Taraf gazetesinin internet sitesinde 29 Haziran 2008 tarihli “Evrimin sırrı uzayda saklı” başlıklı bir haber yer aldı. Söz konusu yazıda, 1969 yılında Avustralya’ya düşen Murchison meteoru üzerinde yapılan kimyasal analizlerin sonuçları aktarılıyordu. Imperial College London’da astrobiyolog olarak görev yapan Zita Martins ve ekibi, meteorit üzerinde DNA ve RNA”nın üretimine katkıda bulunan ve “nükleobaz” olarak isimlendirilen bazı organik bileşenler tespit etmişlerdi.
Taraf gazetesi, Earth and Planetary Science Letters (Yeryüzü ve Gezegen Bilimi) dergisinde yayımlanan araştırma[i] ile “dünya dışındaki ilk genetik madde örneği”nin tespit edildiğini bildirerek bu bulgunun yaşamın sözde evrimi konusunda bilim insanlarına ışık tutacağını öne sürüyordu.
Oysa söz konusu araştırma, Taraf gazetesinin dogmatizme taraf olduğunu göstermek dışında herhangi bir şeye ışık tutmamaktadır. Evrimciler, yaşamın yeryüzünde prebiyotik bir molekül çorbası içinde kendiliğinden geliştiği masalını uzun yıllar savunmuş, ancak bu ihtimalin bilimsel olarak imkansız olduğunun ortaya çıkmasıyla içinde bulundukları açmazı, konuyu uzayla açıklamaya çalışarak örtbas etme taktiğine geçmişlerdir. Uzayın geniş karanlıklarında bilinmeyen şekillerde “evrimin sırrı” gibi ifadelerle bezenmiş gözboyamalarla halkı aldatmaya, yine bilindik demagojik taktikleri uygulamaya ve sözde evrim uzaydaki moleküllerin katkısıyla gerçekleşmiş olabilir izlenimi vermeye çalışmaktadırlar.
Oysa açıklamalarında bilimsel delillerden eser yoktur. Ve bilinen Darwinist demagojiler de, artık insanlar üzerinde Darwinistlerin bekledikleri etkiyi uyandırmamaktadır.
Acaba Martins ve ekibinin bulduğu ve gerçekte evrim için hiçbir delil teşkil etmeyen organik bileşenler nelerdir?
Martins ve ekibinin meteorit üzerinde buldukları organik bileşenler, “Xanthine” ve “uracil” isimli nükleobazlardır. Xanthnie, metabolizmanın bir ürünüdür ve ürik asitin öncülüdür. RNA”nın yapısında yer almamakla birlikte, RNA”nın biyokimyasal süreçlerinde rol oynamaktadır (RNA, hücresel protein sentezinde önemli rol oynayan ve çeşitli tiplerde bulunan nükleotid zinciridir). Uracil ise RNA”nın yapısında bulunan bir bazdır.
Xanthine ve uracilin, meteorit yeryüzüne düşdükten sonra toprakla temas sonucunda bulaşıp bulaşmadığı sorusuna cevap arayan araştırmacılar, bu nükleobazların karbon atomlarının izotoplarını incelediler (izotop: bir elementin, çekirdekteki proton sayısı bakımından aynı olduğu halde nötron sayısı bakımından farklı olan tipleri). Bu element yeryüzünde en yaygın olarak Karbon-12 izotopuyla birlikte bulunduğu halde incelenen karbon izotopları Karbon-13″e aitti ve bu durum, organik bileşenlerin meteoritle birlikte uzaydan gelmiş olma ihtimaline ağırlık kazandırıyordu. Fakat bileşenlerin uzaydan geldiğine dair edinilen bu bilgi, bu bileşenlerden bir canlının tesadüfler sonucu kendi kendine meydana geldiği anlamını taşımıyordu kuşkusuz.
Yapıtaşlarının varlığı, yapının tesadüfen ortaya çıktığını göstermez
Taraf gazetesinde ortaya konan temel aldatmaca, “meteorit üzerinde yaşam için gerekli genetik malzemenin unsurları var, o halde yaşam uzaydan gelen moleküllerin katkısıyla kendiliğinden başlamış olmalı” şeklinde bir mantık bozukluğuna dayanmaktadır.
Bunun yanlışlığını göstermek için devam eden bir bina inşaatını gözümüzde canlandıralım. Ve binanın kabasının büyük oranda tamamlandığını, bu sırada duvarlarının tuğlalarla örülmesinin devam ettiğini varsayalım. Ve buna ilaveten inşaat alanında bina duvarları için gerekli tuğlaların öbekler halinde yığılı olduğunu gözümüzün önüne getirelim.
Bu durumda “bu alanda binanın yapıtaşları var, o halde bu yapıtaşlarının bir şekilde bir araya gelmesi sonucunda bu bina kendiliğinden, henüz anlayamadığımız bir şekilde yükselmiş” şeklinde bir mantık yürütmenin herhangi bir temele dayanmayacağı açıktır. Aynı şekilde evrimcilerin de hücrede kullanılan bazı organik moleküllerin meteoritlerdeki varlığını gösterip “demek ilk hücre, uzaydan gelen moleküllerin kendiliğinden bir araya gelmesi sonucu ortaya çıkmış” iddiası da tümüyle saçmadır.
Sözkonusu moleküllerle, “yaşam” dediğimiz şey arasındaki farklılık olağanüstü boyuttadır ve evrimci senaryoları tümüyle geçersiz kılmaktadır
Bir meteor üzerindeki organik bileşenlerle, “yaşam” arasında fonksiyonel komplekslik açısından olağanüstü bir fark vardır. Canlı hücrede onbinlerce protein, -birçoğu bir araya gelerek daha büyük ve kompleks moleküler makineler oluşturacak şekilde- muazzam bir uyum ve organizasyon içinde hücrenin hem yapısını oluştururlar hem de yaşamı için gerekli faaliyetlere katılırlar. Tüm bu biyokimyasal süreçlerin bilgisi, DNA üzerinde özel bir kodla ve olağanüstü miktarda yüklü bilgiyle kodlanmıştır. Her bir aşaması üstün bir akıl ve plana işaret eden böyle mekanizmaların tesadüfi oluşumunu imkansız kılan nokta, tüm bunların birbirine dayalı ve içiçe geçmiş hiyerarşik sistemler oluşturması, ortaya koydukları entegre kompleksliğin evrim teorisinin kör tesadüflere dayalı bakış açısını tümüyle reddetmesidir. Hücresel makinelerin işlemesi için DNA ve proteinler aynı anda devrede olmalıdırlar. Hem DNA”nın hem de tek bir proteinin dahi rastlantısal olarak oluşması ihtimali sıfırdır. Bunlar bir arada hazır bulunsalar dahi hücre zarı olmaksızın hiçbir işe yaramayacaklardır. Hücre zarı olsa bile genetik kod olmadan hücresel makineler çalışmayacaktır… Bu liste daha uzayıp gider. Burada değindiğimiz aşamaların her biri matematiksel imkansızlıklardır ve modern bilim hücrenin rastlantısal olarak ortaya çıkma ihtimalinin kesinlikle olmadığını göstermektedir.
Buradaki detaylar, bir hücre için kompleksliğinin tesadüfen meydana gelmesinin imkansızlığını gösterebilmek için anlatılmaktadır. Fakat asıl olan nokta şudur: Darwinistler henüz tek bir proteini oluşturamamaktadırlar. Laboratuvar ortamında, yani ellerinde bir proteini oluşturmak için gerekli tüm yapıtaşları ve tüm amino asitlerin bulunduğu bir ortamda bile, işlevsel tek bir proteini elde edememişlerdir. Doğal ortam içinde, tek bir proteinin tesadüfen oluşması ihtimalinin imkansızlığı bu şartlar altında anlaşılabilmektedir. Öyle ki bu ihtimal hesaplanmış ve bir insan hücresini oluşturan ortalama bir proteinin tesadüfen oluşma ihtimali 10950’de bir olarak belirlenmiştir. Bu ihtimal matematiksel olarak “sıfır”dır. Bu gerçek karşısında evrimcilerin, “yapıtaşlarını bulduk, (hayali) ilk hücrenin açıklaması tamam!” mantığındaki iddiaları, yalnızca insanları aldatmaya yönelik bir oyundur.
Astronom ve aynı zamanda bir evrimci olan Paul Davies, meteorit üzerinde yaşamın yapıtaşlarının bulunmasının, yaşamın evrimi iddiasına kanıt olarak düşünülemeyeceğini kabul etmiş bir isimdir. Daha önceki benzer bir evrimci iddiayla ilgili olarak meteorit üzerinde amino asit bulgusuna dayanarak yaşamın bu şekilde ortaya çıkmış olabileceğini öne sürmenin yanlışlığını şöyle ifade etmiştir:
“Amino asitler proteinlerin yapı taşları olabilirler ancak yapı taşlarıyla bir araya getirilmiş bir yapı arasında dünyalar kadar fark vardır. Nasıl ki birkaç tuğlanın keşfi az ötede bir evin bulunduğunu göstermez, aynı şekilde bir amino asit yığını da yaşamın gerektirdiği, protein gibi büyük ve özelleşmiş moleküllerden uzun uzun yollar uzaktadır.”[ii]
Genetik kod olmaksızın, genetik malzemenin varlığı neden anlamsızdır?
Taraf gazetesindeki haberde, yukarıda ortaya konan yanılgı ve eksikliklerin yanısıra genetik kodla ilgili bir evrimci yanılgı da ortaya konduğu görülmektedir. Xanthine ve uracil, RNA ve DNA”nın üretimine katkıda bulundukları için Martins bunları evrimci spekülasyonlarına malzeme yapmakta ve şu iddiayı ortaya koymaktadır:
“Bizden önceki canlıların genetik kodlamalarında, meteor parçacıklarındaki elementlerin kullanıldığına ve böylece bu canlıların belirleyici niteliklerinin kendilerinden sonraki nesillere geçmiş olabileceğine inanıyoruz”
Martins”in burada “inanıyoruz” diyerek ifade ettiği varsayım, aslında materyalizmle açıklanması mümkün olmayan bir durumu, körükörüne maddeci bir bakış açısından yorumlayan, bir diğer deyişle tümüyle dogmatik bir düşüncedir. DNA üzerindeki nükleotidler, bu yazıdaki harflere benzetilebilir. Bu harflerin bu yazıdaki bilgiyi kodlayıp bir zihindeki düşünceleri aktarmada ortam oluşturması gibi, nükleotidler de yaşam için gerekli bilgiyi kodlama ve aktarmada bir araç oluştururlar. Nükleotidler, “kodon” adı verilen üçlü gruplar halinde hücrede yorumlanırlar ve protein sentezi esnasında her bir kodon için belli bir aminoasit zincire eklenir.
Fakat bu benzetme ancak ve ancak bir “dil” ile onu yorumlayabilecek “zihnin” varlığı durumunda geçerlilik kazanmaktadır. Sembollere anlamlarını atfedecek ve onları yorumlayacak bir zihin olmadığı sürece bunların taşıyacağı hiçbir mana bulunmayacaktır. Örneğin Çince”de kullanılan sembollerden birisinin anlamı, o anlamı bilenler için bir değer taşır. Çince bilmeyen insanların yaşadığı bir ülkede bu sembol hiçbir anlam ifade etmeyecektir.
Aynı şekilde, hangi kodonların hangi aminoasite karşılık geldiğini belirleyen “genetik kod” veya diğer bir ifadeyle “yaşamın lisanı” olmaksızın, DNA ve RNA”ya katkıda bulunan moleküller de bir anlam taşımayacaklardır. Dolaysıyla meteorit üzerinde bulunan organik bileşenlerin, hücrenin kalıtımı özelliğini ortaya çıkarması senaryosu -ortada genetik kod bulunmadığı için- geçersizdir.
Genetik kodun kökeni konusunun evrimcilere sunduğu açmaz, Taraf gazetesinde bir iki satıra sığdırılmış gözboyayıcı bir masalla geçiştirilecek gibi değildir. Evrimciler herşeyi maddeci ve tasadüflere dayalı bir zeminde açıklamaya çalıştığı halde, genetik kod bunları aşan bir boyut taşımaktadır. Araştırmacı Dean Overman bu konuda şunları yazmıştır:
İngiliz bilim dergisi Nature“ın 20 yıl boyunca editörlüğünü yapmış olan Sir John Maddox, “Genetik kodun kökeninin, yaşamın kendisinin kökeni kadar belirsiz olması can sıkıcıdır” diyerek materyalizmin bu alandaki yenilgisinin dolaylı bir ifadesini ortaya koymuştur.[iv]
Kısacası meteorit üzerindeki organik bileşenlerin genetik kodlamanın başlangıcını oluşturmuş olabileceği iddiası akli ve bilimsel hiçbir kanıta dayanmamaktadır ve Martins”in varsayımı bilimdışı bir dogmadan başka birşey değildir.
Taraf gazetesi haberinde yer almayan eleştiriler ve itiraflar
Ülkemizdeki evrim taraftarı yayınların evrimci iddaları duyururken keyfi olarak yaptıkları bir vurdumduymazlık vardır. En küçük bir evrimci iddiayı dahi sansasyonel bir havada ve bilimsel bir gerçekmiş gibi vermeye pek hevesli olan evrimci editörler, konuyla ilgili eleştirileri haber kapsamına dahil etmekten özellikle imtina etmektedirler. Taraf gazetesi de bu son haberin aktarımında bu taraflı tavrı sergilemektedir.
Meteorit üzerinde bulunan moleküllerin oranı, önde gelen bazı evrimci araştırmacıları bile tatmin etmemektedir. Bunlardan biri olan New York Üniversitesi araştırmacısı ve kimya profesörü Robert Shapiro”dur. Shapiro, “düşük konsantrasyon seviyesi sebebiyle uzay kaynaklı bu nükleobazların yaşamı başlatmada önemli rol oynamış olamayacağını” ifade etmekte, bunların “DNA”nın altbirimlerinin altbirimleri olduklarını” söylemektedir.[v]
(Yaşamın kökeni konusunun evrim teorisine olan açmazını daha geniş biçimde incelemek için bkz. http://www.darwinizminsonu.com/m_biyoloji.html)
Sonuç:
Taraf gazetesinde yer alan bu haber, evrimci propagandaya ne denli gözükapalı Darwinist destek verildiğinin son bir örneğini oluşturmaktadır. Meteorit üzerinde organik bileşenlerin bulunması, yaşamın sözde evrimine hiçbir bilimsel kanıt oluşturmamaktadır. Yaşam, ortaya koyduğu komplekslik ve barındırdığı olağanüstü miktarda bilgiyle üstün bir Yaratıcı”nın varlığına işaret etmektedir. Yaşam, Taraf gazetesinin iddia ettiği gibi uzaydan gelen moleküllerin tesadüfen birleşmesiyle değil Yüce Allah”ın “”OL”” demesi ile yaratılmıştır.