilirler, ama ancak ve ancak söz konusu dini görüş ateizmden ayırdedilemeyecek kadar farksız ise.” 4
“Korku” ve “Hakaret” Demagojileri
Yazısına bakıldığında Emre Aköz”ün meseleyi bilimsel kanıtlardan ziyade, demagoji ve polemik yoluyla ele almak istediği anlaşılmaktadır. Sayın Aköz”ün iki ifadesi dikkat çekicidir:
1) Yazısına seçtiği “Darwin”den niye korkuyorlar?” başlığı.
2) Yaratılışı savunanların yaklaşımını açıklamak için kullandığı “evrim kuramının daha makul, daha geçerli bir düşünce yapısı olduğunu düşünenleri eleştirmeli, hatta hakarete varan bir biçimde suçlamalı” cümlesi.
Oysa biz ne Darwin”den korkuyor ne de ona inananları eleştirirken “hakarete varan bir biçimde suçluyoruz”.
Sitemizi inceleyen herkes açıkça görebilir ki; hiç kimseye hakaret edilmiyor, aksine oldukça düzeyli bir dille, medya mensuplarının bilimsel yanılgıları ortaya konuluyor. Bunun bir “Darwin korkusu”ndan kaynaklandığını düşünmek ise mantıklı olmaz. Darwin”den, Darwinizm”den “korksa” idik, herhalde bu teorinin bilimsel geçersizliğini açıkça ve entelektüel anlamda ortaya koyan bir site açmazdık.
Bir fikirden korkan kimse, onu alayla, hakaretle veya gözardı ederek “susturmaya” çalışır. Biz ise “gelin bu meseleyi tartışalım” diyoruz. Sadece ilgili köşe yazarlarına değil, Türkiye”nin tüm Darwinist bilim adamlarına aynı çağrıyı yapıyoruz: Gelin, Darwinizm”i bilimsel bir teori sanmaktan, bunun aleyhindeki sayısız bilimsel kanıta gözlerinizi kapamaktan vazgeçin…
Son olarak, Emre Aköz”ün yazısındaki bir tutarsızlığı belirletelim:
Sitemize “korku” ve “hakaret” suçlamarını yönelten Sayın Aköz, yazısının başında söylediğine göre, sitemizi hiç görmemiştir.
Peki hiç görmediği bir sitede “korku” ve “hakaret” olduğu gibi bir “tespit”i nasıl yapabilmektedir?!…
Kuşkusuz bu bir tespit olamaz. Ancak “dayanaksız bir suçlama” olabilir. Bizzat kendi cümleleri bunu ele vermektedir.
Sayın Aköz”den daha tutarlı ve sağduyulu eleştiriler bekliyoruz…
1) Lane P. Lester, Raymond G. Bohlin, Natural Limits to Biological Change, 1989, s. 13-14
2) Norman Macbeth, Darwin Retried, Boston, Gambit INC., 1971, s.36.
3) Norman Macbeth, Darwin Retried, Boston. Gambit INC., 1971, ss.35-36.
4) William Provine, “No Free Will,” Catching Up with the Vision, Ed. By Margaret W. Rossiter (Chicago: University of Chicago Press, 1999) s. 123 .