10.04.2001 tarihli Hürriyet gazetesindeki “İnsan monogam değil, seri monogam” başlıklı haberde Darwinist bir doktorun akıl ve bilim dışı tezlerine yer verilmiştir. Üroloji Profesörü Ateş Kadıoğlu ile yapılan röportaj, insanın cinsel hayatını konu edinmiş, ancak evrimci bakış açısı ile, insanlar ile hayvanların cinsel hayatları arasında bağ kurmaya yönelik hayali yorumlardan başka bir şey öne sürememiştir. Bu doktorun bilimsel literatürden tamamen uzak bir üslupla ortaya attığı iddialar, ciddiyetten çok uzaktır.
Röportajda hakim olan fikir incelendiğinde, karşımıza fosilleşmiş Lamarkçı zihniyetin savunulmasından başka bir şey çıkmamaktadır. 19’uncu yüzyılda yaşamış olan Lamarck’ın iddiası, anne ya da babanın yaşamı boyunca kazandığı bir takım özellikleri çocuklarına aktaracakları şeklindedir. Ancak Mendel kalıtım kanunlarını ortaya koyarak, bedenin kalıtsal özelliklerinin çevre koşullarından etkilenmediğini, kazanılmış özelliklerin nesilden nesile aktarılmayacağını ve dolayısıyla türlerin genetik havuzunun hep sabit kaldığını göstermiştir. Lamarck’ın genetik kanunlarının bilinmediği bir devirde ortaya attığı “canlılar çevre koşullarına kendilerini uydurur ve bu değişimi sonraki nesillere aktarırlar” şeklindeki hurafe, her yönüyle artık terk edilmiştir. Yüz yıl önce çürütülmüş bir iddiayı hala geçerli zannetmesi ise, Kadıoğlu’nun bilimsel literatürü yüz yıl geriden takip ettiği anlamına gelmektedir.
Bebeğin kafasının büyüklüğü, annesinin ve babasının anatomisini değiştirmez
Kadıoğlu’nun iddiaları akıl süzgecinden geçirildiğinde tamamen bilim dışı fantazilerden ibaret olduğu hemen anlaşılmaktadır. Örneğin bebeğin kafası büyüdükçe, annesinin doğum kanalının gitgide daha büyüyeceğini iddia etmek son derece saçmadır. Öncelikle bebeğin kafası ne kadar büyük olursa olsun, kalça kemiklerinin çevrelediği doğum kanalından kolayca geçmek üzere tasarlanmıştır. Bu amaçla kafatası kemikleri yetişkindekinin aksine, birbirleriyle kaynamamış durumdadır. Bu tasarım sayesinde, kafatasını oluşturan kemikler birbirinin üzerine kayarak kafatası hacminin en düşük ölçüye ulaşmasına olanak tanırlar. Öyle ki, bebek doğduğunda, kafatası uzun doğum kanalının şekline sahiptir.
Bu anatomik özelliklerin zaman içinde değişeceği fikri ise hiç bir şekilde bilim ile bağdaşmaz. Çünkü bebeklerin kafasının gitgide daha büyük olmasına neden olacak bir faktör yoktur. İnsanoğlunun tüm bedeni özellikleri gibi, beyninin de hangi hücrelerden nasıl oluşacağı, beyin hücreleri arasındaki bağlantıların nasıl olacağı, hangi organın beyinde hangi hücre grubu tarafından kontrol edileceği insanın DNA’sında şifrelenmiş olarak sabittir. Nesilden nesile aktarılan DNA’nın, milyonlarca sene geçse bile, tarif ettiği özelliklerde bir değişiklik olmaz. Durum böyleyken, insanın kafasının “ihtiyaç gereği” nesilden nesile büyüdüğünü iddia etmek 100 yıl öncede kalmış Lamarkçı hurafeleri tekrarlamaktan başka bir anlama gelmez. (Evrim teorisi, DNA”nın mutasyonlarla etkilenip değiştiğini savunmaktadır, ama mutasyonlar “ihtiyaçlarla” bir ilgisi olmayan, rastlantısal değişikliklerdir. Dolayısıyla Dr. Kadıoğlu”nun iddiaları, günümüzdeki evrim teorisi açısından dahi itibar edilmeyecek, Lamarkçı hurafelerden ibarettir.)
Organlar ihtiyaca göre şekillenmez, tasarımları DNA’larında sabittir
Hürriyet”in evrim danışmanı rolündeki Dr. Kadıoğlu, kadın cinsel organındaki bir yapı değişikliğinin erkek cinsel organını kalıtsal olarak etkileyeceğini iddia etmiştir ki, bu da bilim dışı bir hurafeden başka bir şey değildir. Insan anatomisinde olması gereken bir değişikliğin meydana gelebilmesi için onu değiştirecek değişiklik DNA’da olmalıdır. Ancak bu takdirde nesilden nesile aktarılabilir ve kalıcı olabilir. Yazıda iddia edilen ihtiyaca göre şekillenme iddiası ise hiç bir mantıklı, bilimsel yönü olmayan bir iddiadır. Kadının üreme sistemindeki kalıcı bir değişiklik—ki bu değişikliğe neden olacak bir mekanizma da bulunmaz—karşı cinsin üreme sistemini asla şekillendiremez.
Yazıda geçen La Peyroni hastalığı yaşlılıkta cinsel organda zaman içinde meydana gelen kalıcı sertliktir. Ancak Kadıoğlu’nun bu hastalığı bazı hayvanların cinsel organlarında bulunan kemik yapı ile bir tutması ilginç bir cehalettir. Kemik ile doku sertleşmesi arasında hücresel boyutta çok büyük fark bulunmaktadır. Esnekliğin kaybolması ile oluşan sert bir dokuyu, kalsiyum ve astrocyte denen hücrelerin oluşturduğu kemik dokusu ile aynı saymak, doktor ünvanına sahip biri açısından, affedilmez bir hatadır. Kaldı ki insan vücudundaki bir hastalığı bir başka hayvanın yapısına benzeterek bir benzerliği evrimin bir kanıtı olarak öne sürmek, Ortaçağ hurafelerini andıran bir hayalden başka bir şey değildir.
Toplumun çekirdek yapısı olan “aile” yine materyalizmin hedefi
Dr. Kadıoğlu’nun insanları bir hayvan olarak değerlendiren materyalist dünya görüşü, çekirdek aile yapısını hayvanlarla karşılaştırmakla sonuçlanmaktadır. ABD’deki yükselen boşanma oranını örnek göstererek, gorillerin farklı dişilerle çiftleşmesi ile ilişkilendirmekte, böylece aile yapısının parçalanmasını “doğal” ve haklı bir süreç gibi göstermeye çalışmaktadır. Oysa Batı dünyasındaki artan boşanma oranının sosyal ve ahlaki dejenerasyonun bir sonucu olduğu çok açıktır.
Dr. Kadıoğlu”nun aile yapısının parçalanmasını haklı göstermeye yönelik bu yorumları, insanı bir hayvan türü olarak kabul eden materyalist ve Darwinist dünya görüşünün telkinleridir. İnsanın hayvan gibi davranmasını ve başıboş bir hayvan gibi sık sık eş değiştirmesini, aynı Friedrich Engels gibi insanın “doğal davranışlarına kendini bırakması” diye tanımlayan Kadıoğlu, bilim kisvesi altında aslında materyalizm propagandası yapmaktadır.
Hormonlardaki kusursuz düzeni evrimle açıklama komedisi
Dr. Kadıoğlu”nun bir başka saçma iddiası ise insanın yumurtlama (annenin üreme organlarındaki yumurta oluşumu) zamanını kendi kendine ayarlamış olduğu şeklindedir. Kadıoğlu’na göre, insan ormanlık açık alanlarda yaşarken ve yalnızca sıcak mevsimlerde yumurtlarken, ani bir kararla mağaralarda yaşamaya karar vermiştir. Her mevsim sıcacık olan mağaralarda yaşamaya başladıktan sonra ise, artık yumurtalıklarından düzenli olarak her ay yumurta bırakılmasını sağlamıştır. Dr. Kadıoğlu”nun bu imkansızı makul göstermek için öne sürdüğü sebep ise “yavruların, sıcak ve yiyecek bulunabilen mevsimlerde doğması” ihtiyacıdır.
Evrimcilerin, canlılar her neye ihtiyaç duysa, bunu tesadüfen meydana getiren sihirli bir “Tabiat Ana”nın var olduğu şeklindeki batıl inancı, burada bir kez daha ortaya çıkmaktadır.
Oysa hiç bir kadının yumurtalıklarına hakim olması mümkün değildir. Vücutta, yumurtalıkları dış ortama göre düzenleyen bir sistem de yoktur. Kadıoğlu da çok iyi bilir ki, yumurtalıklar, hipofiz bezinden salgılanan hormonların kontrolünde her 28 günde bir yumurta bırakırlar. Hormon adı verilen mesajcı protein molekülleri bu bezde özel bir amaçla üretilmektedirler. Amaç, kadının yumurtalıklarının çalışmasını kontrol altında tutmaktır. Bu benzersiz üstün akıl ürünü düzen, konudan habersiz olan kadının kontrolünde olmadığı gibi, tıbbi müdahalelerle değiştirilmesi bile mümkün olamamaktadır. İlaçlarla yapılan müdahaleler ancak yumurtlamanın bir süre düzensizleşmesine neden olmaktadır. Kadıoğlu’nun mantıksız olduğu kadar bilimsel gerçeklere de tamamen aykırı olan bu iddiası, herşeyi evrimle açıklama çabasının yine duvara çarpması ile sonlanmıştır.
İnsan vücudu akıl ürünü bir tasarımdır
Kadıoğlu’nun anafikri, insanoğlunun bir plan dahilinde Allah”ın yaratmadığını, kendi kendine geliştiği iddiasından ibarettir. Oysa bilimsel gerçekleri akılcı şekilde değerlendiren, Lamarkçı batıl inanç ve hurafelerden uzak olan bir insan, 100 trilyon hücrenin bir düzen içinde bir araya getirildiği insan bedeninin, kendi kendine ortaya çıkamayacağını hemen farkeder. Bir gökdelenin usta bir mimarı olduğunu kabul eden insan, bir gökdelenden, hatta bir şehirden çok daha kompleks olan kendi vücudunun Yaratıcı”sını nasıl kabul etmez?
Düşünen insan Yüce Allah’a iman eder
Bilimi doğruya ulaşmada bir araç olarak benimseyen insan, kompleks bir organizasyona sahip bir yapının asla kendi kendine oluşamayacağını anlar. Bir organizmanın kendi kendine oluşmaz olması, bizi onun tasarlandığı ve yaratıldığı sonucuna götürür. Gerçekten de hangi canlıyı incelersek inceleyelim kusursuz bir tasarım ürünü olduğunu görürüz. Düşünen bir insanın yapması gereken ise, her şeyi yaratan yüce Allah’ı eserleriyle takdir etmek ve kusursuz yaratışı karşısında O”na şükretmektedir…