25 Şubat 2001 tarihli Evrensel Gazetesi”nin ekinin 10. sayfasında “Meğer Genler Tanrı Değilmiş” başlıklı bir yazı yayınlandı. Yazının konusu en son genetik bulgulardı. Evrensel gazetesi bu bulguların Yaratılışı yalanladığını, diyalektik materyalizmi, marksizmi ve evrim teorisini ise doğruladığını iddia ederek, çok vahim bir yanılgı sergiledi. Yazının içeriğindeki mantık bozukluğunu ve son derece taraflı ve geçersiz yorumları kamuoyunun bilgisine sunmayı gerekli görüyoruz.
Kenan Ateş tarafından kaleme alınan yazıda, İnsan Genom Projesi dahilinde tespit edilen canlılar arasındaki genetik benzerliklerin Yaratılışı yaraladığı ve canlıların birbirlerinden evrimleştikleri senaryosunu kanıtladığı iddia edilmektedir. Bu iddia tam bir bilgisizlik ve önyargılı peşin hüküm örneğidir.
Gerçekten de Genom Projesi dahilinde, insanın genetik yapısının farklı canlılar ile benzerlik gösterdiği görülmüştür. Ancak, bu bulgu kesinlikle Yaratılışı yaralayan veya yalanlayan bir sonuç değildir. Çünkü Yaratılış”ın bu konuya ters düşecek bir iddiası yoktur. Hatta yeryüzündeki canlıların birbirlerine yakın genetik yapıya sahip olmaları beklenmedik bir durum değildir. Canlıların temel yaşamsal işlevleri birbiriyle aynıdır ve insan da canlı bir bedene sahip olduğuna göre, diğer canlılardan farklı bir DNA yapısına sahip olması beklenemez. İnsan da diğer canlılar gibi proteinlerle beslenerek gelişir, onun da vücudunda kan dolaşır, hücrelerinde her saniye oksijen kullanılarak enerji üretilir.
Dolayısıyla canlıların genetik benzerliğe sahip olmaları, ortak bir atadan evrimleştikleri iddiasına delil olarak gösterilemez. Evrensel gazetesi yazarı Kenan Ateş, eğer ortak atadan evrimleşme iddialarını delillendirmek istiyorsa, birbirinin atası olduğu iddia edilen canlıların moleküler yapılarında da bir ata-torun ilişkisi olduğunu ispat etmek zorundadır. Oysa kendi yazısının içinde de verilen bilgiler dahi, canlıların genetik yapıları arasında bir ata-torun ilişkisi olmadığını açıkça ortaya koymaktadır. Çünkü insan ile hiç bir benzerliği olmayan—dolayısıyla evrimcilerin de bir bağ kuramadıkları—canlıların dahi genetik yapısı insana büyük bir benzerlik göstermektedir. Bu konuyu bizzat yazının içinde verilen örneklerle delillendirmek mümkündür.
Birbiriyle hiçbir yakınlığı olamayacak canlılar arasında dahi genetik benzerlikler olması evrim teorisinin iddialarını yalanlar
Evrimciler bugüne kadar, bazı canlılar arasındaki genetik benzerliği, gen sayılarının veya kromozom sayılarının yakınlığını bu canlıların birbirlerinden evrimleştiklerinin delili olarak gösteriyorlardı. Özellikle de maymun ve insan genlerinin %98 benzerliğini insanın maymunla ortak bir atadan evrimleştiğinin en büyük delili olarak sunuyorlardı. (Ayrıca bu oran kesin bir sonuç değildir. Çünkü henüz maymun genomu hakkında tamamlanmış bir araştırma yoktur).
Ancak son bulgular genetik benzerliklerin, canlıların birbirlerinden evrimleştiklerine bir delil olamayacağını gösterdi. Çünkü bu benzerlikler evrimcilerin umduğu gibi bir ata torun ilişkisi olduğunu göstermiyordu. Örneğin söz konusu yazıda da belirtildiği gibi insanın genleri köpekle %85, fareyle %90 benzerlik gösteriyor. Evrimcilerin iddialarına göre insanın fare ile sadece %10″luk bir farkının olması gerekirdi. Hatta insanın genleri nematod solucanları ile %75 benzerdir. Bu durumda insan ile nematod solucanı arasında %25 bir fark olduğunu kabul etmemiz gerekirdi.
Evrensel yazarları gibi evrimcilerin burada bir türlü anlayamadıkları nokta, canlılar arasında herhangi bir şekilde bir benzerlik olmasını, Darwinizm’e delil sanmalarıdır. Oysa canlıların genetik yapısının birbirine benzemesi değil, bu benzerliklere göre bir şema yapılırsa ortaya ne çıktığı sorusu önemlidir. Bu tipte bir şema yapıldığında, evrim teorisine göre birbirinin yakın akrabası olması gereken canlılar birbirlerinden çok uzak kalmakta, buna karşın evrim teorisine göre aralarında hiç bir ilişki bulunmaması gereken canlılar da birbirlerine çok benzer çıkmaktadırlar. Yani genetik benzerlikler, 150 yıldır savunulan Darwinist “hayat ağacı” ile çelişmekte, bu ağacı geçersiz kılmaktadır.
Bu konuyu daha önce defalarca açıklamış olduğumuz için detaylarına burada tekrar yer verilmeyecektir. Ancak konu hakkında detaylı bilgi edinmek isteyenler, aşağıdaki kaynaklara ve adreslere başvurabilirler:
Harun Yahya, Hayatın Gerçek Kökeni, Global Yayıncılık, İstanbul, Şubat 2000, s. 216
Michael Denton, Evolution: A Theory in Crisis, London: Burnett Books, 1985, ss. 290-91)
http://www.netcevap.org/hurriyet000702.html
http://www.netcevap.org/genetik.html
Diyalektik materyalizm ve marksizm 20. yüzyılda tamamen çökmüştür.
Diyalektik materyalizmin canlıların diyalektiği iddiası evrim teorisinin bilimsel bulgular tarafından reddedilişi ile kesin olarak yıkılmıştır. Bilimsel bulgular hücreyi oluşturan proteinlerin dahi son derece kompleks bir yapıya sahip olduğunu ve kesinlikle tesadüfen gelişen olaylar neticesinde kendi kendine oluşamayacağını göstermiştir. Ayrıca yukarıda da değinilen konu gibi genetik, biyokimya, paleontoloji, anatomi, antropoloji gibi birçok bilim dalında elde edilen gelişmeler evrimin hiçbir zaman gerçekleşmediğini ortaya koymuştur.
Nitekim evrimciler de, elde edilen bulguların evrim teorisini yalanladığını ancak evrim teorisine diyalektik materyalizme olan bağlılıkları nedeniyle körü körüne inanmaya devam ettiklerini itiraf ederler. Bunlardan biri de evrimci bilim adamı Robert Shapiro”dur. Shapiro, evrim teorisinin iddiası olan, cansız maddelerin kendi kendilerini organize ederek DNA veya RNA”yı oluşturdukları iddiasının hiçbir zaman ispatlanamadığını açıklar ve şöyle der:
Bizi basit kimyasalların var olduğu bir karışımdan, ilk etkin replikatöre (DNA veya RNA”ya) taşıyacak bir evrimsel ilkeye ihtiyaç vardır. Bu ilke “kimyasal evrim” ya da “maddenin kendini örgütlemesi” olarak adlandırılır, ama hiçbir zaman detaylı bir biçimde tarif edilmemiş ya da varlığı gösterilememiştir. Böyle bir prensibin varlığına, diyalektik materyalizme olan bağlılık uğruna inanılır. (Robert Shapiro, Origins: A Sceptics Guide to the Creation of Life on Earth, Summit Books, New York, 1986. s. 207)
Diyalektik materyalizm, maddenin ve zamanın ezeli ve ebedi olduğunu, yani bir başlangıcı olmadığını iddia eder. Ancak, 20. yüzyılda ortaya atılan ve daha sonraki bilimsel deliller ile ispatlanan Big Bang, yani büyük patlama, maddenin ve zamanın bir başlangıcı olduğunu delilleri ile göstermiştir. Yani madde ve zaman, yokluktan, bir hiçlikten bir anda meydana gelmiştir. Bu, diyalektik materyalizmi yıkarken Yaratılışı doğrulayan bir diğer gerçektir.
Sonuç olarak Evrensel gazetesinin ekinde yer alan bu yazıda son bulguların diyalektik materyalizmin ve marksizmin bir zaferi olduğu iddiasının, Marksistlerin hiçbir zaman gerçekleşmeyecek hayalleri olmasından öteye bir değeri yoktur. Aksine, bilimsel gelişmeler, tüm canlıların, ortak bir tasarımla Allah tarafından yaratıldıklarını göstermektedir.
Yaratılış her insanın kolaylıkla görebileceği çok açık bir gerçektir. Ancak, diyalektik materyalizme inanmaya şartlananlar, en açık Yaratılış delillerini dahi göremeyecek kadar körleşebilmektedirler.