Discovery Channel’da 4 Nisan 2003 günü, “Çocuklarla Discovery” programından sonra 10 dakikalık kısa bir tanıtım filmi gösterildi. Filmde “Nature” isimli program tanıtılıyor ve izleyiciler doğayı “Discovery Kaşifi”yle keşfetmeye davet ediliyordu. Film derin su canlılarından bazılarını tanıtıyor ve tamamen karanlık ortamlarda yaşayan bazı egzotik deniz anası ve balık türlerinin ortaya koyduğu mükemmel ışık gösterilerini gösteriyordu. Tanıtımda zifiri karanlıklarda böyle rengarenk ve ışık saçan canlıların evrimle nasıl ortaya çıkmış olabileceğini sorgulayan bir anlatım sergileniyordu. Görülüyordu ki Discovery Channel derin su canlılarına dayalı bir evrim belgeseli hazırlığındaydı ve izleyicilerini önceden meraklandırmaya çalışıyordu. Burada Discovery Channel’a derin su canlılarındaki renkli tasarımlar hakkındaki gerçek açıklanacaktır.
Tanıtımın başlarında şu soru sorulmaktadır:
“Evrim karanlıkta yaşayan bu canlıları neden böyle parlak renklerle donattı dersiniz? Bilim adamları halen bunun cevabını veremiyorlar”.
Discovery Channel burada evrim adına bir bilinmeyene işaret etmekte ancak buna hatalı bir şekilde tüm bilim adamlarını dahil etmektedir. Oysa derin su canlılarındaki parlak renklerin kökenini anlayamayanlar sadece “evrimci bilim adamları”yla kısıtlıdır. Modern bilimin bulgularını objektif bir şekilde inceleyen, dolayısıyla Yaratılış gerçeğinin farkında olan bilim adamları için böylesine bir “çıkmaz” söz konusu değildir.
Derin su canlıları bedenlerinde ışıma sağlayan bir protein üretirler. Yeşil floresan protein adı verilen bu protein sayesinde yüzerken sürekli olarak yanıp sönebilirler. Bu durum evrimciler için bir başağrısıdır çünkü bu olgunun seleksiyon mantığı içinde bir açıklaması yoktur.
Evrimcilerin canlılardaki bu gibi estetik ve göz alıcı yapılara getirmeye çalıştıkları açıklama çoğu kez “cinsel seleksiyon”dur. Yani, bir canlıda göz alıcı bir yapı bulunmasının, bu yapının kazandırdığı cinsel cazibeden kaynaklandığını söylerler. İddiaya göre, hayvanlar çiftleşirken daha göz alıcı bireyleri tercih etmekte ve bu da nesiller boyunca bu bireyleri “seçmektedir”.
Oysa bu yanlış bir teoridir. Hemen belirtmek gerekir ki, bu teori sözkonusu gösterişli organların bilgisinin DNA”da ilk olarak nasıl ortaya çıktığını açıklamaz. Üstelik herhangi bir şuura sahip olmayan bir canlının ‘estetik’ açıdan bir bakış açısına sahip olması temelsiz bir varsayımdır. Bizzat Darwin de, cinsel seçilim teorisini ortaya koyarken bu engeli ortaya koymaktan çekinmiyor, insanların bile çoğu zaman eşlerinde güzellik meydana getiren kriterlerde bu kadar inceleyici olmadıklarını belirtiyor, hayvanların bunu yapmış olduğunu kesin kabul etmenin oldukça zor olduğunu ifade ediyordu.
Ancak cinsel seçilim tezinin önündeki bu engeller bir an için gözardı edilecek dahi olsa deniz anasındaki gözalıcı ışımalar evrimci bir bakış açısından izah edilemez. Çünkü deniz analarında göz gibi bir organ yoktur, dolayısıyla renkleri algılamaları da mümkün değildir. Bu durum, denizanalarındaki estetik ve gözalıcı ışımaların eşler tarafından fark edilme ihtimalini ortadan kaldırmaktadır. Böylece denizanalarındaki ışımanın, bu konuda evrimcilerin tek tutunacağı tezle, yani eşleşmedeki seçilimle ortaya çıkmış olabileceği tezinin de savunulacak bir tarafı olmadığı ortaya çıkmaktadırÖte yandan zifiri karanlık bir ortamda ışık saçmak avcılara karşı bir koruma da sağlamaz, aksine onların dikkatini çeker; dolayısıyla söz konusu estetiğin, bir başka seçilim mantığıyla yani doğal seleksiyonla açıklanması imkansızdır.
Derin su canlılarının sadece ışıması değil renkleri de göz alıcıdır. İzleyenleri hayran bırakan renkler ve balıkların üzerindeki desenler, son derece etkileyicidir. Bu canlılar, bir sanatın varlığını göstermektedirler. Evrimciler açısından bu duruma açıklama getirmek mümkün değildir. Çünkü sahip oldukları gözalıcı renkler hiçbir evrimsel avantaj modeli çerçevesinde ele alınamamaktadır. Balıkların yaşadıkları ortam zifiri karanlıktır. Hiçbir evrimsel avantaj meydana getirmeyen, ama herbiri sanat eseri olan canlıların kör tesadüflerle ortaya çıktığı iddiası ‘gülünç’ bir iddia olur. Bu sanatın tek açıklaması, söz konusu canlıların yaratılmış olduklarıdır.
Kısa tanıtımda bazı şeffaf canlılar da gösterilmekte, bunların neden renkli veya ışık saçan bedenler ‘evrimleştirmedikleri’ sorulmaktadır. Discovery Channel bu saçma soruya kendisi yine saçma bir cevap vermektedir: “Renksiz olacak şekilde evrim geçirmişlerdir. Belki de bu balıklar derinliklerde güzelliklerini kimsenin takdir edemeyeceğini anlamışlardır.”
Görüldüğü gibi Discovery Channel derin su canlılarındaki gözalıcı ışımayı, desenleri ve şeffaflığı evrimle açıklamada tam bir çıkmaz içindedir. Bu nedenle de konuyla ilgili soruları da cevapları da saçmalıktan öteye gidememektedir. Bir balığın kendi görünümünün başka balıklarda bıraktığı intibayı anlaması, sonra bu yönde kendi beden renklerini, desenlerini ve ışıma proteinlerini tasarlayıp üretmesi elbette mümkün değildir. Ayrıca eğer şeffaf balıkların şeffaf kalmasının nedeni derinlikte “renklerin takdir edilemeyecek olması” ise, mükemmel renkler ve ışıma sistemlerine sahip canlılar neyin “takdiri”nin peşindedir?
Tüm bunlar, derin su canlılarındaki tasarımların, evrim teorisini çaresiz bıraktığını göstermektedir. Halbuki durum gayet açıktır: Bir sanat eseri varsa muhakkak onu yapan bir de sanatçı vardır. Okyanusun dibinde giden bir araştırma denizaltısı ekibi eğer antik bir altın şamdanla karşılaşacak olursa bunun bir sanatçının eseri olduğu, batan bir gemiyle buraya geldiği hemen anlaşılacaktır. Hiçbir akıllı kimse deniz dibinde kör tesadüflerle altın kaplı bir şamdan meydana geleceğini iddia etmeyecektir. Bu denizaltı ekibi şamdanın, “deniz dibi canlılarının takdiri için” altınla kaplandığını da tartışmayacaktır bile.
Allah deniz dibi canlılarını yaratmış ve onları gözalıcı tasarımlarla varetmiştir. Discovery Channel gibi evrimci kuruluşların ise herbiri yaratılış delili olan bu canlılara baktıkları halde bu açık gerçeği anlamıyor olması da Allah’ın Kuran’da belirttiği bir durumdur. Allah inkarcıların görememesini şu ayetle haber verir:
“Göklerde ve yerde nice ayetler vardır ki, üzerinden geçerler de, ona sırtlarını dönüp giderler” (Yusuf Suresi, 105)