Sırtlanların yaşamlarını anlatan belgeselde bu canlıların kökeni hakkında bazı evrimci spekülasyonlar yapıldı ve bunlar kedilerle aralarındaki genetik benzerliklere dayandırıldı. Sırtlanların, köpeklere benzeseler de kedilere daha yakın oldukları ileri sürüldü.
Bir sırtlanın köpeklere değil de kedilere akraba gösterilmesi şaşırtıcı görünebilir. Aslında genetik olarak benzerlik taşıyan, çok daha farklı görünümde canlılar da vardır. Örneğin deniz ineği, fil ve kır faresi benzer genetik özelliklere sahiptir. Ancak bir deniz ineği suda yaşayan bir deniz memelisidir, fil ise dev bir kara memelisidir. Kır faresi de bir kara memelisi olmasına karşın filden defalarca küçüktür. Deniz ineği etobur; fil otobur; fare ise kemirgendir. Yani bu canlılar beslenme, yaşam alanı ve büyüklük açısından son derece farklı oldukları halde evrimciler bunların hayali bir atadan evrimleşmiş akrabalar olduğunu bir dogma olarak benimsemektedirler. Evrimcilerin kurduğu genetik akrabalıklar ne kadar tutarsız olsalar da körükörüne savunulan senaryolardır.
Gerçekte canlılarda ortak genler bulunması ortak bir atadan evrimleştiklerini değil, ortak tasarıma sahip olduklarını gösterir. Benzer amaçlı tasarımlarda benzer yapıların kullanılması kaçınılmazdır. Örneğin insanların yaptığı bilgisayarlar benzer yapıda çiplere sahiptir. Farklı bilgisayarlar temelde aynı çiplere dayanır. Genler de bunun gibidir: Tüm canlılarda bulunur, organizmanın fiziksel ve fizyolojik özelliklerinin bilgisini saklarlar. Çiplerin bilgisayarlarda ortak bulunması bu bilgisayarların tesadüfen birbirlerinden evrimleştiğini göstermez. Elbette bunlar mühendisler tarafından ayrı ayrı tasarlanmışlardır. Genler de bilinçli tasarım yani yaratılışla ortaya çıkmış yapılardır. Canlılardaki ortak tasarımlar da bir Yaratıcı tarafından yaratıldıklarını gösterir. Yüce Allah tüm canlı gruplarını ayrı ayrı yaratmıştır.
Programda sırtlanların kökenine dair anlatılan bir masal da şu şekildedir: “Eski zamanlarda büyük kedigillerin avladıkları hayvanların yenmemiş kemikleri her yerde görülürdü. Kemiklerin temizlenmesi için hayvanın bu kemiklerle beslenmesi gerekirdi. Sırtlanların o zaman kemik yemeye başlayıp evrim geçirmeye başladıklarına inanılır”.
Bu masal sırtlanların kemik kırabilen güçlü çene yapılarına bakılarak anlatılmış bir masaldır. Bu yeteneğin evrimle ortaya çıktığına dair tek bir bilimsel kanıt olmadığı halde, hayali sırtlan evrimi, yine hayali olarak, bir film gibi geri alınmakta ve bunun başlangıcına dair spekülasyonlar yapılmaktadır. Elbette hayalgücünün doruklarındaki bu iddialar bilimsellikten son derece uzak, tamamen önyargılara göre oluşturulmuş gerçekdışı masallardır. Bu mantığa göre şu şekilde bir masal da oluşturmak mümkündür:
“Eskiden yeryüzünde otoburlar yoktu ve her yer yeşilliklerle dolup taşıyordu. Bunların temizlenmesi için hayvanların bunlarla beslenmesi gerekti. İneklerin, keçilerin ve diğer otoburların bu yeşillikleri yemeye başlayıp evrim geçirdiklerine inanılır.”
Görüldüğü gibi hayal gücünün sınırı yoktur. Sorun, bu hayal ürünü senaryoların bilim gibi sunulmasıdır. Animal Planet de evrim teorisini savunmada sadece hayalgücüne dayanmakta, bilim dışı masallar anlatmaktadır.