Michael Skinner’e cevap: Epigenom DNA’ya YENİ BİLGİ SAĞLAMAZ

AEON dijital dergisine ait web sitesinde Darwinist Prof. Michael Skinner, yeni bir evrim iddiası ile ortaya çıktı. 9 Ekim 2016 tarihli makalesinde Skinner, epigenetik araştırmalarına ait sonuçları Lamarkizm diye yorumluyordu. ‘Lamarckçı iddialar zamanında tutmamıştı, sonra Darwin’in evrim teorisi, o da tutmadı. Bunun üzerine neo-Darwinist teori geliştirildi’ diyerek evrim teorisinin yeniden gözden geçirilmesinin gereğine değiniyor, ‘Birleşik Evrim Teorisi’ adı altında Darwinizm safsatasına kendince yeni bir izah getiriyordu.

Bu yazımızda epigenomun ne olduğunu açıklayarak, çevresel etkenlerin organizmaya yeni bir genetik bilgi eklemeyeceğini göstereceğiz.

Bilgilerin Yazılı Olduğu DNA Kod Sistemi

Bugün ilerleyen teknoloji sayesinde DNA’yı ve nasıl çalıştığını daha iyi anlayabiliyoruz. İnsan DNA’sının içeriği, bin ciltten oluşan bir ansiklopediye ancak sığdırabileceğimiz bir bilgi denizidir. Moleküller arası tepkimeler, kimyasallar arasındaki etkileşimler bu dev bilgi bankasında yazılıdır. Elbette ki, hazır bulunan en ufak bir bilgi parçası; bu ister bir harf, bir işaret ya da yarım bir cümle olsun, akıl sahibi birinin mesajı olarak yorumlanır. Issız bir çölde üst üste konmuş ya da düzenli sıralanmış 3 taş parçası görüldüğünde, bunun akıl sahibi biri tarafından bırakılmış bir  mesaj olduğu hemen anlaşılır. Moleküllerle kodlanmış DNA da, üstün bir aklın varlığına işaret eder. Akıl ürünü herhangi bir işaret kaşifleri nasıl heyecanlandırıp o bilginin sahibini araştırıp bulmaya yöneltiyorsa, bilim adamı da DNA’yı yazan aklı araştırmak ve bulmakla yükümlüdür. DNA materyalist felsefenin kör tesadüflerle açıklayamayacağı mükemmellikte çalışan canlı bir kod sistemidir.

Bilginin Seçilerek Kullanılması

Hücre içine DNA’dan devamlı bir bilgi akışı vardır. Ancak şaşırtıcı olan, DNA’da kodlu bilginin seçilerek aktarılmasıdır. Örneğin insanda, farklı doku ve organları oluşturan yaklaşık 1 trilyon hücre bulunur. Tamamen aynı DNA’ya sahip olmalarına rağmen hücreleri birbirinden farklı kılan ise, bulundukları dokuya göre, DNA’daki farklı genlerin çalışıyor olmasıdır. Bu amaçla DNA’da gerektiğinde belli genler açık, gerekmediğinde ise kapalı tutulmaktadır. Genler protein kodlayan DNA bölgeleridir. Farklı proteinlerin üretimi, o hücrenin farklı bir şekilde davranmasına, nöron, karaciğer, pankreas, kas veya deri gibi birbirinden tamamen ayrı hücreler olarak görev edinmesine sebep olur.

Burada yine aralıksız devam eden üstün bir aklın ürünü olan atomik hassasiyette bir kontrol mekanizmasıyla karşılaşırız. Hücrenin bulunduğu ortam, şartlar ve ihtiyaçların farkında olan bu kontrol mekanizması, ihtiyaç duyulan genleri açık tutarken, diğerlerini ise kapalı tutmaktadır. Bu gerçekten de hayret verici bir işleyiştir.

Buradaki hassas çalışmayı bir örnekle inceleyelim. Beyindeki bir nöron hücresi, pankreas hücresinin ürettiği insülini üretmez; diğer yanda pankreas hücresi de bir nöron gibi elektrik sinyalleri üretmez. Peki bunu belirleyen nedir? İnsülin üretimini kodlayan gen neden diğer tüm hücrelerde susturulmuştur? Pankreastaki bir hücre, kafatasında olmadığının ama karın boşluğunda bulunduğunun nasıl olur da farkındadır? Karanlıklar içinde, 25 bin gen arasında o genin insülin kodlayan gen olduğunu nereden bilmekte ve onu nasıl açıp okumaktadır?

Kütüphanedeki Bilgileri Bilen ve Seçen ‘Üst Akıl’

Her şeyi bilen Allah’ın yaratmasının her an devam ettiği çok açıktır. Ne beyni olmayan, şuursuz hücreler bu kontrolü ele alıp yönetebilirler ne de beyine sahip olan bizler bunu yönetebiliriz. Bilginin varlığı tek başına hiç bir şey ifade etmemektedir. Aksine, DNA’daki kodların bilinçsiz kullanımı başıbozukluğa ve karmaşaya neden olacaktır.

Bebeğin anne karnındaki gelişimi sırasında da genlerin akıllı kullanımına şahit oluruz. Bu bize, yalnızca hücrenin yerleşeceği yerin değil, zamanlamanın da farkında olunduğunu gösterir. Belli genler yalnızca cenin gelişiminin ilk aylarında aktif olup, sonra ömür boyu hep susturulmuş olarak kalırlar.

Buradaki bilinç henüz bölünüp ortaya çıkmış bir hücreye elbette ki ait değildir. Gözlemlediğimiz süreç, her şeyin üstünde olan bir gücün, her şeyi her an kontrol edip yönettiği hayranlık uyandırıcı bir yaratmadır.

Canlılığı belirleyen şeyin yalnızca DNA kodlarından ibaret olmadığı bugün anlaşılmış bulunmaktadır. DNA’yı inceleyen genetik bilimi artık şu önemli sonuca varmıştır: DNA’nın üzerinde, onu yöneten bir akıl‘vardır. Bu akılbilim çevreleri tarafından bugün ‘EPİGENOM’ olarak adlandırılmaktadır. ‘Epi’ eki, ‘üstünde’ anlamına gelir ki, genomun yani DNA’nın üzerinde etkili olan yönetici mekanizmaya işaret eder.

Epigenom: Karar-Seçim-Üretim

Epigenom kavramı, özetle, zamana ve çevresel ihtiyaçlara göre ihtiyaç duyulan genlerin açılması ve burada yazılı bilgilerin deşifre edilerek ilgili proteinlerin üretimi anlamına gelir. Bu akıllı hassas üretimin evrimle açıklanması ise mümkün değildir. Evrim, burada, ne yazılı biyokimyasal bilginin varlığını ne de bu bilginin seçilerek üretim sürecine dahil edilmesini açıklayabilir. DNA’daki bilginin tesadüflerle yoktan meydana geldiği iddiası, bilimin sunduğu hayranlık uyandırıcı delillerle artık tümüyle susturulmuştur. Öyle ki, burada organizmanın o sırada neye ihtiyacı olduğunu anlayıp sonra da o ihtiyacın hangi kodlarda yazılı olduğunu bilen bir mekanizma söz konusudur. Bu mekanizma, o kodları sarmal halinde paketlenmiş DNA zincirinde bulup daha sonra deşifre etme yeteneğine sahiptir. Bu hassas moleküler süreç, kuşkusuz ki hiç bir şekilde şuursuz mekanizmalarla açıklanamaz. Çok açıktır ki, epigenoma dair gözlemlediğimiz doğru karar, doğru seçim ve doğru üretim adımları, her şeyi bilen bir aklın ve gücün varlığına delil teşkil etmektedir. O güç ve akıl, tüm alemleri yaratan ve onlar üzerinde sürekli koruyucu olan Yüce Rabbimiz Allah’tır.

Epigenom Yeni Bir Bilgi Oluşturur mu?

Epigenom sayesinde, organizmanın koşullara bağlı olarak açılan genlerinin 10 ile 100 nesle kadar faaliyetine devam ettiği saptanmıştır. Ancak unutulmaması gereken, burada yeni bir bilginin oluşmadığı gerçeğidir. Epigenom yalnızca, halihazırda var olan genlerin üretime dahil edilmesi ya da üretimden çekilmesine dair yönetim sürecidir. Oysa evrim masalı, değişen koşullar karşısında organizmanın yeni çözümler icat ettiğini, bunu da yepyeni genler üreterek yaptığını iddia etmektedir. Ancak genetik bilimi bizlere, böyle bir mekanizma bulunmadığını göstermiştir. Genlerin açıp kapanmasıyla oluşan varyasyonlar, sadece o türün genetik bilgisi dahilinde değişikliklere yol açarlar. Bu, türün değiştiği anlamına hiçbir şekilde gelmemektedir. Tür, çevresel koşullara bağlı olarak varyasyonlar geçirse de, aynı türün üyeleri ile yine çiftleşebilmekte ve yeni nesiller üretebilmektedir.

SONUÇ: Epigenomla Evrime Bir Darbe Daha

Epigenom DNA’da var olan genlerin açılıp kapanmasından başka bir şey değildir. Bu durumda epigenom evrim iddiasına, organizmanın kendini zamanla geliştirdiği savına darbedir. Genetik bilgi, organizmanın ilk ortaya çıktığı andan itibaren aynı mükemmelliktedir. DNA kodlarının akıllı yönetimi organizmanın nesilden nesle değişen koşullara kendini uyarlamasını sağlamaktadır. Bu çerçevede, epigenomun, Yüce Rabbimiz tarafından planlanmış bir program olduğu açıktır.

Kaynak:

https://aeon.co/essays/on-epigenetics-we-need-both-darwin-s-and-lamarck-s-theories

Ayrıca bakınız

Her sene tekrarlanan “Ara form Homo naledi” iddiası bu sefer kısa sürdü

Darwinistlerin klasik taktiklerinden biri eski fosilleri tekrar tekrar gündeme getirmek ve aynı fosille ilgili yeni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.