Bilim ve Ütopya dergisinin Nisan 2003 sayısında “Evrim Gerçeği” başlıklı bir yazı yayınlandı. Aleaddin Şenel tarafından alınan yazı evrimcilerin, özellikle de bilgili olmayan evrimcilerin içinde bulunduğu çaresizliğin en son örneklerinden birini oluşturuyordu. İnandığı diyalektik materyalist felsefe uğruna evrim teorisini geçersiz kılan bilimsel bulguları bir türlü kabullenmeyen Şenel, daha önce bilimsel cevabını sitemizden defalarca aldığı yanılgıları tekrarlıyor; yersiz bir heyecanla evrimi bir gerçek, bir olgu ilan ediyordu. Ancak Şenel”in evrime kanıt olarak sunduğu dayanaklar ve kullandığı “kendinden emin” üslup, sadece yazarın bilimsel gerçeklere uzaklığının bir göstergesiydi. Burada Şenel”in iddialarına yanıt verilecek ve söz konusu yazıdaki yanılgıları gözler önüne serilecektir.
Şenel Demode Evrim Deneylerinden Vazgeçip Güncel Bilimi İzlemelidir
Şenel, yazının ilk cümlelerinde bir tür meydan okuma ortaya koymaktadır. Parantez aralarında verdiği ifadelerle evrimin sözde kanıtlarını açıklayacağı gibi bir üslup takınmakta ve şunları söylemektedir:
“Geçmişte neyse ne! Ama günümüzde yaratılış mitosunun karşısında (dev gibi) evrim gerçeği durmaktadır. Çağımızda bilimsel düşünüş ve araştırma, evrimin bir kuram olmaktan öte; bir olgu, bir gerçek olduğunu(bunu göreceğiz) ortaya koymuş bulunmaktadır.”
Şenel”in bu iddialı çıkışı karşısında insanın aklına “Şenel, diğer evrimcilerin bilmediği birşey mi biliyor?” sorusu gelmektedir. Çünkü Darwin”in evrim teorisi, ortaya atıldığı günden bu yana tam 150 sene geçmiş olmasına karşın ispatlanamamıştır. Sitemizi takip edenlerin de yakından bileceği gibi, teori sadece propagandayla ayakta tutulmaktadır. Evrimin nasıl gerçekleşmiş olabileceğine dair çok sayıda iddia ortaya konmuş olmasına rağmen bunların birer birer geçersizliği anlaşılmış, ancak ideolojik endişeler yüzünden teorinin rafa kaldırılmamıştır.
Şenel”in verdiği örneklere bakıldığında, kendisinin aynı propagandaya, ancak oldukça amatör bir şekilde, giriştiği görülmektedir. Yazar, “Evrim kuramlarından evrim olgusuna” altbaşlığını taşıyan bölümde, cansız varlıktan canlıya geçiş (abiogenesis) araştırmalarından söz etmekte ancak bu konuda tamamıyla “demode” evrimci girişimleri örnek vermektedir. Şenel, RNA halkalarının sentezi çalışmalarını ve Urey-Miller deneyini sanki bilimsel kanıt gibi göstermektedir. Ancak Şenel”in bu iki örneği, ortaya koydukları sonuçlarla teoriye hiçbir destek sağlamayan, artık evrimci literatürde bile başvurulmayan girişimlerdir.
Urey-Miller deneyi, 1953 yılında Chicago Üniversitesi”nde yapılan bir amino-asit sentezi deneyidir. Kimyacı Stanley Miller, hocası Harold Urey ile beraber, bir deney düzeneği kurmuş, düzenekte hapsettiği gazları 1 hafta boyunca ısıtmıştır. Bu 1 haftanın sonunda çeşitli aminoasitlerin ortaya çıktığı görülmüştür.
Bilim ve Ütopya yazarı, “Urey-Miller deneyiyle, bazı gazların etkisiyle, etin, proteinin temelini oluşturan aminoasitlerin sentezlenebileceği gösterildi” diyerek bunu evrime dayanak göstermektedir.
Şenel burada öncelikle deneyin çarpık yönlerini gözardı etmektedir. Yazarın “bazı gazlar” diyerek tanımladığı gazlar, deneyin taklit etmeyi amaçladığı ilkel dünya atmosferinde olmadığı daha sonradan anlaşılan gazlardır. Miller, deneyinde metan, amonyak, su buharı ve hidrojen kullanmıştı. Metan ve amonyak seçmesinin nedeni bu gazların aminoasit sentezlemeye uygun olmasıydı. Ancak jeoloji biliminin bulguları ilkel atmosferde metan ve amonyak bulunmasının mümkün olmadığını gösterdi. Nitekim Miller da kısa süre sonra kullandığı gazların ilkel dünya atmosferini yansıtmadığını kabul etti. Bu gelişmelerle Miller deneyi sonuçlarının hayatın oluşumu senaryolarına dayanak gösterilmesinin hiçbir dayanağı kalmadı.
Kaldı ki deneyde kullanılan gazların doğru olduğu kabul edilse bile, Şenel”in iddiası, yani proteinlerin tesadüfen oluşabileceği iddiası yine geçersizdir. Çünkü proteinler yirmi farklı çeşitte bulunan aminoasitlerin belli sırada dizildiği ve üç boyutta belli bir şekilde katlanan zincirlerdir. Herhangi bir protein zincirinin bir halkasına, doğru aminoasitin tesadüfen gelme ihtimali 1/20″dir. Bu ihtimalin 200 aminoasitten meydana gelen bir proteinde 200 halkanın her biri için doğru gerçekleşmesi gerekir. Tek bir aminoasitin hatalı yerleşmesi proteini anlamsız bir yığın haline dönüştürecektir. Yani Miller deneyinde olduğu gibi aminoasitler ilkel atmosferde oluşsa bile, bunların tesadüflerle bir protein meydana getirme ihtimali “sıfır”dır. Ne var ki bazı evrimciler, ki Şenel de bunlara dahildir, Miller deneyini iddialı anlatımlarla okuyucularına kabul ettirmeye çalışabilmektedirler. Ancak hiçbir Darwinist propaganda bu basit gerçeği, yani sıfırın daima sıfır olduğu gerçeğini değiştirmez. (Detaylı bilgi için bkz. Miller Deneyi)
Şenel”in ikinci demode dayanağı RNA molekülünü sentezleme çalışmalarıdır. Yazar, ilk canlıyı oluşturduğu düşünülen DNA benzeri RNA karmaşık molekülünün 80 halkasından 14″ünün sentezlenmiş olduğunu belirtmekte ve bunu evrime kanıt göstermektedir.
Şenel”in burada anlamakta zorluk çektiği nokta, laboratuvarda gerçekleştirilen RNA sentezi çalışmalarında RNA”nın tamamı sentezlense, hatta cansız maddeden canlı madde üretilse dahi bunun evrime değil bilinçli tasarıma kanıt olacağıdır. Kuşkusuz böyle bir başarı ancak çok büyük finansman gücü, yüksek teknoloji ve deneyimli uzmanların bilgisiyle, eğer gerçekleştirilebilirse, mümkün olacaktır. Evrimcilerin bu durumdan teorilerine çıkarabilecekleri bir pay olmayacaktır çünkü evrim teorisi canlılığın laboratuvar ortamında olduğu gibi kontrol edilen bir süreçte değil tesadüfen ortaya çıktığını savunmaktadır. Evrim teorisi bu çalışmada rol oynayan insanların yani bilinçli aracıların da varlığını reddeder. Canlılığa getirilebilecek tek açıklama olan bilinçli tasarım ise tam da bu çalışmada ortaya çıkacak çerçeveyi çizmektedir: Canlılığın temelindeki komplekslik, tesadüfi doğa olayları, rastgele mutasyonlar ve doğal seleksiyonla değil; bilinçli tasarımla açıklanabilir.
Teknolojinin ilerlemesiyle bir gün insanoğlu Mars”a gidip gelebilecek özellikte bir uzay gemisi geliştirebilirse “insan bunu başardı, demek ki doğadaki malzemeler milyarlarca yıl içinde kör tesadüflerle biraraya gelip böyle bir uzay gemisi meydana getirebilirler” denmesi çok saçma olur. İnsanların birtakım organik molekülleri sentezlemeleri de yine aynı şekilde bu moleküllerin tesadüfen oluştukları tezine değil, bilinçli olarak yaratıldıkları açıklamasına kanıt olacaktır.
RNA”ya Dayalı Evrim Senaryoları Evrimciler Tarafından da Terk Edilmiştir
Şenel”in evrim teorisine dayanak gösterdiği, RNA sentezi çalışmaları artık terk edilmiştir. Tüm bu çalışmaların başlangıç noktası hayatın kendini kopyalayabilen bir RNA molekülü sayesinde başladığı tezidir. Oysa “kendini kopyalayan RNA” kavramı tamamen hayal ürünüdür ve Şenel”in söz ettiği çalışmalar bu tezi doğrulamak bir yana ona büyük bir darbe vurmuştur. Ünlü bilim dergisi Nature”da 1999 yılında yayınlanan bir makalede konunun uzmanı şu yorumları yapmaktadır:
“Genelde tüm biyologlar için şunu belirtmenin açıklayıcı olduğunu düşünüyorum ki suni olarak sentezlenmiş katrilyonlarca (1024) rastgele RNA dizilimleri arasından tek bir tane bile kendini kopyalayan (self-replicating) bir RNA çıkmamıştır.
(“RNA Dünyası” olarak bilinen bu tezin geçersizliğini gösteren bilimsel bulgular için bkz. http://www.darwinizminsonu.com/m_biyoloji_16.html)
Bu yorumun yayınlandığı Nature dergisi, evrim teorisinin dünya çapında savunucularından biridir. Böyle bir dergide kendini kopyalayabilen tek bir RNA molekülüne bile rastlanmadığının belirtilmesi, üstelik bunun tüm biyologlara çağrı şeklinde duyurulması Şenel”in iddiasının ne kadar temelsiz olduğunu açığa vurmaktadır.
Hem RNA sentezi çalışmalarını yürüten hem de bunları dergilerinde propaganda malzemesi yapan evrimcilerin çaresizliğini göstermesi açısından günümüze daha yakın bir örnek daha vardır. NASA tarafından desteklenen Astrobiyoloji dergisinin internet sitesinde geçtiğimiz günlerde yayınlanan bir ropörtajda kendisi de bir evrimci olan Dr. Carol Cleland”ın RNA sentezleme girişimleri hakkındaki yorumları verilmektedir. Cleland, RNA sentezi çalışmalarının anlamsızlığını ifade etmekte, RNA karışımının genetik bir koda uygun olarak, “kendini kopyalayabilen katalitik bir molekül sistemi” elde edilmesi ihtimalinin, astronomik ölçülerde düşük, olduğunu belirtmektedir . Yani Aleaddin Şenel bir başka “imkansızı” savunmaktadır. Yani yazısının girişinde göstermeyi vadettiği, evrimin “dev gibi gerçek” olduğu iddiası gerçek dışıdır.
Şenel”in diğer yanılgılarına geçmeden kendisine bu noktada bir tavsiyede bulunuyoruz: Güncel bilim literatürünü gereği gibi takip edecek olursa diğer evrimcilerin elli sene öncesinin çarpık deneylerine ya da terk edilmiş “kendini kopyalayabilen RNA” sentezleme çalışmalarına sarılmaktan vazgeçtiklerini görebilir. Dahası birçok evrimcinin, evrimi bir olgu olarak gösterme endişesi taşımadan teorinin açmazlarını açıkça itiraf ettiklerini görecektir. Yani sürdürdüğü koyu evrimciliğin ne bir anlamı ne bir gereği vardır.
Şenel”in Mutasyon Yanılgısı
Şenel, biyoteknolojik gelişmelerle ilgili yorumlarını aktardığı satırlarda mutasyonların etkisi hakkında açık bir aldatmaca ortaya koymaktadır:
“Biyolojik evrimin genlerin mutasyonu ile değiştiği varsayımının doğruluğu kanıtlanınca, laboratuvarlarda genlerle oynanmaya başlandı. Genetiğin uygulamalı bilim dalı olan biyoteknoloji tansıklar (transgenetik canlılar, klonlar) yarattı. Canlıların yapılarının ve devinimlerinin altındaki neden-sonuç ilişkilerinin moleküler (kimya bilimi) düzeyde anlaşılabilmesi çorap söküğü gibi gitti.”.
Şenel”in bu yanılgısının da çözümü yukarıda ortaya koyduğumuz tavsiyeye uymasıdır. Biz kendisine yardımcı olmak açısından bazı ünlü evrimcilerin mutasyonun evrimleştirici rolü olmadığını, dolayısıyla Şenel”in ifadelerinin tamamen gerçek dışı olduğunu gösteren bazı alıntıları aktarıyoruz:
Bir mutasyon büyük ve yeni bir ham malzeme (DNA) oluşturmaz. Türleri mutasyona uğratarak yeni bir tür elde edemezsiniz .
Deyim yerindeyse, sakat doğum gibi birşeydi bu tuhaf yaratıklar. Bir mutasyonun sonucuydular. Mutasyon sonuçları hemen hemen her zaman bir felaket doğurmuşlardır.
Gerçekten de çok sayıda mutasyon, olasılıklar kurallarına göre, bırakalım gelişmeyi desteklemeyi, zararlı ve hatta öldürücü olmaktan kurtulamaz.
Michael Pitman:
Sayısız genetikçi meyve sineklerini nesiller boyunca sayısız mutasyonlara maruz bıraktılar. Peki sonuçta insan yapımı bir evrim mi ortaya çıktı? Maalesef hayır. Genetikçilerin yarattıkları canavarlardan sadece pek azı beslendikleri şişelerin dışında yaşamlarını sürdürebildiler. Pratikte mutasyona uğratılmış olan tüm sinekler ya öldüler, ya sakat kaldılar ya da kısır oldular.
Gordon Taylor (Evrimci genetikçi) :
Bu çok çarpıcı ama bu kadar da gözden kaçırılan bir gerçektir: Altmış yıldır dünyanın dört bir yanındaki genetikçiler evrimi kanıtlamak için meyve sinekleri yetiştiriyorlar. Ama hala bir türün, hatta tek bir enzimin bile ortaya çıkışını gözlemlemiş değiller
Kısacası, Şenel”in mutasyonlara dayalı biyolojik evrimin doğruluğunun kanıtlandığı iddiası tümüyle yanlıştır.
Şenel yazısının ilerleyen satırlarında ise şunları yazmaktadır:
“…zararlı mutasyonlar kadar yararlı mutasyonların varlığının ortaya konması, evrimin bir kuram olmaktan öte, bir olgu olduğunu kanıtlamış oldu” Şenel, bu evrim olgusu iddiasına destek olarak Nobel ödüllü genetikçi François Jacob”un 1977 yılında Türkiye”de yaptığı bir konuşmadan aktardığı ifadelerini vermekte ve yazısını bunlarla bitirmektedir.
Şenel, Jacob”un, “Evrim kuramının bütünlüğü içinde bir gün çürütülebilme olasılığı, şimdiki halde sıfıra yakın” dedikten sonra “göğsünü gere gere” “Evrim bir yasa değil olgudur” dediğini aktarmaktadır.
Görüldüğü gibi Şenel burada da evrimi bilimsel kanıtlarla değil, sloganlarla destekleme çabasına girmektedir. Halbuki Jacob burada evrimin olgu olduğu iddiasına bilimsel bir kanıt sunmamakta, sadece “Evrimin izleri bugün hücrelerimizin her birinde, moleküllerimizin her birinde karşımıza çıkmaktadır” diyerek kendi önyargılarını aktarmaktadır. Jacob”un söz ettiği “izler” canlılar arasında görülen ortak özelliklerdir. Canlılarda genetik ve moleküler benzerlikler gibi ortak özellikler bulunması evrimin bir kanıtı değildir. Canlılığın ortak tasarıma dayalı olması, tüm canlıların aynı tasarımcı tarafından yaratıldığına da işaret etmektedir. Kaldı ki Jacob”un veya başka herhangi bir insanın, canlılıktaki benzerlikleri keşfetmek için moleküllere bakmasına da gerek yoktur. Canlılığın kökeni konusunda evrim ve yaratılıştan başka açıklama olmaması zaten tüm canlıların ortak kökene dayalı olduklarını gösterir. Sorun, canlılardaki ortak yapıları işaret etmek değil, canlıların ortak kökeninin evrim teorisinin dayandığı tesadüflerle ortaya çıkıp çıkamaycağıdır.
Bu sorgulama Jacob”un benzerlikleri sadece önyargıları ve Darwinist inançlarına dayandırarak yorumladığını ortaya çıkarmaktadır. Şenel evrimi bir olgu olarak ileri sürecekse Jacob”un önyargılarını değil, gözlemlenebilen, test edilebilen ve tekrarlanabilen bilimsel bulguları ortaya koymalıdır. Jacob”un “göğsünü gerip germemesi” değil, ancak evrimcilerin dayandığı mutasyonların evrimleştirici gücü olup olmadığı konusu laboratuvarda yapılan araştırmalarda gözlemlenebilir, test edilebilir ve tekrarlanabilir. Ve yukarıda aktardığımız alıntılardan da anlaşılacağı gibi yapılan sayısız mutasyon deneyi hep aynı sonucu vermiştir: Mutasyonların, canlıların DNA”sına bilgi ekleyerek onları başka canlılara dönüştürme gücü yoktur. Yani “bilim” evrimi geçersiz kılmıştır. (Mutasyonların evrim teorisinin iddialarını nasıl çürüttüğü hakkında daha fazla bilgi için bkz: Mutasyonlar; Ayrıca mutasyonların evrimleştirici rolü olmadığına dair daha fazla itiraf için bkz. “Evrimcilerin İtirafları” , Harun Yahya, Global Yayıncılık, İstanbul, 1999)
Şenel ise bilimin bulgularını gözardı ederek kendisi gibi materyalizme bağlı evrimcilerin ve Nobel ödüllü genetikçilerin “göğüs germe” yorumlarını aktarmaktadır. Şenel”in yaklaşımının tutarsızlığını göstermesi açısından Fransız Bilimler Akademisi Eski Başkanı Pierre Paul Grassé”nin bir sözü dikkat çekicidir. Bir kitabında rastgele mutasyonların, tüm canlılık aleminin ihtiyaçlarını karşılamış olmasının imkansızlığını anlattıktan sonra Grassé şöyle demektedir:
“Hayal kurmaya karşı bir yasa yok ama bilim buna dahil edilmemelidir”
Yani Jacob gibi ödüllü bilim adamlarının evrime olan güveni de, bilimsel kanıt göstermedikçe, evrim teorisine destek sağlamaz. (Jacob”un sözlerinin 1977 yılına ait olduğunu, o zamandan bu yana evrim aleyhinde daha pek çok kanıt ortaya çıktığını, Darwin”den bu yana gelişen en güçlü evrim karşıtı entelektüel akım olan “Bilinçli Tasarım” akımının 90″lı yıllarda doğduğunu da belirtmek gerekir. Şenel, bilimsel literatürü 30 yıl geriden izlemektedir.)
Söz ettiği demode deneyler, bunlar hakkında evrimcilerin yorumları, evrimcilerin mutasyonlar hakkındaki itirafları… Hepsi Şenel”in evrimi bir gerçek olarak kabul etmekle aslında bir hayal dünyasında yaşadığını göstermektedir.
Şenel”in Biyoteknoloji Hakkındaki Yanılgısı
Şenel”in bir diğer yanılgısı da biyoteknolojideki gelişmeleri yaratılış karşısında bir kanıt sanmasıdır.
Biyoteknoloji bilimi sayesinde çeşitli genler canlılar arasında aktarılabilmekte veya canlılar klonlanabilmektedir. Ancak ne biyoteknolojik çalışmalar ne de onların dayandığı genetik araştırmalar yaratılışı geçersiz kılar. Tam aksine bunlar yaratılış lehinde bir kanıttır. Çünkü bu çalışmaların hepsinde genler üzerinde çok büyük bir dikkat ve özenle çalışılmakta, yani “bilinçli tasarım” yapılmaktadır. (Şenel bu yanılgıyı tekrar tekrar ortaya koyduğu için cevabımızı tekrarlamıyor, daha önce bu konuda yazdığımız cevabı dikkatinize sunuyoruz: “Biyoteknoloji: Dinin Sonu Mu?” Başlıklı Yazıdaki Mantık Bozuklukları http://www.netcevap.org/butopya9906.html)
Genetik biliminin (Biyoteknolojinin temel bilimi) yaratılışı destekleyen bulgularına her geçen gün bir yenisi eklenmektedir. Bunlardan birine, geçtiğimiz günlerde ünlü Nature dergisinin internet sitesinde yer verildi.
1994 yılında deneme yanılma yoluyla çözülmesi yıllar sürecek bir matematik probleminin DNA kompütasyonu kullanılarak saniyeler içinde çözülmesi mümkün oldu. Bu başarıyı gerçekleştiren Dr. Adelman (Güney California Üniversitesi, Los Angeles, ABD) hücre ve DNA”daki tasarım hakkında şunları söylüyordu:
“Eğer hücrenin içine bakarsak kendi başımıza yapamayacağımız fevkalade makinalar görürüz”
Adelman, DNA”daki astronomik miktarda bilgiyi küçücük yerde saklama kapasitesinin mükemmelliğini şöyle ifade ediyordu:
“Bir gram DNA bir trilyon kompakt diskin saklayabileceği kadar bilgiyi saklayabilir”
Bir insan hücresindeki DNA iplikçiği, uzunluğu 2 metreyi bulmasına karşın, milimetrenin sadece beş milyonda biri kalınlığındadır. Bu özel tasarım sayesinde hücrenin çekirdeğinde mükemmel bir şekilde katlanan DNA ortaya harika bir mühendislik tasarımı koyar. Bilgisayar mühendisleri için olabildiğince küçük parçalarda olabildiğince büyük miktarda bilgi saklamak temel sorundur. Hiçbir bilgisayar mühendisi, gözle görülmeyen bir alanda tam 1.000.000 ansiklopedi sayfasını dolduracak miktarda bilgiyi saklayan DNA”yı taklit edemez. DNA”nın tesadüflerle ortaya çıktığını iddia etmek, en gelişmiş bilgisayar hard diskinin tesadüflerle ortaya çıkmış olabileceğini iddia etmekten daha akıldışıdır. DNA, Allah”ın üstün yaratmasını göstermektedir, Bunu inkar edenlerin tek dayanağı, kibir ve inatçılıktır. Bu gibi insanların durumu bir Kuran ayetinde şöyle haber verilmektedir:
“Gerçek şu ki, Biz onlara melekler indirseydik, onlarla ölüler konuşsaydı ve herşeyi karşılarına toplasaydık, -Allah”ın dilediği dışında- yine onlar inanmayacaklardı. Ancak onların çoğu cahillik ediyorlar.” (Enam Suresi, 111)
Şenel”in Büyük Patlama Yanılgısı
Bilim ve Ütopya dergisindeki yazıda evrenin varoluşunu açıklayan “Büyük Patlama”dan da söz edilmektedir. Çeşitli araştırmalar sonunda Büyük Patlama (Big Bang) teorisinin artık bir kuram olmaktan çıktığı, bunun bir olgu olduğu belirtilmektedir. Ancak Şenel Büyük Patlama”nın bir olgu olduğunu kabul etmekle birlikte bunun ortaya koyduğu çok önemli bilimsel sonuçlara değinmeden konuyu geçiştirmiştir. Büyük Patlama hakkında bazı bilgiler ele alındığında bu geçiştirmenin tamamen ideolojik endişeler yüzünden ortaya konmuş bir davranış olduğu ortaya çıkmaktadır.
20. yüzyılda astronomi alanında çok önemli gelişmeler yaşanmış, evreni oluşturan madde ve enerjinin yaklaşık 13.5 milyar yıl önce sonsuz yoğunlukta ve sıfır hacimde bir noktadan patlayarak ortaya çıktığı anlaşılmıştır. Buna paralel yürütülen çalışmalar da patlamanın çok özel bir ayarlamaya dayandığını ortaya koymuştur. Buna göre uzaydaki tüm cisimler patlamanın özel ayarlanmış şiddeti sayesinde birarada ve dengede bulunmaktadırlar. Eğer patlama şiddeti birazcık daha zayıf veya şiddetli olsaydı, her iki durumda da yaşanabilir bir evren oluşmayacaktı. Bu ayarlamanın hassaslığını matematiksel olarak hesaplayan astrofizikçiler ayarlamanın tesadüf ihtimalini sıfıra indirdiğini yani bilinçli bir şekilde tasarlandığını ortaya çıkarmıştır. Yani evrenin üstün bir Yaratıcı tarafından yoktan var edildiği bilimsel olarak ispatlanmıştır. Bunun kaçınılmaz bir sonucu materyalizmin bilimsel çöküşüdür. (Büyük /Patlama”nın, Yaratıcı”nın varlığına dair ortaya koyduğu gerçekler hakkında daha fazla bilgi için bkz. www.evreninyaratilisi.com )
Kısacası Alaeddin Şenel”in materyalist felsefe ve evrim teorisi lehinde önü sürdüğü tüm deliller, aslında bu felsefenin ve teorinin aleyhindedir. Kendisine, ve makalelerini yayınlayan Bilim ve Ütopya dergisine, bilimsel gerçekleri önyargısız bir biçimde yeniden gözden geçirmelerini tavsiye ediyoruz.