Nature dergisinin 27 Mart 2003 tarihli sayısında “Bilinen En Eski Taç-Grubu Semenderler (Earliest Known Crown-Group Slamenders)” başlıklı bir yazı yayınlandı. Yazıda Çin’de bulunan ve Orta Jura dönemine ait olduğu belirlenen çok sayıda semender fosili bulgusu haber veriliyordu. Araştırmacılar Ke-Qin Gao ve Neil H. Shubin, 161 milyon yıl önce ani bir volkanik patlama sonucu lav örtüsü altında kalan, dolayısıyla mükemmel bir şekilde korunmuş çeşitli semenderleri tanıtıyorlardı. Larva ve gençlerden meydana gelen semenderler o kadar iyi korunmuştu ki göz ve solungaç gibi yumuşak dokuları, hatta semenderin midesindeki son yiyeceği bile tespit etmek mümkündü.
Araştırmacılar bine yakın semender arasında günümüzdeki semenderlerden bazı farklılıklarla ayrılan yeni türler de haber vermekle birlikte bazı örneklerin günümüzde yaşayan türlerden ‘farksız’ olduklarını belirtiyorlardı. Böylece evrimciler evrime kanıt gösterecek ara formlar ararken bir kez daha yüzmilyonlarca yıl boyunca hiç değişmemiş ‘yaşayan fosiller’le karşılaşıyorlardı.
Araştırmacılar bulguları evrim yanlısı bir tutumla değerlendirmekle birlikte semenderlerin fosil kayıtlarında gösterdiği bu ‘durağanlık’ karşısındaki hayal kırıklıklarını gizleyemiyorlardı. Nature dergisindeki yazıda şu cümlelere yer veriliyordu:
“Bathonian devrine ait olmasına [161 milyon yıl yaşında olmasına] rağmen, yeni cryptobranchid [cinsi semender], yaşayan akrabalarına morfolojik açıdan olağanüstü bir benzerlik göstermektedir. Bu benzerlik semenderlerin anatomik evrimindeki durağanlığın çok daha belirgin olduğunu göstermektedir. Aslında, günümüzde yaşamakta olan cryptobranchid semenderlerin 160 milyon yılda çok az değişmiş oldukları gözönüne alındığında, bunların ‘yaşayan fosiller’ olduğu söylenebilir. Dahası, Çin’de elde edilen yeni malzemeler semender çeşitliliğinin Orta Jura döneminde zaten başlamış olduğunu göstermektedir; günümüzde yaşamakta olan hinobiidleri (hynobiids) ve kriptobranşitleri (cryptobranchids) kapsayan grup o dönemde çoktan ortaya çıkmış bulunuyordu.
Nature makalesinin yazarları bu bulgular karşısında da evrim teorisinden vazgeçmemekte ve bu tutumlarını yazı içinde bazı satırlarda geçirdikleri evrim kelimeleriyle ortaya koymaktadırlar. Ancak evrim adına yaptıkları tek yorum, ‘bu canlıların evrimde fazla değişmediklerini’ belirtmektir. Gerçekte bu ifade bir evrimcinin fosil kayıtlarındaki ‘durağanlık’ karşısında teorinin yenik duruma düştüğünün üstü kapalı bir itirafıdır. Nitekim semenderlere hiçbir atasal form önerememektedirler. Bunun objektif anlatımı ise semenderlerin fosil kayıtlarında bir anda ortaya çıktıkları ve günümüze kadar hiçbir değişmeye uğramaksızın geldikleridir. Sayıları giderek artan ‘yaşayan fosil’ler, doğa tarihinde evrim diye bir sürecin yaşanmadığını en açık biçimde ortaya koyan bulgulardır. Bunlar evrim teorisine doğrudan bir darbe oluşturmakla birlikte, evrimcilerin hayalgücünü de kolayca açığa vurmaktadırlar.
Evrimcilerin hayalgücü, kurt benzeri bir canlının bir gün denize girip elli milyon yıl içinde balina gibi dev bir deniz memelisine dönüştüğünü kabul edebilecekleri kadar geniştir. Eğer “evrim” bu kadar kısa sürede kurda benzeyen dört ayaklı bir kara canlısını balinaya çevirebiliyorsa nasıl olur da 160 milyon yılda semenderi en küçük bir değişime bile uğratmamıştır? Evrimcilerin buna verebildikleri bilimsel bir cevap yoktur. Bu konuda sadece spekülasyon yapabilirler.
Evrim konusunda dikkat çekici olan nokta şudur: Fosil kayıtlarında hep “aniden ortaya çıkış” ve “durağanlık” vardır. “Evrim” ise, sadece Darwinistlerin teori ve spekülasyonlarındadır. Bu, evrimin bir yanılgı, yaratılışın ise bir gerçek olduğunu gösteren pek çok delilden yalnızca biridir.
(Yaşayan fosiller listesinde 400 milyon yılı aşkın süredir bile değişmeyen birçok canlı vardır. Bu konuda bkz. “Hayatın Gerçek Kökeni“, Harun Yahya, İstanbul 2000)