Radikal gazetesi köşeyazarı Türker Alkan”ın 11 Temmuz 2003 tarihli yazısı “Bilim ve Tanrı” başlığını taşıyordu. Türker Alkan, bir kaç gün önce VAKİT gazetesinde yayınlanan ve TÜBA”nın (Türkiye Bilimler Akademisi) evrim teorisi lehindeki yayınlarını eleştiren yazısını eleştiriyordu.
TÜBA”nın çıkardığı ve söz konusu tartışmaya neden olan yayın, aslında ABD Ulusal Bilimler Akademisi tarafından hazırlanan “Bilim ve Yaratılışçılık” isimli kitapçıktır. Bu kitapçık, Darwinizm”e körü körüne bağlanmış bir grup bilim adamının önyargılı ve taraflı spekülasyonları ile doludur. Ve Türker Alkan”ın zannettiği gibi bir “bağnazlığa karşı bilim” örneği değildir. (Kitabın eleştirisi için bkz; Harun Yahya, Amerikan Ulusal Bilimler Akademisi”nin Yanılgıları, 2003)
Türker Alkan”ın en derin yanılgısı, aşağıdaki satırlarda ortaya çıkmaktadır:
“…. Fakat, benim asıl tartışmak istediğim konu başka bir şey. Bilim, bir düşünce etkinliği olarak zaten “ateizmi” var saymak zorundadır. Bu varsayım sadece biyoloji ve evrim gibi dini bakımdan duyarlı alanlarda değil, fiziksel sosyolojiye kadar bütün alanlarda geçerlidir. Bilimsel araştırma, algılayabildiğimiz evren içindeki düzenlilikleri ve nedensellik ilişkilerini araştırır. “Tanrı”nın varlığını ve gözlenebilen evrendeki olaylara ve süreçlere müdahalesini var saydığınız anda, çağdaş bilimi bırakıp dini açıklamalara yönelmeniz gerekir.”
Türker Alkan, bilimin işlemesi için ateizmi kabul etmesini, yani maddesel dünyada hiç bir İlahi müdahale olmadığı varsayımını temel alması gerektiğini ileri sürmektedir. Çok yaygın ve çok büyük bir yanılgıdır bu.
Önce şunu belirtelim: Bilimin hiç bir önyargı olmadan işlemesi gerektiği herkesçe kabul edilen bir kuraldır. Bunu Türker Alkan da kabul edecektir. Ama o ve onun gibi düşünenler, ateizmin bir önyargı olmadığını, teknik bir gereklilik olduğunu söyleyeceklerdir.
Bunun neden yanlış bir değerlendirme olduğunu şöyle izah edelim:
Allah”a inanmak veya inanmamak konusunda hiç bir görüşü olmayan, tümüyle “nötr” bir insanın bakış açısını düşünelim. Önünde iki farklı seçenek vardır:
1) Gördüğü evren, bir Yaratıcı tarafından var edilmiş ve O”nun müdahaleleri ile bugünkü durumuna gelmiş olabilir.
2) Gördüğü evren, yaratılmamış, hiç bir dış müdahaleye maruz kalmayan, kendi içine kapalı bir maddi sistem olabilir.
Bu iki seçeneğin her ikisini de seçmekte özgürdür. Ama eğer bunlardan herhangi birisini, diğerini hiç düşünmeden kabul ederse, sanırız Türker Alkan da bunu “önyargılı” bir seçim olarak değerlendirecek ve doğru bulmayacaktır.
Bilim yaparken bilim adamları da üstteki iki farklı seçenekle karşı karşıya gelirler. Ve yapmaları gereken, “bilim adamı” olmanın bir gereği olarak, bu iki seçeneğin hangisinin doğru olduğu sorusuna bilim yoluyla cevap aramalarıdır. Evrende madde-ötesi bir aklın gücünün tecellileri mi vardır yoksa evren, yaratılmamış ve rastlantılarla şekillenmiş bir madde yığını gibi mi durmaktadır,? Bilim bu sorulara cevaplar getirebilir.
Ama dikkat edilirse Türker Alkan, üstteki seçeneklerden sadece ikincisinin bilime temel olabileceğini, bilim adamlarının bu ikinci seçeneği gözü kapalı olarak kabul etmelerini, ondan sonra bilim yapmalarını savunmaktadır Yani, önyargıyı savunmaktadır!
Bu önyargıyı “bilimsel araştırma, algılayabildiğimiz evren içindeki düzenlilikleri ve nedensellik ilişkilerini araştırır” diye savunmak, durumu kurtarmaz. Çünkü bu iddia, evrendeki her şeyin nedensellik ilişkileri ile açıklanabileceği varsayımı üzerine kuruludur. Peki ama evrende nedensellik ilişkileri dışında da etkiler varsa? Evren, sadece maddenin biribirini etkilemesiyle değil, madde-ötesi bir Yaratıcı”nın maddeyi yoktan var etmesi ve etkilemesiyle de oluşmuşsa? Sayın Türker Alkan”ın savunduğu bilim anlayışı, bu ikinci ihtimali baştan gözardı ettiği için önyargılıdır ve dolayısıyla bize evrenin gerçeğini bulma hakkında yardımcı olamaz.
Gerçekte bilimin ateist olmak, yani “evren sadece maddeden ibarettir, madde ötesinde bir bilinç yoktur” şeklindeki bir dogmaya inanmak zorunluluğu yoktur. Bilim bulguları inceler ve bulgular bizi nereye götürüyorsa onu kabul eder. Etmelidir.
Şunu da hatırlatalım: Buraya kadar argüman gereği “peki ya böyleyse” diye bir ihtimal olarak öne sürdüğümüz açıklama, aslında somut bir gerçektir: Bugün astrofizik, fizik, biyoloji gibi farklı bilim dalları, evrende ve doğada rastlantılarla açıklanması imkansız bir tasarım olduğunu açıkça göstermektedirler. Deliller, Yaratıcı”nın varlığını kanıtlamaktadır. Kanıtsız olan “inanç” ise ateizmdir.
Bir bilim adamı, yeryüzündeki dinlerin hiç birine inanmasa, hatta din diye bir kavramdan habersiz bile olsa, “evrenin kökeni nedir” sorusunu araştırarak Allah”ın varlığını bulabilir. Evrende büyük bir ahenk ve tasarım olduğu açıktır ve bunun bir Yaratıcı tarafından oluşturulduğu sonucuna varmak için, salt gözlem ve akılcı değerlendirme yeterlidir.
Gerçekte bilim ve din, aynı gerçeğe giden iki farklı yoldur. Bilimsel bilginin kaynağı, evrenin gözlem ve deney yoluyla incelenmesidir. Dini bilginin kaynağı, evreni yaratmış olan Yaratıcı”dan bize gelen mesajdır. Bunların ikisinin de aynı noktaya varması, ikisinin birbirine karışması, “bilimin din tarafından yönlendirilmesi” anlamına gelmez.
Dolayısıyla materyalizme ve özelilkle de Darwinizm”e inananların, canlıların kökeninin “yaratılış” olduğunu belirten her açıklamaya karşın “siz bilimle dini karıştırıyorsunuz” demeleri çok yanlıştır. Bilim, kendi yöntemleri ile;
– Tüm maddesel evrenin yoktan var edildiğini ve insan yaşamının gerektirdiği çok hassas bir “ayarlama” ile düzenlendiğini,
– Canlılığın en basit biriminin bile, rastlantısal doğa olayları ile açıklanamayacak kadar kompleks olduğunu ve dolayısıyla bir “bilinçli tasarım”ı kanıtladığını,
– Yeryüzündeki canlıların tüm temel vücut planlarının aniden, daha önce bir ataları olmadan, aynı jeolojik devirde (Kambriyen devir) ortaya çıktığını,
gösterdiğine göre, evrenin ve canlıların “yaratıldığını” gösteriyor demektir. Bu, tümüyle bilimsel bir sonuçtur.
Bu bilimsel sonucun, yani yaratılışın, evrenin ve canlılığın Allah”ın eseri olduğunu bildiren İlahi dinlerle (İslam, Hıristiyanlık ve Musevilikle) uyumlu olduğu doğrudur. Ama dikkat edilirse yaratılışın kanıtları olarak bu dinlerin İlahi kitapları değil; astronomi, fizik, kimya, biyoloji, genetik gibi bilimsel deliller ileri sürülmektedir. Dolayısıyla Türker Alkan”ın veya diğer materyalizm yanlısı yorumcuların yaratılışa olan “bu bilim değil dindir” şeklindeki itirazları anlamsızdır.
Belki bir tek yaratılışı savunan bilim adamlarının dini bir motivasyonla hareket ettiklerini söyleyebilirler. Ancak bu itiraz, tartışmanın diğer tarafının motivasyonuna da bakılınca anlamsızlaşmaktadır: Onlar da ateizme olan felsefi bağlılıklarının getirdiği bir motivasyonla hareket etmektedirler. “Bize entellektüel olarak tatmin bulmuş ateistler olma şansını verdiği için Darwin”e müteşekkiriz” diyen Darwinist Richard Dawkins gibi…
Önemli olan kimin motivasyonunun nereden geldiği değil, kimin kanıtlarının güçlü olduğudur. Konuyu önyargısız inceleyen herkes, yaratılışın kanıtlarının ezici gücünü görecektir.
Türker Alkan”ın üçüncü bir yanılgısı ise, din dendiğinde, hep dinde yeri olmayan bir takım hurafeleri gözünün önüne getirmesidir. Yazısında “din”den söz ederken ya 1999 depremi hakkında yapılan bazı yanlış yorumlardan ya da “muskacılık”tan örnek vermesi, konuyu hatalı değerlendirdiğini göstermektedir.
Türker Alkan”ın bu hatalı yaklaşımını, yazısının tek doğru paragrafının sonunda görüyoruz:
“Benim kişisel fikrimi soracak olursanız, bilim adamlarının çoğunun (özellikle fizik bilimlerle ve biyolojiyle uğraşanların) Tanrı”ya inandıklarını sanıyorum. İnsanların bilgileri derinleştikçe, evren ve yaşam öylesine muhteşem bir mimariyle inşa edilmiş ki, bütün bunlar rastlantı eseri olamaz, diye düşünmeleri çok doğal. Ama bu düşünceyi bilimsel alana uygulamaya kalkacak olursanız, hastalıkları muskayla iyileştirmeye kalkarsınız ki, sonuç hiç de parlak olmaz.”
Sayın Alkan”ın bu paragrafı son cümle hariç doğrudur. Evrenin bir rastlantı eseri olmadığı gerçeğini sezdiği ve böyle düşünenleri haklı bulduğu için kendisini kutlarız. Ancak son cümledeki “muskacılık argümanı” şaşırtıcı derecede hatalıdır.
Biz üstteki doğru paragrafın yanlış sonucunun yerine, doğru bir ilave yapalım:
Eğer “evren ve yaşam öylesine muhteşem bir mimariyle inşa edilmiş ki, bütün bunlar rastlantı eseri olamaz” düşüncesini bilime uygularsanız, Türker Alkan”ın korktuğu gibi “muskacılık”a değil, aşağıdaki bilimsel teorilere varırsınız:
Anthropic Principle (İnsani İlke): 1970″lerden beridir önde gelen astrofizikçiler tarafından yaygın olarak kabul edilen bu tez, evrende insan yaşamını gözeten çok hassas bir tasarım (astronomların deyimiyle “fine tuning”) olduğunu savunmaktadır.
Intelligent Design (Bilinçli Tasarım): 1990″ların başından bu yana Lehigh Üniversitesi”nden Michael J. Behe, San Francisco Üniversitesi”nden Dean Kenyon gibi dünyaca ünlü moleküler biyologlar tarafından savunulan bu tez, canlılıktaki “indirgenemez kompleks” yapıların Darwinizm”in doğal seleksiyon ve mutasyon mekanizmaları ile açıklanamayacağını ve bilinçli bir tasarımı kanıtladığını savunmaktadır.
Bu iki kavram da bugün bilim dünyasının gündeminde olan son derece ciddi teorilerdir. Bu teorileri destekleyen bilimsel literatür son derece geniştir.
Türker Alkan”a, en az yarım öncesinde kalmış yanlış “din-bilim çatışması” kalıplarıyla değil, çağdaş bilimsel bulgulara göre düşünmesini öneriyoruz. O zaman, kendisinin de vicdanen hissettiği “evren ve yaşam öylesine muhteşem bir mimariyle inşa edilmiş ki, bütün bunlar rastlantı eseri olamaz” gerçeğinin, aynı zamamda bilimsel bulgular tarafından da desteklenen çok açık bir gerçek olduğunu görebilecektir.