Time dergisinin 17 Şubat 2003 tarihli sayısında “Evrimin Rolü: Yıpranmış Zihin, Zayıflamış Beden (Evolution”s Role: A frazzled mind, a weakened body)” başlıklı bir yazı yayımlandı. Michael D. Lemonick imzasını taşıyan yazıda, stres ve stresin vücutta ortaya çıkardığı rahatsızlıklar ele alınıyordu. Yazıda insanın ani durumlara verdiği “savaş ya da kaç” tepkisinden de söz ediliyor, bu tepkinin evrimle ortaya çıkmış bir davranış şekli olduğu iddia ediliyordu. Lemonick bu iddiasını hiçbir bilimsel kanıtla desteklemiyor sadece ön yargısını dile getiriyordu.
“Savaş ya da kaç” tepkisi canımıza yönelik saldırı, zarar veya tehditle karşılaştığımızda vücudumuzda gerçekleşen son derece hızlı reaksiyonlar sonucu verdiğimiz bir tepkidir. Bu tepki, bedenimizin bu durumun kaynağıyla savaşmak ya da kaçmak için yaptığı hazırlıkları ifade eder. Böyle bir durumla karşılaştığımızda beyindeki hipotalamus bölgesinden gönderilen sinyaller vücudumuzu alarma geçirir. Böylece sinir hücrelerinin ateşlemeleri ve böbrek üstü salgı bezinden salgılanan kimyasallar bedenimizi savaşmak veya kaçmak için hazırlar.
Bu tepki verildiğinde bir dizi sinir hücresi ateşleme yapar ve adrenalin, nöradrenalin ve kortizol gibi kimyasallar kana bırakılır. Tüm bunlar vücutta hızlı değişikliklere yol açar. Sindirim yollarındaki kan, savaşmak ya da kaçmak için daha fazla enerjiye ihtiyacı olan kol ve bacak kaslarına yönlendirilir. Göz bebeklerimiz irileşir, dikkatimiz keskinleşir. Nabız atışlarımız hızlanır ve acıyı algılama oranımız azalır. Savaş ya da kaç tepkisi çok karmaşık fizyolojik düzenlemelerin çok kısa sürede ve mükemmel şekilde gerçekleştirildiği harika bir sistemdir.
Lemonick, yazısında bu tepkiyle ilgili olarak şu iddiada bulunmaktadır:
“İnsanlığın strese verdiği ve “savaş ya da kaç tepkisi” olarak bilinen fiziksel reaksiyonu muhtemelen, atalarımızın tehlikeli dünyayla başedebilmesine yardımcı olmak için evrimleşti. Yakın bir tehlikeyle karşılaşıldığı zaman- örneğin pala dişli bir kaplan ya da elinde sopa bulunan düşman bir Homo erektus görüldüğünde- bedenin kendini savunmak ya da olabildiğince hızlı kaçmak için hazır olması gerekirdi”.
Daha önceki çeşitli yazılarımızda da belirttiğimiz gibi, bu gibi evrimci izahların hiç birinin bilimsel bir dayanağı yoktur. Bu izahları yapan evrimcilerin tek dayanak noktaları, evrimin zaten mutlak doğru olduğu yönündeki yanlış inançlarıdır. Bu inançtan yola çıkarak, canlılardaki her yapıya, evrimsel bir “oluşum masalı” üretmektedirler. “Tümdenvarım” olarak da tanımlanabilecek olan bu yöntem, bilimsel değil dogmatiktır. Kanıttan değil, inançtan yola çıkmaktadır.
Bu gibi evrim masallarını “evrim teorisinin yeni bir kanıtı daha ortaya çıktı” diye okuyucularına empoze eden medya kuruluşları ise çok büyük yanılgı ve cehalet sergilemektedirler.
Bu örnekte de yukarıda özetlediğimiz durumu açıkça görebiliriz: Lemonick burada evrimin klasikleşmiş hikaye anlatımını kullanmakta ve evrim iddiasına hiçbir bilimsel kanıt sunmamaktadır. Yaptığı şey insanlarda bulunan ve mükemmel şekilde çalışan bir sistemin faydasını anlatarak evrim senaryoları oluşturmaktır. Lemonick daha sonra bu tepki sırasında meydana gelen aşamaları birer birer sıralamakta ve yine hiç kanıt göstermeden masal anlatmaktadır:
“Böylece ürkmüş beyin, böbreklerin üzerinde bulunan adrenal bezlere, adrenalin, glukokortikoid ve diğer salgıları; sinir hücrelerine de nöradrenalin salgılamaları sinyalini verirdi. Bu güçlü kimyasallar duyuları daha keskin, kasları daha sıkı yapar, kalbi daha hızlı attırır ve damarları enerji için hazır bulunması gereken şekerle doldururdu. Sonra tehlike geçince tepki yatışırdı”.
Dikkat edilirse buradaki hikayenin tek dayanağı, Lemonick”in hayal gücüdür. Böyle bir kimyasal gelişimin yaşandığına dair hiç bir kanıt yoktur. Hatta, böyle bir gelişimi sağlayabilecek herhangi bir mutasyon da tanımlanmamıştır.
Diğer yandan savaş ya da kaç sisteminin fizyolojisi ele alındığında Lemonick”in evrim iddiasının büyük bir yanılgı olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu sistemde rol oynayan binlerce faktörden sadece adrenalini ele almak bile iddianın tutarsızlığını göstermeye yeterlidir.
Adrenalin son derece kuvvetli bir kimyasaldır. Bir insanın kanında bulunan adrenalin hormonu miktarı, yaklaşık olarak şu örnekle ifade edilmektedir: Eğer vücudumuzda bulunan kan, 2 metre derinliğinde 100 metre çapında bir gölle karşılaştırılacak olursa, kanımızda bulunan adrenalin miktarı bu göle dökülecek bir çay kaşığı dolusu sıvı kadar olacaktır .
Tehlike anında beyinden gelen bir emirle böbrek üstü bezler derhal adrenalin salgılar. Adrenalin kan yoluyla hızla vücuda yayılır. Damar hücreleri adrenalinle taşınan mesajı algılar ve anında itaat ederek kan akışının trafiğini mükemmel şekilde değiştirir: Karaciğer ve deriye giden kan kesilerek beyin, kalp ve kaslara yönlendirilir.
Böylece kalp daha hızlı atar ve kaslara ekstra güç için ihtiyaçları olan kan sağlanmış olur. Bu düzenleme hatasızdır: Hiçbir zaman yanlışlıkla kalbe veya beyne giden damarlar daralıp karaciğere veya deriye giden damarlar genişletilmez.
Adrenalin molekülü kas hücrelerine ulaştığı zaman da kasların daha güçlü bir şekilde kasılabilmelerini sağlar. Karaciğere ulaşan adrenalin molekülleri ise burada bulunan hücrelere, kana daha çok şeker karıştırmalarını emreder. Böylece kandaki şeker miktarı artar ve kasların ihtiyacı olacak ekstra yakıt sağlanmış olur.
Görüldüğü gibi farklı dokulardaki hücreler adrenalin sıvısıyla karşılaştığında tek bir amaç doğrultusunda değişim göstermektedirler. Her biri kendisi için taşınan mesajı algılayarak anında itaat etmektedir. Tüm bunlar son derece bilinçli olarak kontrol edilmekte ve sistem mükemmel işlemektedir. Eğer bu kadar kısa sürede gerçekleşen bu zincirleme reaksiyonlarda tek bir hata meydana gelse, örneğin adrenalin yanlış bir dokuyu uyarırsa, veya uyarılan dokular adrenaline itaat etmezse vücutta kolaylıkla ölümcül tehlikeler ortaya çıkabilir. Gerçekten de adrenalin hormonunun vücut içindeki bu faaliyeti mükemmel bir şekilde yönetilmektedir. Tüm bu fizyolojik değişimler büyük bir akıl, bilgi ve yetenek gerektirmektedir.
Savaş ya da kaç tepkisinde adrenalin gibi mükemmel işleyen birçok molekül rol oynamakta, sistemi daha da harika kılmaktadır. Farklı farklı moleküllerin mükemmel bir haberleşme ve sorumluluk bilincinin yanısıra hız, hatasızlık ve uyum ortaya koymaları hayranlık uyandıran bir düzenlemeyi göstermektedir. Elbette bu mükemmel düzenleme bilinçsiz mutasyonların ürünü olamaz. Tüm bunlar savaş ya da kaç sisteminin büyük bir aklın ürünü olduğunu ortaya koymaktadır.
Evrimcilerin, savaş ya da kaç sisteminin tesadüfen var olduğunu iddia etmeleri; bir arsaya yığılan çimento, tuğla, elektrik kablosu gibi malzemelerin, çıkan bir fırtına sonucunda önce tesadüfen bir gökdelen meydana getirdiklerini, sonra ardından çıkan ikinci bir fırtına ile bu gökdelenin içine elektrik sistemini döşediklerini, üçüncü bir fırtınada ise, binanın içine mükemmel bir güvenlik sistemi kurduklarını iddia etmeye benzer. Akıl ve sağduyu sahibi hiçbir insan böyle mantıksız bir iddiayı kabul etmez. Ancak, evrimcilerin iddiası bundan daha da mantıksızdır.
Dolayısıya bilimsel gerçekler, savaş ya da kaç sisteminin kökeninin – vücuttaki tüm diğer kompleks organ ve sistemler gibi – tesadüflere dayalı evrim değil yaratılış olduğunu göstermektedir. Allah bu sistemi varederek insanı, tehlikeyle karşılaştığında güçlendiren bir alarm sistemiyle donatmıştır. Time dergisindeki söz konusu makalenin yazarı ise, bu gerçeği ilk baştan reddederek yola çıktığı için, evrimci spekülasyonları bilimsel bir gerçek gibi telkin etmeye çalışmakta ve Darwinizm propagandası yapmaktadır. Time dergisine yaşamın kökeni konusunda daha tutarlı, akılcı ve önyargısız bir yaklaşım benimsemeyi öneriyoruz.