TRT 1 kanalı geçtiğimiz günlerde yayınladığı “Fatihler” (The Conquerers) isimli bölümle “Evrimleşen Yaşam” dizilerine devam etti. Filmde eklembacaklılar konu ediliyor, bu canlıların sözde denizden karaya geçiş yapan ve daha sonra kanatlanıp uçmaya başlayan bir kategoriyi oluşturdukları ileri sürülüyordu. Bilimsel araştırma ve bulgularla geçersizlikleri defalarca ortaya konmuş evrim senaryoları, hiçbir kanıt gösterilmeksizin yeni görüntüler eşliğinde tekrarlanıyordu. Bu yazıda TRT kanalında sürdürülen evrim propagandası gözler önüne serilecek ve eklembacaklılarla ilgili evrim çıkmazları kısaca ortaya konacaktır.
TRT’deki Kambriyen Çekincesi
Filmin en başında günümüzden yaklaşık 500 milyon yıl önce yaşamış canlılar ele alınmaktadır. Bu dönem Kambriyen dönemi olarak bilinen ve yeryüzünde karmaşık beden yapısına sahip organizmaların aniden ortaya çıktığı dönemdir. Hayvanların en temel kategorileri “filum”lardır. Ve çok ilginç bir biçimde, yeryüzünde yaşamış filumlarının tamamına yakını Kambriyen devirde ortaya çıkmıştır. Bu devir öncesinde tesbit edilmiş sadece bir kaç filum varken, fosil kayıtlarında bu dönemde ortaya çıkan filum sayısının 100″e yakın olduğu hesaplanmaktadır. Bu dönemde canlı çeşitliliğinde yaşanan sıçrama o denli fazla olmuştur ki bilim literatüründe bu olaya “Kambriyen Patlaması” ismi verilmiştir.
Evrim literatürünün popüler yayınlarından Earth Sciences dergisinin editörü Richard Monestarsky, Kambriyen Patlaması hakkında şu bilgileri vermektedir
“Bugün görmekte olduğumuz oldukça kompleks hayvan formları aniden ortaya çıkmışlardır. Bu an, Kambriyen Devrin tam başına rastlar ki denizlerin ve yeryüzünün ilk kompleks yaratıklarla dolması bu patlamayla başlamıştır. Günümüzde dünyanın her yanına yayılmış olan omurgasız takımları erken Kambriyen Devir”de zaten vardır ve yine bugün olduğu gibi birbirlerinden çok farklıdırlar.” (Richard Monestarsky, “Mysteries of the Orient”, Discover, Nisan 1993, s. 40)
Kambriyen patlamasında ortaya çıkan canlılar için evrimcilerin “ata” olarak önerebileceği hiçbir benzer organizma bulunmamaktadır. Kambriyen dönemi canlıları kusursuz yapılarıyla aniden ortaya çıkmışlardır. Elbette bu durum Kambriyen patlamasının kökeninde yaratılış olduğunu göstermektedir. Darwinizm”in dünya çapındaki en önde gelen savunucularından biri olan İngiliz zoolog Richard Dawkins, Kambriyen canlıları hakkında şöyle bir itirafta bulunmaktadır:
“…Kambriyen katmanları, başlıca omurgasız gruplarını bulduğumuz en eski katmanlardır… Sanki hiçbir evrim tarihine sahip olmadan, o halde, orada meydana gelmiş gibiler.” (Richard Dawkins, The Blind Watchmaker, London: W. W. Norton 1986, s. 229)
Kambriyen Dönemi patlamasının evrimi çürüten bir başka yönü de, günümüzde var olan filumların bu patlamayla ortaya çıkan filumlara oranla oldukça az olmasıdır. Evrim teorisinin iddialarına göre, canlı kategorilerinde zaman içinde bir artış yaşanmış olmalıdır. Oysa fosil kayıtlarında durum bunun tam tersidir.
Darwinizm”in dünya çapındaki en önemli eleştirmenlerinden biri olan Berkeley Üniversitesi profesörü Philip Johnson, paleontolojinin ortaya koyduğu bu gerçeğin, Darwinizm”le olan açık çelişkisini şöyle açıklamaktadır:
“Darwinist teori, canlılığın bir tür “giderek genişleyen bir farklılık üçgeni” içinde geliştiğini öngörür. Buna göre canlılık, ilk canlı organizmadan ya da ilk havyan türünden başlayarak, giderek farklılaşmış ve biyolojik sınıflandırmanın daha yüksek kategorilerini oluşturmuş olmalıdır. Ama hayvan fosilleri bizlere bu üçgenin gerçekte başaşağı durduğunu göstermektedir: Filumlar henüz ilk anda hep birlikte vardır, sonra giderek sayıları azalır.” (Phillip E. Johnson, “Darwinism”s Rules of Reasoning”, Darwinism: Science or Philosophy, Foundation for Thought and Ethics, 1994, s. 12)
TRT ekranlarında yayınlanan belgeselde ise bu konuda tek bir kelime edilmemektedir. Canlıların yeryüzünde nasıl ortaya çıkıp yayıldığını ele alan bir filmde, canlı çeşitlerinde ve filum sayısında görülen bu büyük patlamanın konu edilmemesinin tek bir nedeni vardır. Kambriyen dönemindeki bu patlama yeryüzünde hayatın tesadüflerle değil aniden ve kusursuz olarak meydana geldiğini, yani yaratıldığını kesin bir şekilde ortaya koymaktadır. TRT’de yayınlanan belgesel ise bu konuya girmekten özellikle kaçınmıştır.
TRT’nin Anten ve Göz Hakkındaki Önemli Yanılgısı
TRT’de yayınlanan belgeselde evrim teorisinin açmazları birer birer gözardı edilmektedir. Doğa tarihinin evrimci bir bakış açısıyla yorumlandığı belgeselde eklem bacaklılardan söz edilirken bu canlıların bedenlerinde bulunan ve mükemmel tasarlanmış organların açıklanmasında tamamen masalsı Darwinist senaryolar benimsenmektedir.
Bu organlardan biri eklem bacaklıların antenleridir. Bu antenler karmaşık bir sinir sistemiyle birlikte çalışır. Örneğin ıstakozların 15 ila 30 santim boyundaki antenleri, su içinde özel tarama hareketleri yapabilen, dahası kimyasalları yakalayan hassas tüycükleriyle donatılmış organlardır. Böyle kompleks bir organın kökeniyle ilgili TRT’de ortaya konan iddia bu karmaşık tasarımı açıklamaktan çok uzaktır:
“Yaşamlarında kendilerine yardımcı olmaları için eklem bacaklılar, bir takım anten geliştirdi.”
Eklem bacaklıların antenlerinin canlıya kolaylıklar sağladığı doğrudur. Antendeki tasarımın bir amaç taşıdığı da bir gerçektir. Ancak düşünme yeteneğinden yoksun bir eklem bacaklının, kendisi için bir amaç benimsemiş ve bu doğrultuda bir çift anten tasarlayıp geliştirmiş olması imkansızdır. Biz insanlar nasıl kendimize gözler “geliştirmemiş”, onları doğduğumuz anda hazır bulmuşsak, eklembacaklılar da anten geliştirmemiş, onları doğdukları anda hazır bulmuşlardır. Çünkü gözler de antenler de, tüm diğer organlar gibi yaratılmıştır. TRT 1 kanalı bu gerçeği dile getirmektense, havyanların kendi kendilerine organlar geliştirdikleri gibi bir safsatayı garip şekilde tercih etmiştir.
TRT’de evrime dayandırılan ancak kökenine dair hiçbir tutarlı açıklama ortaya konmayan bir organ da sözünü ettiğimiz gözdür. Gözde diğer hiçbir organda bulunmayan ışığa duyarlı hücreler bulunur. Bu hücreler ışığı elektrik enerjisine çevirip beyne iletmekle görevlidir. Ayrıca gözde ışığı odaklayan lens sistemi de bulunur.
Eklem bacaklılara ait bir canlı olan ve Kambriyen döneminde yaşamış trilobitlerin göz tasarımı Darwinizm’e önemli bir darbe vurur. Bu canlılarda bulunan petek göz sistemi 530 milyon yıllıktır, ve günümüzdeki göz sistemleri kadar kusursuzdur. Arı ya da yusufçuk gibi günümüzdeki bazı böcekler de aynı göz yapısına sahiptir. (R. L. Gregory, Eye and Brain: The Physiology of Seeing, Oxford University Press, 1995, s. 31) Günümüzde mükemmel şekilde çalışan bir sistemin 530 milyon yıl önce aynen var olması Darwinizm’in basitten komplekse doğru evrim iddiasını çürütmektedir.
Ayrıca gözdeki kompleks tasarım indirgenemez özelliktedir. Lens ve ışığa duyarlı hücrelerin yanısıra başka birçok parça organın başarılı bir şekilde görevini yapması için aynı anda kusursuz olarak var olmalıdır. Evrimin kendi mantığına göre bu parçalardan birinin eksik olması durumunda göz işe yaramayacak ve körelerek yok olacaktır. Kısacası Darwinizm”in iddiaları kendi içinde de çelişki içermektedir.
Oysa gözdeki tasarımın bilinçli olarak var edildiği açık bir gerçektir. TRT’de Darwinizm’in en büyük açmazlarından biri olan gözün kökeni konusu örtbas edilmeye çalışılmakta ve kısaca “eklem bacaklılar görüntü algılayabilecek keskin ve karmaşık yapılı gözler geliştirdiler” şeklinde geçiştirilmektedir.
Eğer size birisi gelir de, “bilgisayarlar, daha iyi işlem yapabilsinler diye, kendilerine hızlı CPUlar (işlemciler) yaptılar” derse, bunun çok saçma ve garip bir söz olduğunu anlarsınız. Çünkü bilgisayarlar kendi kendilerini geliştirmezler, onları bilgisayar mühendisleri geliştirir. Aynı durum canlılar için de geçerlidir. Canlılar, kendi kendilerine yeni özellikler katamazlar; bu ancak bilinçli bir tasarımla mümkün olur. Bu bilinçli tasarımın (TRT”deki programda olduğu gibi) göz ardı edilmesinin tek nedeni, göz ardı edenlerin körü körüne inandıkları Darwinist teori ve materyalist felsefedir. (Ve onların da altyapısını oluşturan ateizmdir.)
Anten ve göz gibi organlar için kullanılan söz konusu örtbas yöntemi, kıskaç gibi özel tasarıma sahip uzantılarla ilgili olarak da ortaya konmaktadır. TRT’de, küçük bir evrimsel hareketle, bacakların kavrama yeteneği olan kıskaçlara dönüşebileceği ileri sürülmektedir. Bu iddia gerçekten gülünç bir iddiadır. Çünkü bacak ve kıskaç tasarımları, canlının DNA”sında kodlanmış bulunur. Bacak için farklı, kıskaç için farklı bir DNA dizilimi gereklidir. Üstelik ikisi de bilgiye dayalı dizilimlerdir. İddia edilen değişimin evrimin dayandırılmaya çalışıldığı mutasyonlarla gerçekleşmesi imkansızdır. Çünkü mutasyonlar organizma üzerinde yıkıcı etki oluştururlar veya en iyi ihtimalle etkisizdirler. Rastgele bir mutasyonun bacak için gerekli DNA”ya uygun bilgi ekleyip onu düzenlemesi mümkün değildir. Nitekim böyle bir değişim asla gözlemlenmemiştir.
Aslında TRT ekranlarında yer verilen belgesel baştan sona bu tür evrim hikayeleriyle doludur. Belgesele egemen olan yanıltıcı üslubu göstermesi açısından şu ifade dikkat çekicidir:
“Eklem bacaklıların inanılmaz bir evrim ve gelişme yeteneğine sahip oldukları görülüyor.”
Bu, yukarıda belirttiğimiz gibi, “bilgisayarların inanılmaz bir evrim yeteneğine sahip oldukları görülüyor” demek gibi bir şeydir. Yani saçmadır. Bu saçmalığın altında yatan tek gerçek ise, bu belgeseli hazırlayanların, tüm canlıların yaratılmış oldukları gerçeğine karşı önyargılı olmalarıdır.
TRT’nin Örümcek Ağı Yanılgısı
Belgeselde örümcek ağıyla ilgili de önemli bir yanılgı ortaya konmaktadır. Örümcek ağının evrimde sonradan ortaya çıkığı iddia edilmekte ve bu ağın kökeninde örümceğin uçan canlıları yakalama isteğinin etkili olduğu gibi temelsiz bir iddia ileri sürülmektedir.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, üstte de açıkladığımız gibi, canlıların “istekleri” onlara yeni organlar, özellikler kazandırmaz. Siz ve sizi izleyecek torunlarınız nesiller boyu uçmayı “istesinler”, bunun için kendilerini istedikleri kadar sıksınlar, kanat elde edemezler. Canlıların fiziksel özellikleri genlerde kodludur ve hiç bir “istek” genleri etkilemez. TRT”de yayınlanan belgesel, bu en temel gerçeği bile göz ardı eden, garip, bilim dışı, hayalperest bir üsluptadır.
Dahası örümcek ağını inceleyen bir insan, onun “rastlantısal evrim” değil, “tasarım” ürünü olduğunu kolaylıkla görebilir. Örümcek ağı günümüz malzeme bilimcileri için örnek teşkil eden bir malzemedir. Kendisi ile aynı kalınlıkta çelikten beş kat daha dayanıklıdır. Çelik yeleklerin üretimi örümcek ağı taklit edilerek mümkün olmuştur. Bunun yanında örümcek ağı beden içinde sıvı halde bulunur, havayla temas eder etmez reaksiyona girer ve sertleşir. Üstelik örümcek kendi ağını yiyerek istediği zaman tekrar kullanmak üzere depolayabilir.
Örümceğin ağ kurma yöntemi de son derece akılcı bir yönteme dayanır. Etraftaki ağaç veya otlar birer sütun olarak kullanılır ve ağ bunlara gerdirilir. Merkeze doğru düzenli halkalar içiçe örülerek görünmez bir tuzak ve örümcek için güvenli bir yuva ortaya çıkmış olur.
Ağın tüm bu olağanüstü yapısı ve örümceğin de bu ağı kullanmak için olabilecek en ideal yeteneklerle donatılmış olması, Darwinizm”in hiç bir zaman açıklayamadığı bir mucizedir. Ve canlılığın kökeninin yaratılış olduğunu bize bir kez daha göstermektedir.
Akrebin Sudan Karaya Geçişi Senaryosu
TRT’de yer verilen temelsiz evrim iddialarından biri sudan karaya geçiş senaryosuyla ilgili olanıdır. TRT’de yayınlanan filmde de görüldüğü gibi evrim teorisi bu geçişi açıklayabilmekten çok uzaktır.
Bu konuda verilen tek örnek akreplerin hayali atalarında yer aldığı varsayılan, suda solunum yapmaya yarayan ve “kanat” adı verilen bir organla ilgilidir. Bu organın zaman içinde bedenin içine gömüldüğü ve havadaki oksijeni yakalayabilme yeteneği kazandığı ileri sürülmektedir. Ancak bu iddiayı destekleyebilecek hiçbir fosil kanıt gösterilmemekte ve anlatımlar hayalgücü seviyesinde kalmaktadır.
Sonuç
Kambriyen döneminde yaşanan patlama doğa tarihinde evrim diye bir sürecin yaşanmadığını ortaya koymaktadır. Anten ve göz gibi kompleks organların rastlantısal mutasyonlarla açıklanamaycak kadar hayranlık verici bir tasarıma sahip oldukları görülmektedir. Örümcek ağı, küçücük canlılarda bile, mühendislerin taklit edecekleri üstün tasarımlar bulunduğuna işaret etmekte, doğadaki tasarımın tesadüflerle ortaya çıkamaycak kadar üstün olduğunu kanıtlamaktadır.
Kısacası TRT’de sürdürülen Darwinizm propagandası bilimsel gerçekleri yansıtmamaktadır. Bilimsel gerçek, eklem bacaklıların ve diğer milyonlarca canlı türünün bilinçli olarak tasarlandığıdır.
Düşündürücü olan ise, TRT”nin neden ısrarla ve körü körüne koyu Darwinist propagandaları ekranlarına taşıdığı sorusudur. TRT yönetiminin bundan sonra bu konuda daha bilinçli ve sağduyulu davranmalarını diliyoruz.