Discovery Channel’da 7 Nisan 2003 tarihinde “Filler” isimli bir belgesel yayınlandı. Programda, bu dev canlıların Afrika’nın düzlüklerindeki yaşamları son derece etkileyici görüntüler eşliğinde aktarılıyor, filler hakkında çok çarpıcı bilgiler veriliyordu.
Üstün hafıza yetenekleri, birbirlerine olan sadakatleri, tonlarca ağırlıklarını mükemmel bir şekilde kaldıran iskelet sistemleri ve çok güçlü olmanın yanısıra en ufak cisimleri bile kolaylıkla kavrayabilen hortumları, bu canlıları son derece ilgi çekici kılıyordu. Ancak Discovery Channel fillerin evrimle ortaya çıktıklarını ileri sürüyor, bu iddiasını da evrim konusunda her zaman yaptığı gibi, yani hiçbir kanıt sunmadan, sadece bir evrim masalı şeklinde izleyenlere aktarıyordu. Discovery Channel’ın fillerin evrimi masalını inandırıcı kılmak için özel üç boyutlu bilgisayar animasyonları hazırlattığı, filin hayali evrimini aşama aşama bu animasyonlarda canlandırdığı da görülüyordu. İşin ilginç yönü, Discovery Channel’ın tamamen hayalgücüne dayalı bu masalı sözde bilimsel bir iddia, hatta gerçek havasında aktarıyor olmasıydı. Bu masalda fillere ilginç bir ata da belirlenmişti: Domuz benzeri bir canlı! Discovery Channel”ın evrim hikayelerinde klasikler arasındaki yerini alan bu masalda şu ifadelere yer veriliyordu:
“Fil hortumunun evrimi 55 milyon yıl önce ilk atalarla başladı. Bu ilkel yaratık kısa bacaklıydı ve yaklaşık bir domuz büyüklüğündeydi. Büyük ihtimalle yiyecek toplamak üzere kullandıkları üst dudak ve burun hareketli bir hortum haline gelmişti. Sonra nesilden nesile dramatik biçimde büyüdü. Boyları uzadıkça alt çeneleri de uzamaya devam ederek beslenmek için yerle bağlantı sağladı. Bu arada artık biraz hortuma benzeyen uzantı daha da uzamaya başladı. Daha büyük dişlerle süslü kafaları daha da ağırlaştı. Bu ağırlığı taşımak için boyunları kısalıp kalınlaştı. Bu eğilim onmilyonlarca yıl boyunca sürdü. Hayvanlar büyüdükçe çene ve hortum da uzamaya devam etti. 20 milyon yıl önce alt çene küçülmeye başladı ama hortum hala yere temas ediyordu. Bunun sonucu modern filin kullandığı uzantı oldu”.
Burada yapılan aldatmaca, bazı organların belli amaçlara göre gelişim gösterdiği iddiasının sanki kanıtlanmış bir tarihsel gelişim gibi gösterilmesidir. Oysa böyle bir kanıt olmadığı gibi, böyle bir sürecin yaşanmış olması da imkansızdır: Herhangi bir canlı ne kadar isterse istesin bedeninde yeni yapılar geliştiremez. Örneğin bir insan uçmayı ne kadar çok istese de, günde 10 saat kendini uçabileceği fikrine konsantre etse de, tüm gününü ayırarak uçmak için çalışsa da sonuç değişmeyecektir. Hatta aynı şekilde kendi çocukları, torunları ve 80 nesil boyunca torunlarının torunları da bu işlemleri sürdürse de hiçbir şekilde bu insanların kolları kanatlara dönüşmeyecektir. Eksiksiz bir kanat bir yana, kolda ‘tek bir’ kuş tüyü dahi çıkmayacaktır.
Böyle bir dönüşüm biyolojik açıdan mümkün değildir; Canlıların ihtiyaçları, onlarda yeni organlar geliştirmez. Dolayısıyla belgeselde iddia edildiği gibi fillerin amaca yönelik değişimler geçirdiği iddiası da ancak Pinokyo masalında kuklanın yalan söyledikçe burnunun uzaması kadar bilimseldir.
Discovery Channel’ın fillerle ilgili anlattığı bir başka masal da kulaklarla ilgilidir. Fillerin kulakları bir otomobilin radyatörü gibi görev yapar: Bir fil sıcak Afrika güneşi altında çok fazla ısınır. Vücut ısısını kan dolaşımı yoluyla kulaklara taşıyan damarlar, burada bulunan kağıt gibi ince kulak dokusu sayesinde havayla yakın bir temas sağlar ve ısıyı havaya verir. Bu dolaşımın sürekli olması filde sürekli bir serinleme meydana getirir. Filin vücudundaki 450 litrelik kanın tamamının, bu radyatör sisteminden bir kez geçirilip serinletilmesi sadece 20 dakika tutar.
Discovery Channel bu konuda da evrim aldatmacasını ortaya koymakta, bu kompleks sistemi filin kendisinin geliştirdiğini ileri sürmektedir. Belgeseldeki ifade şöyledir:
“Filler vücutlarını serin tutmak için bazı mekanizmalar geliştirmişlerdir”.
Discovery Channel burada içinde bulunduğu tutarsızlığı açığa vurmakta ve sistemi otomobil radyatörüne benzetmekte, sonra bunun fil tarafından geliştirildiğini ileri sürmektedir. Oysa bir otomobil radyatörü gören hiçbir akıllı insan, bunun tesadüfllerle otomobilin uygun yerinde, uygun malzemeden yapılmış şekilde ve uygun tasarımda meydana geldiğini savunamaz. ‘Bir otomobil kendi radyatörünü geliştirdi’ anlatımı ne kadar tutarsız ise filler vücutlarını serinletecek mekanizmalar geliştirdi’ anlatımı da o kadar tutarsızdır.
Aslında otomobil ve fil kulağı aynı amaçlar doğrultusunda ve benzer sistemlerle çalışan ancak sadece farklı malzemelerden yapılmış tasarımlardır.
Kulak dokusunun inceliği, damarların kulak üzerinde kontrollü olarak açılıp kapanabilmesi, kulakların bir yelpaze gibi vücudu serinletecek şekilde hareket ettirilebilmesi, kan damarları, kalp ve daha birçok faktör bu sistemin anahtarlarını oluşturmaktadır. Tüm bunların belli bir görevi yerine getirecek şekilde ve birbirleriyle uyumlu şekilde biraraya getirildikleri yani tasarlandıkları açıktır. Her tasarımın bir tasarımcısı olduğu; örneğin bir otomobil radyatörünün bir mühendis tarafından tasarlandığı gibi, fildeki tasarımın da Yaratıcısı vardır. Bu üstün Yaratıcı yüce Allah”tır.
Discovery Channel’ın bu açık gerçeği görmezden gelerek sözkonusu tasarımı kör tesadüflere dayandırmasının altındaki amaç açıktır: Bu tür masallarla izleyenlerin zihnine evrim teorisini olabildiğince fazla yerleştirmeye çabalamak. Bilimsel kılıfta aktarılan evrim masalları ve göz boyayıcı üç boyutlu animasyonlar da bu çabanın birer ürünüdürler. Ancak Discovery Channel ne kadar çok masal anlatırsa anlatsın bilimin gösterdiği gerçekleri örtemeyecektir: Rastgele mutasyonlar değil bir domuzu file dönüştürmek, bir organizmayı avantajlı hale getirecek en ufak bir fayda dahi sağlayamamıştır.
Discovery Channel’a tavsiyemiz evrim masallarını bir yana bırakıp canlıların bilinçli bir şekilde tasarlandıkları, yani yaratıldıkları gerçeğini kabullenmesidir.