National Geographic TV kanalında 23 Mart 2003 tarihinde “Öldüren İçgüdü: Çayırlar” isimli bir belgesel yayınlandı. Belgeselde Afrika düzlüklerinde yaşayan bazı canlılardan örnekler veriliyor özellikle çayırlarda gerçekleşen av-avcı ilişkileri konu ediliyordu. Evrim teorisini kitlelere empoze etme çabasının en ‘pratik’ yöntemi bu belgeselde de ortaya çıkıyordu. Canlılardaki en kompleks yapılardan biri olan göz hakkında bile hiçbir bilimsel kanıt göstermeden ‘evrim masalı anlatıldı. Bu yazıda söz konusu masalın bilimsel açmazları gösterilecektir.
Belgeselin leoparları anlatan bölümünde bu canlıların sahip olduğu üstün gece görüş yeteneği üzerinde de durulmaktadır. TV kanalı kedilerin gözlerinin evrimle ortaya çıktığı iddiasında bulunmaktadır. Filmde bu konuda şunlar söylenmektedir:
“Geceleyin görebilmek için kediler bazı değişimler geçirmişlerdir. Gözbebekleri bizimkilerden üçkat daha fazla ışığın göze girmesine izin verir ve gözlerinin arkasındaki bir disk, tekrar kullanılması için ışığı gözün içine geri yansıtır.”
Kedilerin gözlerinin bugünkü haline değişim geçirerek ulaştığı iddiası açıkça bir aldatmacadan ibarettir. Çünkü göz aslında, ortaya koyduğu ‘indirgenemez kompleks’ yapıyla evrim teorisine en büyük darbelerden birini oluşturur. Gözün, evrimcilerin iddia ettiği gibi, kademe kademe oluşması imkansızdır: Parçalardan herhangi birinin olmaması organın işlev göremez hale gelmesine neden olacaktır. Yaklaşık 40 parçadan oluşan gözün bu 40 parçadan herhangi birinin, örneğin retinasının bulunmaması durumunda göz göremeyecektir. Dolayısıyla bir gözün görebilmesi için bu 40 parça, diğer görmeyi sağlayacak sistemlerle birlikte aynı anda oluşmalıdır ki, bu ancak yaratılışla mümkündür.
Evrimcilerin iddia ettiği gibi, yavaş yavaş, milyonlarca sene içinde bu parçaların tek tek oluşarak birikmesi sonucunda gözün oluşması ise imkansızdır. Çünkü tek bir parça bile eksikken göremeyen göz, yine evrimcilerin iddiasına göre kullanılamadığı için “körelecek”, yani daha oluşamadan yok olacaktır. Gözün indirgenemez kompleks yapısı Darwin’i bu konudaki rahatsızlığını ifade eden itiraflarda bulunmaya zorlamıştır: “Gelişmiş bir göz bana soğuk bir titreme veriyor ….Gözün meydana gelişi… Böyle bir zorlukla yüzyüze gelmemenin gerçekten de sahtekarca olduğunu düşünüyorum.”
Evrimciler Darwin’in bu ifadelerini hiç gündeme getirmedikleri gibi gözün nasıl evrimleşmiş olabileceğine dair yorumlar yapmaktan açıkça kaçınmış hatta Darwin’i bu konuda uyarmışlardır da. Ünlü jeolog Sir Charles Lyell, Darwin’e yazdığı bir mektubunda şunları söylemiştir:
“Bu çok önemli özetin ilk sayfası gözün oluşumu ile ilgili itirazlarla başlıyor. Bu itiraza cevap vermek ve ortadan kaldırmak için sayfalar dolusu yazı gerekiyor. Eğer ikna etmek istiyorsan, bu konu hakkında hiçbirşey söylememek daha iyi olur. “
Evrimciler, Lyell’ın ifadelerinde görülen ‘gerçekleri saklama’ zihniyetini aradan yüzyılı aşkın bir süre geçmesine rağmen hala sürdürmektedirler. National Geographic de, gözün hangi aşamalarla evrimleşmiş olabileceğine dair hiçbir açıklama yapmadan değişim masalları anlatmaktadır. Bir bilim kanalı olma iddiasındaki televizyon kanalının bilimsel gerçeklere değil Darwinizm’in öngörülerine göre hareket ettiği açıkça ortadadır. TV kanalının belgeselin sonunda verdiği mesaj da Darwinizm propagandasını göstermesi bakımından ilgi çekicidir:
“Zorlukların bulunduğu her yerde hayvanlar da bu zorlukları yenebilecek şekilde aşmak için evrimleşmişlerdir. Rekabete dayalı bir hayat süren bu hayvanlar arasında yaşıyorsanız, hayatta kalmanın en iyi yolu öldürmek için tasarlanmış olmaktır.”
Canlıların zorlukları yenebilecek şekilde evrimleştiği iddiası bilimsel olmayan bir iddiadır. Çünkü bu iddianın dayanağı olan Darwinizm günümüzde bilimsel olarak çökmüş bir düşüncedir. Darwinizm doğada sürekli bir mücadele olduğu ve hayatta kalma mücadelesinin canlıların sözde evrimini şekillendirdiğini kabul eder. Bu sözde evrimin mekanizmaları ise doğal seleksiyon ve rasgele mutasyonlar olarak gösterilir. Ancak doğal seleksiyon ve rasgele mutasyonların hiçbir evrimleştirici gücü yoktur. Doğal seleksiyon, canlıların zorluklar karşısındaki mücadeleleri üzerinde rol oynayarak onları başka türlere dönüştürmez. Örneğin tilkilerden kaçan tavşanlar zamanla ceylanlara dönüşmezler. Tilkiler ancak yavaş koşan zayıf tavşanların elenerek tavşan neslinin daha hızlı ve güçlü bireylerden meydana gelmesini sağlar. Doğal seleksiyon sonucu bir türün bir başka türe dönüşmesi mümkün değildir.
Genetik biliminin ilerlemesiyle türlere ait genetik bilgilerin nesilden nesile değişmeden aktarıldığı anlaşıldı. Böylece evrimciler doğal seleksiyonun bir türü başka türe dönüştüremeyeceğini kabullenmek zorunda kaldılar. Teorinin ayakta tutulması için yeni bir mekanizma modellenmesi gerekiyordu. Bu durum onları mutasyonlara sarılmaya yöneltti. Mutasyonlar DNAdaki nükleotid diziliminde meydana gelen rasgele değişimlerdir Nükleotid dizileri bir yazıyı oluşturan harflerin dizilimi gibi özeldir. Ancak bu özel dizilim sayesinde genetik ‘bilgi’ meydana gelir. Evrimciler günümüz canlılarının tür özelliklerini belirleyen DNAların rasgele mutasyonlar sonucunda bugünkü hallerine geldiğini öngörürler. Oysa mutasyonların evrimleştirici bir rolü yoktur. Radyasyon ve zehir gibi dış etkilerin yanısıra hücrede nadiren görülen kopyalama hatalarından kaynaklanan mutasyonlar etkili oldukları zaman canlıların ölü ya da sakat doğmalarına yol açarlar. Bu yıkıcı etki yüzden, laboratuvarlarda sayısız canlı üzerinde yapılan mutasyon deneylerinde asla daha sağlıklı ve daha gelişmiş canlıların ortaya çıktığı görülmemiştir.
Doğal seleksiyon ve mutasyon açmazları doğada bir evrim süreci yaşandığı iddiasını gömmeye yeterlidir. National Geographic TV”nin hala evrimci söylemlerde bulunması tamamen ideolojik endişelerinden kaynaklanmaktadır. Kanal bilimsel gerçekleri reddetmekte ve Allah’ın varlığını inkar eden materyalist felsefeyi ayakta tutmak için köhneleşmiş Darwinist söylemleri tekrarlayıp durmaktadır. Kanala tavsiyemiz boş bir inanış olan Darwinizm’den vazgeçmesi ve canlılığın kökeninin evrim değil yaratılış olduğunu kabullenmesidir.