Uzun zamandır Gazze’de güç şartlar altında yaşayan Filistin halkına yönelik geçtiğimiz günlerde Türkiye’nin de katılımıyla bir yardım girişimi gerçekleştirildi. İngiltere’nin başkenti Londra’dan yola çıkan 500 kişilik Özgürlük Konvoyu, Fransa, İtalya ve Yunanistan üzerinden Türkiye’ye geldi. Bir araya gelen konvoy, Türkiye’den yola devam ederek Mısır üzerinden Gazze’ye geçiş yapacaktı. Ancak Mısır hükümetinin engellemeleri konvoya büyük zorluklar yaşattı. 500 kişilik ekibin yalnızca tek bir güzergahtan ve Türk bayraklarıyla geçiş yapmasına izin veren Mısır hükümeti, sınırda bu kararından da vazgeçti ve konvoy, El Ariş limanında günlerce bekletildi. Ardından yönetimin emriyle limanda bekleyen konvoya sürekli zorluk çıkaran, pasaportlara el koyan Mısır polisi Türk Dışişlerinin girişimi ile biraz yumuşama gösterdi. Ancak birkaç gün sonra sivil kıyafetli 100 Mısır polisi tarafından taşlanan ve yine Mısır polisi tarafından biber gazı ile saldırıya uğrayan konvoyda yaklaşık 40 kişi yaralandı. Üstelik Mısır yönetimi yaralananların hastaneye gitmesine dahi izin vermedi. Yaralılara müdahale ancak eldeki imkanlarla yapılabildi. 10 gün boyunca Mısır yönetimi tarafından engellenen konvoy Türkiye’den gelen milletvekillerini, siyasetçilerin ve bürokratların girişimiyle Gazze’ye ancak kısa bir süre için girme izni alabildi.
Yapılan bu uygulama, oldukça düşündürücü bir gerçegi tekrar gözler önüne sermiştir. Geçtiğimiz aylarda uluslararası bir evrim konferansına evsahipliği yapan ilk Müslüman ülke olan Mısır’ın Gazze’ye yardımları engelleme yönündeki bu dikkat çekici ve şaşırtıcı tavrı, ülkedeki Darwinist odakların faaliyetleriyle kuşkusuz ki yakından bağlantılıdır.
Mısır’da Yıllar Süren Darwinist Diktatörlük
1950’lerde ve 60’larda Arap dünyasını derinden etkiyelen “Arap sosyalizmi”, aşırı milliyetçiliği, fanatik bir üçüncü dünya solculuğu ile birleştiren, esas olarak da dönemin komünist Sovyetler Birliği’nden destek görmüş olan bir harekettir. Koyu bir Arap ulusçuluğu ile birleşen Arap sosyalizmi, önce Mısır’da iktidara gelmiştir. Mısır Kralı”nı deviren subaylar arasından yükselen Cemal Abdül Nasır, kısa zaman içerisinde Müslüman halka baskı yapan bir yönetim anlayışı ortaya koymuştur. Mısır”ı, Suriye ve Irak izlemiş ve tüm bu ülkelerde solcu rejimler kanlı darbelerle iktidarı ele geçirmişlerdir.
Arap sosyalistlerinin programında barış, sükunet, ılımlılık gibi kavramlar yer almamaktadır. Aksine, Marksist ve Darwinist ideolojinin temelinde yer alan “çatışma” kavramı onlar için çok daha önemlidir. Bu ortam içinde o yıllarda Arap dünyasındaki gerilim giderek artmıştır.
Mısır’da, General Abdül Nasır, “Özgür Subaylar Komitesi” adı altında 1952 yılında 9 subayla birlikte ihtilal yapmış, Kral Faruk’u devirmiş ve 20 yıl boyunca ülkeyi şiddete dayalı bir komünist diktatörlükle yönetmiştir. Nasır, Arap sosyalist hareketinin ihtilalci üyelerindendir. Nasırizm adında Darwinist-Stalinist bir miliyetçilik ideolojisi geliştirmiştir. Üyesi bulunduğu Özgür Subaylar Komitesi de komünist bir örgütlenmedir, ihtilal öncesinde ve sonrasında Komünist Parti ile çok yakın ilişkiler içinde olmuştur.
Nasır dönemi tam bir dikta ve zulüm dönemidir. Nasır, kurduğu istihbarat teşkilatı aracılığıyla tüm muhaliflerini ortadan kaldırmış, çok kısa sürede zalim bir diktatör haline gelmiş, Darwinist sistemin tüm sapkınlığını devlet işlerinde uygulamıştır. Nasır döneminde eğitim müfredatında komünist ve Darwinist görüşler ağırlık kazanmıştır. Özellikle 1962 yılından itibaren komünizme kayış ve Nasır tarafından dile getirilen komünist söylemler çok büyük bir hız kazanmıştır. Milli Birlik Partisinin adı Arap Sosyalist Birliği’ne dönüştürülmüştür. Nasır, dönemin komünist Sovyetlerinden gelen istek üzerine hapisteki tüm komünist eşkiyaları affetmiş, Mısır basınını bu kişilerin kontrolüne vermiştir.
Komünistlerin kontrolüne geçen Mısır basını uzun yıllar boyunca İslam dinine, İslam alimlerine ve İslami cemaatlere karşı çok büyük bir saldırı, iftira kampanyası yürütmüştür. Nasır, SSCB’nin en yüksek dereceli onur madalyalarından olan ve milyonlarca insanı vahşice katleden komünist lider Stalin’e de verilen Sovyetler Birliği Kahramanı madalyasının da sahibidir. 1965 yılında tek aday olarak seçimlere katılan Nasır, baskı ve şiddet altında gerçekleşen, şaibeli bir seçimin sonucunda oyların yüzde 99’unu aldıktan sonra Müslüman Kardeşler Cemiyetine karşı baskısını daha da artırmıştır. Çok sayıda İslam alimi tutuklanmış, idam edilmiştir. Hasan-el Benna, Seyyid Kutup, Muhammed Kutup, Abdülkadir Udeh gibi İslam alimleri idam edilenler arasındadır. Binlerce Müslüman işkence görmüş, şehit edilmiştir. O dönemde tutuklanan Müslümanlar ancak Nasır’ın ölümünden sonra hapisten çıkabilmişlerdir. Nasır’ın komünist diktası altında 50.000 Müslüman Kardeşler Cemiyeti üyesi zindanlarda ağır işkence görmüştür. Onun dönemi birçok Müslüman tarihçi tarafından Mussolini’nin İtalyasına benzetilmektedir.
Nasır döneminde gerçekleştirilen ve Sina’nın İsrail’e teslim edildiği Altı Gün savaşlarında, Nasır’ın Müslümanlara ihanet ettiği birçok tarihçi tarafından bugün açık bir şekilde dile getirilmektedir.
Nasır Sonrası Mısır Değişti mi?
1970’li yıllardan sonra İslami bilinç Mısır’da büyük bir yükseliş göstermiş olsa da, ülke yönetimindeki Darwinist hakimiyet son bulmamıştır. Nasır’ın ardından başa gelen Enver Sedat da, ilk başlarda ılımlı gibi gözükse de, aynı Nasır gibi Müslümanlara yönelik zulüm ve şiddete başvurmakta geri kalmamıştır.
Şu anda söz konusu Darwinist diktanın Mısır’da artık son bulduğunu iddia etmek ise oldukça güçtür. Yıllarca Darwinist, Marksist ve komünist ideolojinin idaresi altında yönetilmiş, çocuklarını Darwinist eğitim ile yetiştirmek zorunda bırakılmış olan Mısır halkının bir kısmı, hala Darwinist diktanın baskısı altındadır. Mısır yönetiminin bir kısmı üzerinde etkilli olan Darwinist, komünist ideolojinin son dönemlerdeki en net teazhürlerinden biri, Filistinli mağdur, mazlum, dindar kardeşlerimize yapılacak olan acil yardımın sebepsiz olarak engellenmeye çalışılmasıdır. Bu, zayıfların yok olması mantığının dayanak noktası olan Darwinizm’in getirdiği şiddetli ve büyük bir beladır. Bilindiği gibi bu sapkın mantık, I. ve II. Dünya Savaşlarında 350 milyondan fazla insanın ölümüne ve şehit edilmesine sebep olmuş ve milyonlarca insanın açlık, sefalet, korku ve dehşet içinde yaşamasına yol açmış olan Darwinizm’e dayanır. Filistin halkı, açlık, yokluk ve akıl almaz sıkıntılar içindeyken, kadınlar ve çocuklar yiyecek ve ilaca muhtaçken, yapılan bu insani yardımı engelleme çabaları, Darwinizm belasının ne kadar korkunç boyutlara kadar ulaşabildiğini açıkça göstermektedir.
Geçmişte Mısır’a yoğun olarak hakim olan Darwinizm-komünist diktanın etkisini kaybetmemesini isteyen Darwinist odaklar, bilindiği gibi geçtiğimiz aylarda bu ülkede uluslarası bir evrim konferansı düzenlemişlerdir. Katılımcıların dünyada Darwinizm’in çöküşünü esefle ve ağıtlarla ilan ettikleri söz konusu konferansın Mısır’da gerçekleştirilmesinin amacı ise kuşkusuz, kendi akıllarınca Darwinizm’i Müslüman ülkelerde yeniden “kabul edilebilir” hale getirebilmektir. Katılımcıların kendilerinin de açıkça dile getirdikleri gibi, başta Müslüman ülkeler olmak üzere tüm dünyada Sayın Adnan Oktar’ın (Harun Yahya) faaliyetlerinden sonra evrim sahtekarlığının tamamen çöküşe uğradığı artık herkes tarafından bilinmektedir. İşte Darwinistleri, geçmişte Darwinist dikta yönetiminin yoğun hakim olduğu ülkelerden biri olan Mısır’a yönelten şey, bu büyük ve köklü yenilgidir.
Fakat burada şunun önemle belirtilmesi gerekmektedir: Mısır yönetimi üzerinde, her ne kadar Darwinist diktanın etkisi görülüyor olsa ve bundan dolayı bazı insanlık dışı uygulamalara başvurulsa da, tüm dünyada olduğu gibi Mısır’da da büyük bir İslami uyanış vardır. Mısır halkı, Darwinizm fitnesinin büyüklüğünü, evrim sahtekarlığının boyutlarını, hem kendilerine sunulan açık bilimsel delillerden hem de geçmişte yaşadıkları zulüm sisteminden dolayı, artık çok iyi anlamış durumdadır. Bu büyük uyanış sonrasında Mısır halkının, Yüce Rabbimiz’e olan imanları güçlenmiş ve Kuran ahlakına olan bağlılıkları artmıştır. Allah’ın izniyle, tüm dünya ülkeleri gibi, Mısır da, pek yakında Darwinizm fitnesinden tamamen arınacaktır.
Allah’ın izniyle Hz. Mehdi (a.s.)’ın gelişiyle, dünyada süregelen zulüm sisteminden eser kalmayacaktır. Bolluk ve bereketin hakim olduğu bu dönemde, Filistin halkı bütün güçlük ve zorluklardan arınacak, Filistin de, İsrail de, Mısır da, güvenlik, huzur ve bolluk içinde yaşayacaktır. Hz. Mehdi (a.s.) dönemi, Allah’ın izniyle Darwinizm fitnesinin tamamen ortadan kalktığı, savaşların, korkuların, zulüm ve haksızlıkların tamamen sona erdiği dönem olacaktır.
Konuyla ilgili Sayın Adnan Oktar’ın açıklamaları şöyledir:
Sunucu: Mert Aslan’ın sorusu var Fransa’dan. Adnan Hocam Gazze konvoyu Türkiye’nin girişimleriyle Mısır’a girmeyi başardı. Bu gelişmeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Adnan Oktar: Helal olsun diyorum. Yalnız böyle bir konu niye var ki? Yani çok acayip. Filistinli kardeşlerimiz zaten çok zor durumda o çocuklar. O insanlar. Bir kere hamile anneler var. Çocuk doğurmuş anneler var. Küçük çocuklar var. Zaten aç, sefil, perişanlar. Bunlara ilaç bir kere çok rahat ulaştırılsın. Yiyecek çok rahat ulaştırılsın. Biz silah, bomba ulaştırılsın demiyoruz ki. Kitap ulaştırılsın, kıyafet, giyecek malzemeleri ulaştırılsın. Bu konuda hiç bir sorun çıkmasın istiyoruz. O tüneller denilen olaylar, o tünelleri açsınlar, legal hale gelsin, ne istiyorlarsa götürsünler.
Zaten bir olay çıktığı da yok, yani gittikçe iyiye doğru gidiyor. Filistinle İsrail’in arası da düzelecek. Çünkü biri İsmailoğulları, Hz. İbrahim’in oğullarından İsmailoğulları, biri de Yakupoğulları. Yani her ikisi de aynı Allah’a inanıyor. Tek Allah’a inanıyorlar. Dolayısıyla aynı peygamberlere inanıyorlar, geçmiş peygamberler olarak. Tabi onlar Hz. Muhammed’e tabi değiller ama Musevilerin şöyle güzel iyi bir özellikleri var, Hristiyanlar gibi değiller. Bazı Hristiyanlar, Müslümanları direk kafir olarak görürler. Bu kötü. Hatta Deccal taraftarları olarak görürler. Museviler, hak ehli olarak görürler Müslümanları. Yani Ben-i Nuh olarak görürler. Hatta büyük bir bölümü de Kuran’ı hak kabul ediyorlar. Yani hak, doğru kitaptır diyorlar. Ama biz Museviyiz diyorlar. Yani Allah bize Tevrat’ı muhafaza görevi verdi diyorlar fakat Kuran da hak diyorlar. Hz. İsa (a.s.)’ın zamanında zaten hepsi Müslüman olacaklar. Hz. İsa (a.s.)’ın gelişine de zaten çok az bir süre var. Onların rahatsız olacakları, huzursuz olacakları hiç bir şey de yok. Dolayısıyla Filistinlilerle Arap kardeşlerimizle, oradaki kardeşlerimizle Musevilerin arasını bulmak, onların huzur içinde yaşaması çok elzem. Bu konuda Türkiye’nin çok güzel bir atağı var. Türkiye her yeri barışa, sevgiye, dostluğa, demokrasiye, kardeşliğe çekiyor. O yönüyle Türkiye”mizi tebrik ediyorum. Milletimizi tebrik ediyorum. Allah onları her yerde böyle öncü ve güzelliklerin sahibi olarak yaratıyor Allah. Türk İslam Birliğinin doğal lideri olduğunu bir kere daha gördük mü? Gördük. Başka ülkeler bunu yapabildi mi? Yapamadı. Kim yaptı? Türkiye yaptı. Neden? Sevilen ülke de onun için. Sevilen millet.
Oktar Babuna: Bu söylediğiniz yönde de yine haberler var yeni haberler Hocam. Aynı şekilde sizin dediğiniz gibi, Türkiye’nin doğal liderliği, Türkiye’nin çok güçlü bir ülke olduğu yönünde. Filistin birleşsin bayram yapalım demiş Başbakanımız açıklama yapmış.
Adnan Oktar: Kim?
Oktar Babuna: Filistin birleşsin bayram yapacağız demiş. Başbakanımız Hocam Recep Tayyip Erdoğan.
Oktar Babuna: Filistin Başkanı Mahmut Abbas ile konuşmasında söylemiş bunu.
Sunucu: Evet Hocam bu konuyla ilgili bir soru var.
Sunucu: İsterseniz güzel açıklamanızdan önce ben soruyu yönelteyim hepsini bir toparlamış oluruz.
Adnan Oktar: Tamam.
Sunucu: Hülya Ayyılmaz Ankara’dan sormuş, Sayın Hocam Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas ve Başbakan Erdoğan’ın bir araya gelmesi sizin üzerinde durduğunuz önemli konuların konuşulmasına vesile oldu diye düşünüyorum. Erdoğan bu konuşmada, “siz Filistin’liler, kendi aranızda birleştiğiniz zaman, ihtilaflarınızı çözdüğünüz zaman, biz burada bayram yapacağız” diye konuştu. Hocam siz Müslümanların birlik olmaları gerektiğine, öncelikle iç çatışmaların durdurulmasının çok önemli olduğuna daha önce değinmiştiniz. Bu konunun tekrar gündeme gelmesi çok iyi bir gelişme diye düşünüyorum, siz ne dersiniz? Diye sormuş.
Adnan Oktar: E, tabi ki bayağı bir güzel. Filistin’de bir kere toprak bölünmeleri var. Değil mi, ayrı ayrı ayrı, çok küçük, böyle parçalar halindeler. Onların birleşmesi gerekiyor. Bir. Çünkü çok ehemmiyetli bir şey şimdi, Allah vermesin Konya bizden ayrı arada başka bir şey var, olmaz. Hepsini bir birleştirmek lazım. İkincisi de manevi bölünmenin kalkması lazım. İşte Hamasla, işte El-Fetih.
Adnan Oktar: Evet, Filistin Kurtuluş Örgütü. Yekvücut olmaları lazım, çünkü Allah’ımız bir, kitabımız bir, dinimiz bir, kardeşiz. Hatta ırk olarak bile birler, hepsi İsmailoğullarından, dolayısıyla bölünme kalkacak tabi. Ama birleşme bu sorunu halletmez, ne olması gerekiyor? Türk İslam Birliği olması gerekiyor. Asıl olay bu. Türk İslam Birliğidir. Türk İslam Birliği olmadan, Filistin birleşse bile, fitne kalkmaz, kargaşa bitmez, dinmez ve rahatlık olmaz. Birleşme hiç birşeyi çözmez. Hatta daha da başka olaylar meydana getirebilir ve birleşmesinden de bir bereket çıkmaz.
Adnan Oktar: Tek çözüm Türk İslam Birliğidir. Türk İslam Birliği, Türkiye’nin liderliğinde, bölgede büyük bir yapılanma oluşması ve bu güzellikte de Avrupa Birliği’ne girmemiz. Avrupa Birliği de bizim Türk İslam Birliğimize dahil olacak çok şahane birşey olacak.
Adnan Oktar: Evet, dünyanın sonu güzel bitiyor. İnşaAllah.
(Sayın Adnan Oktar’ın 7 Ocak 2010 tarihli Çay TV VE Maraş Aksu TV röportajından)