Bilim ve Teknik dergisi, evrim teorisini savunma çabasına devam ediyor. Derginin bu amaçlı yazılarının bazı örnekleri, Şubat 2002 sayısında da yayınlandı. Özge Balkız imzalı “Penceremdeki Dinozor Nereden Geldi?” başlıklı yazı, kuşların sürüngenlerden evrimleştiği iddiasının genel bir özeti niteliğindeydi. Dergide yer alan diğer iki farklı yazıda da, (“Modern İnsan Davranışları Sanılandan Önce Başlamış” ve “Müzikle Dans Eden Beyin” başlıklı yazılar) evrim teorisi ana konu olarak olmasa da, satır aralarında okuyucuya empoze ediliyordu.
Bilim ve Teknik dergisinin evrim teorisi konusundaki bilimsel yanılgılarını daha önce pek çok yazımızda ortaya koyduk. Bu yazıda ise derginin Şubat 2002 sayısındaki yanılgılarını özetle inceleyeceğiz. Ancak bundan önce belirtilmesi gereken önemli bir nokta vardır:
Bilim ve Teknik dergisinin bu konudaki asıl sorunu, evrim teorisiyle ilgili yazılarının hemen hepsinde, bu teorinin kanıtlanmış bir gerçek gibi sunulması ve teorinin karşısındaki itiraz, eleştiri ve aleyhteki kanıtların tamamen görmezden gelinmesidir. Bir başka deyişle, dergi, evrim teorisinin aleyhindeki delillerle yüzleşmemekte, sanki bunlar yokmuş gibi davranmaktadır.
Bunun doğal bir sonucu, Bilim ve Teknik dergisinin bu konuda yazdıklarının “ciddiye alınabilirlik” derecesinin oldukça düşük olmasıdır. Çünkü yazıların hiçbirinde gerçekçilik yoktur; bahsedilen konular her yönüyle incelenip analiz edilmemektedir. Bilim ve Teknik yazarları, evrim teorisini, felsefedeki deyimle “a priori” olarak, yani herhangi bir kanıta ihtiyaç duymaksızın, bir önkabul olarak benimsemekte, sonra da bu önkabul üzerine senaryolar yazmaktadırlar. Daha doğru bir ifadeyle, evrim teorisi dünyasında üretilen senaryoları tercüme edip aktarmaktadırlar.
Tarif ettiğimiz bu durumun bazı örneklerini, Bilim ve Teknik’in Şubat 2002 sayısındaki “Penceremdeki Dinozor Nereden Geldi?” başlıklı yazıda görebiliriz. Yazıda kuşların kökeni hakkında 50 yılı aşkın bir süredir öne sürülen çeşitli spekülasyonlar aktarılmış, ama yazar tek bir kez bile anlatılan bu spekülasyonların gerçekten de mümkün olup olmadığını sorgulamamıştır. Yazıdaki bazı pasajları şöyle ele alabiliriz:
Kuş-Dinozor Evrimi Senaryosunu Kanıtlanmış Bir Gerçek Sanma Yanılgısı
Bilim ve Teknik yazarı, yazının başlarında şu yorumu yapmaktadır: “Kuşların dinozorlardan evrimleştiği bilinse de, hangi dinozor grubundan evrimleştikleri tam olarak bilinmiyor.”
Bilim Teknik yazarı, burada “kuşların dinozorlardan evrimleştiğinin bilindiğini” öne sürerken, sanki tüm bilim dünyasınca bilinen ve kabul edilen, somut delillere dayalı bir tezden söz ediyor gibi yazmıştır. Oysa gerçekte kuşların dinozorlardan evrimleştiği iddiası, evrim teorisini savunan pek çok paleontolog veya anatomist tarafından karşı çıkılan bir spekülasyondan ibarettir. Sözgelimi dünyanın en ünlü ornitologlarından (kuş bilimcilerinden) ikisi, Alan Feduccia ve Larry Martin bunun tamamen yanlış bir senaryo olduğu kanısındadırlar. Bu durum, bilinmeyen bir sır da değildir; ABD’deki üniversitelerde okutulan Developmental Biology adlı ders kitabında şunlar yazılıdır:
Kuşların dinozor olduklarına tüm biyologlar inanmıyorlar…. Bu grup bilim adamları, dinozorlar ve kuşlar arasındaki farklılıkları vurguluyorlar ve bu farklılıkların çok büyük olduğunu ve dolayısıyla kuşların kendilerinden önceki dinozorlardan evrimleşmiş olamayacağını savunuyorlar. Örneğin Alan Feduccia ve Larry Martin, kuşların bilinen herhangi bir dinozor grubundan evrimleşmiş olamayacağı görüşündeler. Bazı çok önemli kladistik (soy ilişkisi) bilgilerine karşı çıkıyorlar ve kendi iddialarını gelişimsel biyoloji ve biyomekanik ile destekliyorlar. (1)
Durum bu iken Bilim ve Teknik yazarının konuya “Kuşların dinozorlardan evrimleştiği bilinse de” diye girmesi, bir Marksistin sosyal bir konuya “tüm insanlık tarihinin bir sınıf mücadelesi olduğu bilinse de” diye girmesi gibidir. Yani dogmatik, önyargılı ve tek yanlı bir yaklaşımdır.
Uçan Sürüngenler ile Kuşlar Arasında İlişki Kurma Yanılgısı
Aynı makalenin devamında ise şunlar yazılıdır: “Kuşları diğer canlı gruplarından eşsiz kılan en önemli özellikleri, tüyleri ve uçabilme yetenekleri. Bu özelliklerin onlara dinozorlardan geçtiği düşüncesiyse, fosil bulgularınca doğrulanıyor. Uçabilme özelliğinin, tüyleri olmayan ancak pullu derileriyle uçabilen dinozorlarda bulunduğu biliniyor. Dinozorların pullu deriden tüylü kollara evrimleşmeleri konusunda farklı düşünceler var”
Burada Bilim ve Teknik yazarının çok büyük bir gaf yaptığını görüyoruz. Çünkü sözünü ettiği iki farklı canlı grubu arasında, yani uçan sürüngenler (pterosaurlar) ve kuşlar arasında evrimsel bir ilişki olduğunu sanmaktadır; oysa böyle bir ilişki hiçbir evrimci otorite tarafından öne sürülmez. Uçan sürüngenler ile kuşların kanat yapıları birbirinden çok farklıdır ve nitekim hiç bir evrimci de bunların arasında bir akrabalık olduğunu savunmamaktadır.
Uçan sürüngenler, ya da bir diğer ifadeyle uçan dinozorlar, bilim adamları tarafından Pterosaur olarak adlandırılan soyu tükenmiş bir canlı grubudur. Bunların kökeni, evrim teorisi açısından büyük bir çıkmazdır, çünkü fosil kayıtlarında kendilerine özgü yapılarıyla birlikte aniden ortaya çıkmaktadırlar. Omurgalı paleontolojisi alanında dünyanın en önde gelen birkaç isminden biri olan Carroll, bir evrimci olmasına karşın bu konuda “Triasik Devir”de ortaya çıkan tüm uçan sürüngenler (pterosaurlar) uçuş için çok özelleşmiş yapıya sahiptir… Atalarının ne olduğu konusunda ve uçuşlarının kökeninin ilk aşamaları hakkında ise hiçbir bulgu yoktur” itirafında bulunur. (2)
Uçan sürüngenlerin kanat yapıları ise çok ilginçtir: Uçan sürüngenlerin kanatları üzerinde diğer sürüngenlerin ön ayaklarında olduğu gibi beş tane parmakları vardır. Ancak dördüncü parmak, diğer parmaklardan ortalama yirmi kat daha uzundur ve kanat da bu parmağın altında uzanır. Eğer uçan sürüngenler kara sürüngenlerinden evrimleşmiş olsalardı, söz konusu dördüncü parmağın da yavaş yavaş, kademe kademe uzamış olması gerekirdi. Ama buna dair hiçbir fosil kanıtı olmadığı gibi, böyle bir uzamanın doğal seleksiyon-mutasyon mekanizmaları ile açıklanması da mümkün değildir; çünkü ara geçiş aşamaları canlının ellerini fonksiyonsuz hale getireceği ama uçma da sağlamayacağı için avantajsız olacaktır.
Bilim ve Teknik yazarının bu konudaki en büyük gafı ise, uçan sürüngenlerin varlığını, sürüngen-kuş evrimi iddiasına bir delil sanmasıdır. Kanat yapıları tamamen farklı olan bu canlı gruplarını evrimsel bir akbaralığın kanıtı gibi sunmak, büyük bir hatadır. Bir insan, sineklerin veya yarasaların da kanatlı olmalarından yola çıkarak, bu canlı grupları ve kuşlar arasında evrimsel bir ilişki öne sürdüğünde ne kadar büyük bir bilgisizlik sergilerse, burada da aynı derecede vahim bir bilgi ve yargı hatası vardır.
Archaeopteryx ve Kuşların Kökeni Hakkındaki Yanılgılar
Bilim ve Teknik dergisindeki “Penceremdeki Dinozor Nereden Geldi?” başlıklı yazının genelinde ise, kuşların theropod (iki ayaklı) dinozorlardan evrimleştiği ve Archaeopteryx isimli soyu tükenmiş kuş türüne ait fosillerin de “ara form” özelliği taşıdığı şeklindeki klasik evrimci iddialar tekrarlanmıştır. Tüm bu iddiaların geçersiziliğini Netcevap’ın önceki makalelerinde detaylı olarak açıklamıştık. Gereklilik nedeniyle, aynı gerçekleri tekrar özetliyoruz:
Archaeopteryx hakkındaki evrimci senaryonun geçersizliği, günümüzde pek çok bulgu ile kanıtlanmış durumdadır. Her ne kadar Archaeopteryx’in bazı dinozorlar ile benzer özelliklere sahip olduğu öne sürülmüş ise de, bu benzetmelerin gerçekçi olmadığı, fosilin bir kuşa ait olduğu, zaman içinde fosilin anatomik özellikleri üzerinde yapılan daha detaylı incelemelerle ortaya çıkmıştır.
Örneğin önceleri çene kemiğinin dinozorlara benzediği iddia edilmiş olsa da, bilgisayar tomografisi kullanılarak Haubitz ve ekibi tarafından yapılan incelemelerde Archaeopteryx’in çene yapısının dinozorlarla değil, günümüz kuşları ile aynı olduğu görülmüştür. (3)
Larry Martin ve ekibi ise, Archaeopteryx’in ne dişlerinin ne de bilek kemiklerinin theropod dinozorlarından gelemeyeceğini göstermiştir. Dişler diğer dişli kuşlarla aynı özelliklere sahiptir ve bilek kemikleri ise dinozorlarınki ile hiçbir homoloji göstermemektedir. (4)
Archaeopteryx’in iskelet yapısının ise onun öne eğik durmasına neden olduğu ve bunun da dinozorlara ait bir özellik olduğu iddiası ise bilimadamları tarafından doğrulanmamaktadır. A.D. Walker bu yorumun yanlış olduğunu ve Archaeopteryx’in iskelet yapısının aynı kuşlarda olduğu gibi canlının geriye doğru durmasını sağladığını açıklamıştır. (5)
Dahası Archaeopteryx’in uzuvları da theropod dinozorları ile hiçbir homoloji göstermemektedir. (6)
A.D. Walker, Archaeopteryx’in kulak bölgesini de incelemiş ve kulak yapısının da günümüz kuşları ile aynı olduğunu belirtmiştir. (7)
Wales Üniversitesi Biyoloji Bilimleri Enstitüsünden J. Richard Hinchliffe ise, embriyolar üzerinde modern izotopik teknik kullanarak kuşların ellerinin II, III ve IV. parmaklardan oluşurken, theropod dinozorlarının I, II ve III. parmaklardan oluştuğunu saptamıştır. Bu ise Archaeopteryx-dinozor bağlantısını savunanlar için büyük bir problemdir. (8)
Richard Hinchliffe’nin araştırma ve gözlemleri, ünlü bilim dergisi Science’ın 1997 yılındaki bir sayısında şöyle yayınlanmıştır:
Theropodlarla kuş kemikleri arasındaki homoloji, “dinozor-kökeni” hipotezi ile ilgili diğer bazı problemleri akla getirmektedir. Bunlardan bazıları şunlardır: (i) Archaeopteryx kanadı ile kıyaslandığında, (vücut büyüklüğüne göre) theropodun çok daha küçük olan önkolu. Bu tip küçük kollar oldukça büyük bir dinozorun yerden yukarıya doğru havalanması için ikna edici bir ön-kanat değildirler. (ii) Theropodlardaki bilek kemiği, sadece dört türde bulunmaktadır. Theropodların çoğu, çok daha fazla sayıda bilek kemiğine ait parçalara sahiptir. Bunun Archaeopteryx ile benzerlik oluşturması çok zordur. (iii) Zamanlama ile ilgili bir paradoks ise, pek çok theropod dinozorun ve özellikle de kuşa benzeyen dromaesaur’ların fosil kayıtlarında Archaeopteryx’den daha sonra bulunmalarıdır. (9)
Hinchliffe’nin belirttiği “zamanlama uyumsuzluğu”, Archaeopteryx hakkındaki evrimci iddialara en öldürücü darbeyi indiren gerçeklerden biridir. Amerikalı biyolog Jonathan Wells de 2000 yılında yayınlanan Icons of Evolution (Evrimin İkonaları) adlı kitabında, Archaeopteryx’in evrim adına adeta bir “ikona” (kutsal sembol) haline getirildiğini, oysa delillerin bu canlının “kuşların ilkel atası” olmadığını açıkca gösterdiğini vurgular. Wells”e göre bunun göstergelerinden biri, Archaeopteryx’in atası olarak gösterilen Theropod (iki ayaklı) dinozorların, aslında Archaeopteryx’ten daha genç olmalarıdır: “Yerde koşan koşan iki ayaklı dinozorlar, Archaeopteryx’in teorik atalarından beklenebilecek bazı özelliklere sahiptirler, ama (fosil kayıtlarında) Archaeopteryx’ten daha sonra ortaya çıkarlar.” (10)
Görüldüğü gibi bilimsel bulgular, Archaeopteryx’in dinozorlarla kuşlar arasında bir ara geçiş canlısı olamayacağını ortaya koymakta, bazı evrimcilerin bu konuda öne sürdükleri iddiaların geçerli olmadığını göstermektedir.
Tüylü Dinozorlar Efsanesi ve Archaeopteryx’in Mükemmel Tüyleri
Bilim ve Teknik dergisindeki “Penceremdeki Dinozor Nereden Geldi?” başlıklı yazıda sergilenen bir diğer yanılgı, kuş tüylerinin kökeni hakkındadır. Makalenin yazarı, geçmişte “tüylü dinozorlar” yaşadığını ileri sürmekte (bunun fosil kayıtları tarafından kanıtlandığını iddia etmekte), sonra da bu canlıların “tüylerinin” kuş tüylerine dönüştüğünü ileri sürmektedir. Ancak bu iddialar birkaç farklı yönden geçersizdir:
• Geçmişte “tüylü dizonorlar” yaşadığı iddiası, kanıtlanmış bir bilgi değil, üzerinde çok tartışılan bir varsayımdır. Son 10 yıl içinde bazı farklı fosil canlıların “tüylü dinozor” olduğu iddia edilmiştir, ama bu iddiaların bazıları tamamen çürümüştür, bazıları da halen tartışmalıdır. İleri “tüylü dinozor”lardan birinin (Archaeoraptor) tamamen bir fosil sahtekarlığı olduğu ortaya çıkmıştır ve Bilim ve Teknik yazarı da bunu kabul etmektedir. 1996 yılında büyük bir medya propagandası ile gündeme getirilen Sinosauropteryx fosilinin gerçekte kuş tüyüne benzer hiçbir yapıya sahip olmadığı ise 1997 yılında yapılan incelemelerle anlaşılmıştır. (11) Öne sürülen diğer hiçbir “tüylü dinozor” adayı kesin değildir. Bu canlıların fosillerinde bazı “tüyümsü” yapılara rastlansa da, bunların gerçekte tüy mü yoksa klasik sürüngen pullarının uzantıları mı olduğu kesin olarak belirlenebilmiş değildir. Fedduccia gibi otoriteler bu yapıların “kolajen fiberleri” olduğunu ve tüy olarak kabul edilmesinin büyük hata olacağını savunmaktadırlar. (12)
• Eğer “tüylü dizonorlar” gerçekten var olmuş olsalar bile bu durum sürüngen-kuş evrimi iddiasına dayanak oluşturmaz, çünkü sözü edilen canlıların hiçbirinde, kuş tüylerine benzerlik taşıyan bir yapı yoktur. Türkçe’de deri üzerindeki her türlü kılcal yapıya “tüy” dendiği için bu konuda bir zihin karışıklığı doğabilir. Gerçekte kuş tüyleri, son derece özgün bir yapıya ve son derece kompleks bir tasarıma sahiptir. Bu tasarımın yanısıra, kuş tüylerinin biyokimyasal yapısı da çok özgündür. Connecticut Üniversitesi”nde fizyoloji ve nörobiyoloji profesörü olan A.H. Brush”a göre “kuş tüylerinin protein yapısı diğer omurgalıların hiçbirinde görülmeyen, tümüyle özgün” bir yapıdır. (13)
• Bilinen en eski kuş olan Archaeopteryx, günümüzün uçucu kuşlarıyla farksız bir tüy yapısına sahiptir. Archaeopteryx 150 milyon yıl önce yaşamıştır. “Tüylü dinozor” olduğu ileri sürülen canlıların fosillerinin hepsi ise, Archaeopteryx”ten daha gençtir. Yani evrimcilerin “kuşların atası olan tüylü dinozorlar” olarak göstermeye çalıştıkları canlıların hepsinden daha önce, mükemmel bir kuş tüyü yapısına sahip olan bir canlı (Archaeopteryx) zaten yaşamıştır. Dünyanın omurgalı paleontolojisi konusundaki en büyük otoritelerinden biri olan Robert Carroll, Patterns and Processes of Vertebrate Evolution adlı kitabında bu konuda evrim teorisinin açmazda olduğunu kabul eder. Çünkü Carroll’un belirttiği gibi, Archaeopteryx’in tüyleri günümüzün uçan kuşlarıyla tamamen aynı yapıdadır ve dolayısıyla uçuş tüylerinin yapısı 150 milyon yıldır hiç değişmemiştir. (14) Dahası, bu tüylerin Archaeopteryx’te nasıl ortaya çıktığı evrimci bir yaklaşımla açıklanamamaktadır, çünkü Carroll’un ifadesiyle “bu tüylerin Archaeopteryx’teki büyük boyuta ulaşıncaya dek uçuş aparatı olarak nasıl bir işlev göreceklerini anlamak pek mümkün değildir.” (15)
Kısacası, bilinen ilk kuş olan Archaeopteryx, bugünkü uçan kuşlardan farksız bir uçuş sistemiyle aniden yeryüzünde ortaya çıkmıştır. Archaeopteryx’in atası olduğu ileri sürülebilecek hiçbir canlı da yoktur. Bu durum, bir kez daha, canlıların bir evrim süreciyle ortaya çıkmadıklarını, birbirlerinden bağımsız şekilde “yaratıldıklarını” göstermektedir.
Pencerede “Dinozor” Yoktur
Burada kısaca özetlediğimiz kanıtlar, Bilim ve Teknik dergisinin ısrarla savunduğu “kuşlar dinozorlardan evrimleşti” tezinin bilimsel dayanağı olmayan bir hayal ürünü olduğunu göstermektedir. Bu tezin bu kadar ısrarla gündeme getirilmesi, evrim teorisini topluma kabul ettirmeye yönelik bir propagandanın sonucudur. Son derece sığ ve yüzeysel iddialarla, hatta fosil sahtekarlıklarıyla yürütülen bu iddianın ciddiyetsizliğini, konu hakkında uzman olan evrimci bilim adamları dahi kabul etmektedirler.
Bilim ve Teknik dergisinin yanılgılarının kökeninde ise, başta belirttiğimiz gibi, dergi çevresinin evrim teorisini kanıtlanmış bir gerçek gibi görmesi yatmaktadır. Bu önyargılı ve tek taraflı bakış açısı içinde, evrim teorisi dünyasında ortaya atılan her türlü spekülasyonu büyük bir gelişme gibi alıp okurlarına empoze etmektedirler. Ancak, bu örnekte de görüldüğü gibi, bu şekilde derginin ciddiyet ve inanırlığını zedelemektedirler.
Diğer İki Yazı
Derginin Şubat 2002 sayısında yayınlanan evrimle ilgili diğer iki yazıda da aynı yaklaşım söz konusudur. “Modern İnsan Davranışları Sanılandan Önce Başlamış” başlıklı yazıda, insanın kültürünün sanılandan çok daha eski tarihlere kadar gittiğini gösteren bulgular aktarılmaktadır: 77 bin yıl öncesine ait “aşı taşları” bulunmuştur. Ve bu bulgunun gösterdiği—ancak Bilim ve Teknik’in hiç söz etmediği—önemli bir sonuç vardır: Evrimciler tarafından ısrarla “ilkel insan” veya “maymun-insan” gibi gösterilmeye çalışılan Homo Erectus ve Neanderthal adamı gibi insan ırkları, ilkel değildirler, çünkü sözkonusu tarih (77 bin yıl öncesi) hem Homo erectus’un hem de Neanderthal adamının yaşadığı dönemdir. Ancak Bilim ve Teknik bu doğal sonucu görmezden gelmekte ve bulunan taşları evrimci kavramlarla kamufle ederek sanki Darwinizm lehinde bir bulgu görüntüsüne sokmaktadır.
Şubat 2002 sayısındaki diğer evrimci yorumlar ise, “Müzikle Dans Eden Beyin” başlıklı yazıda yer almaktadır. Bu yazıda da evrim teorisi lehinde herhangi bir bulgu sunulamamakta, sadece insan beyni ile ilgili bulguların evrim teorisine göre bir yorumu yapılmaya çalışılmaktadır. Oysa, daha önceki bazı Netcevap yazılarında da incelediğimiz gibi, insanın zihinsel fonksiyonlarının kökeni hakkında evrim teorisi ve genel olarak materyalist felsefe büyük bir çıkmaz içindedir. (detaylı bilgi için bkz. http://www.netcevap.org/butopya0106.html)
Sonuç
Gerçekte son birkaç yıl içinde Bilim ve Teknik dergisinde yaşamın kökeni hakkında yayınlanan yazılara baktığımızda, hemen hepsinin bazı spekülasyonların okuyuculara birer gerçek gibi aktarılmasından ibaret olduğu görülmektedir. Bilim ve Teknik yazarları, evrim teorisini savunamamakta (çünkü bu yönde bir kanıt gösterememekte), sadece evrim teorisi adına “toz pembe” bir tablo çizmeye çalışmaktadırlar. Oysa durum hiç de bu şekilde değildir; evrim teorisi çökmektedir.
Bilim ve Teknik’te yayınlanan tek bir yazı bu konuda istisna oluşturmaktadır: Derginin Kasım 2001 sayısında yayınlanan Prof. Dr. Ali Gören imzalı “Yaşamın Kökenine Yeni Bir Yaklaşım: Bilinçli Tasarım” başlıklı makale. O makalede spekülasyonlar aktarılmamış, bunun yerine bilimsel bulgular gerçekçi ve çok yönlü bir biçimde değerlendirilmiş ve yaşamın gerçek kökeni açıklanmıştır: Bilinçli tasarım, diğer bir ifadeyle yaratılış. Bilim ve Teknik dergisi yönetiminin, kendi sayfalarında yer verdiği bu gerçeği daha tutarlı olarak düşünmelerini diliyoruz. Önyargılardan sıyrıldıklarında onlar da göreceklerdir ki, evreni ve tüm yaşamı yaratan Allah’tır ve bilim bize bu gerçeğin apaçık kanıtlarını sunmaktadır.
1- Scott F. Gilbert, “Did Birds Evolve from the Dinosaurs?”, Developmental Biology, Sixth Edition, chapter 16.4 (http://www.devbio.com/chap16/link1604.shtml)
2- Robert L. Carroll, Vertebrate Paleontology and Evolution, New York: W. H. Freeman and Co., 1988, s. 336
3- B. Haubitz, M. Prokop, W. Döhring, J.H. Ostrom, and P. Welinhofer, Paleobiology 14(2):206 (1988).
4- L.D. Martin, J.D. Stewart, and K.N. Whetstone, The Auk 97:86 (1980).
5- A.D. Walker, Geological Magazine 117:595 (1980).
6- S. Tarsitano and M.K. Hecht, Zoological Journal of the Linnaean Society 69:149 (1980).
7- A.D. Walker, as described in Peter Dodson, “International Archaeopteryx Conference,” Journal of Vertebrate Paleontology 5(2):177, June 1985.
8- Richard Hinchliffe, “The Forward March of the Bird-Dinosaurs Halted?”, Science, Volume 278, Number 5338, Issue of 24 Oct 1997, pp. 596-597.
9- Richard Hinchliffe, “The Forward March of the Bird-Dinosaurs Halted?”, Science, Volume 278, Number 5338, Issue of 24 Oct 1997, pp. 596-597.
10- Jonathan Wells, Icons of Evolution, Regnery Publishing, 2000, s, 117
11- “Plucking the Feathered Dinosaur”, Science, cilt 278, 14 Kas›m 1997, s. 1229 .
12- Alan Feduccia, The Origin and Evolution of Birds, 2nd Ed. New Haven: Yale University Press, 1999 .
13- A. H. Brush, “On the Origin of Feathers”, Journal of Evolutionary Biology, Vol. 9, 1996. s. 132
14- Robert L. Carroll, Patterns and Processes of Vertebrate Evolution, Cambridge University Press, 1997, p. 280-81
15-Robert L. Carroll, Patterns and Processes of Vertebrate Evolution, Cambridge University Press, 1997, p. 314