Bu haberin, bilimsel birçok gerçek gözardı edilerek, sadece klasik bir “evrim propagandası” yapmak amacıyla hazırlanmış olduğu açıktır. Evrimci fosil bilimciler, daha önce binlerce kez yaptıkları gibi bu sefer de ellerine geçen bazı kemik parçalarından yola çıkarak, tamamen hayali ve aynı zamanda bilimsel temeli olmayan yorumlar yapmakta ve bu da kamuoyuna “Evrim adına önemli bir buluş” gibi gösterilmeye çalışılmaktadır.
Yaşayan fosil Coelacanth evrimcilerin iddialarını çürütüyor
Yazıda “sığ suların büyük balığı” anlamına gelen Tiktaalik rosea adlı fosilin, “yüzgeçli balıkların kara hayvanlarına sözde dönüşümünü gösteren ilk ve tek kanıtı” olduğu iddia edilmektedir. Bu, evrimciler tarafından daha önce de denenmiş bir taktiktir. Yakın bir tarihe kadar evrimciler yine aynı kesin ifadelerle Coelacanth fosilini sudan karaya geçiş iddialarının en önemli delili olarak sunmuşlardı. 1938 yılına kadar birçok evrimci zoolog bu canlının, gövdesindeki iki adet çiftli yüzgeçten yola çıkarak deniz tabanında yürüdüğünü ve Coelacanth“ın deniz ve kara hayvanları arasında bir geçiş formu olduğunu varsayıyordu. Evrimciler bu iddialarına dayanak olarak ellerinde bulunan Coelacanth fosillerinin yüzgeçlerindeki yoruma açık kemikli yapıları gösteriyorlardı. Ancak 1938 yılında balığın canlı örneğinin günümüz sularında bulunması bu ara tür iddiasını tamamen çürüttü. Sonraki yıllarda 200″den fazla Coelacanth yakalandı ve bu canlının son derece kompleks özelliklere sahip bir dip balığı olduğu anlaşıldı.
Şu anda evrimcilerin en önemli ara form olduğunu öne sürdükleri fosil Tiktaalik rosea da, evrimci propaganda yöntemlerine maruz kalmıştır. Fosil, ara form olduğuna dair hiçbir bilimsel delil göstermemesine rağmen, yalnızca yoruma dayalı olarak denizden karaya doğru gerçekleştiği iddia edilen değişimin en önemli evrimsel bulgusu olarak lanse edilmeye çalışılmaktadır. Bu konuda evrimcilerin en büyük dayanakları, canlının kafasının timsaha olan benzerliğidir. Oysa canlıların birbirlerine benzer özellikler taşıyabildikleri ancak bunun hiçbir zaman genetik ve anatomik açıdan evrimin iddialarına bir delil oluşturmadığı, bugün modern bilimin ispatladığı ve evrimcilerin bir kısmının da kabul ettiği açık bir gerçektir. Nitekim, söz konusu fosili kamuoyuna ilk duyuran Nature dergisi de söz konusu fosil ile ilgili olarak yapılan yorumlar sırasında şu sözlere yer vermiştir:
“”Kayıp halkalar” kavramı, güçlü bir hayal gücü anlayışıdır.” (Erik Ahlberg and Jennifer A. Clack, “Palaeontology: A firm step from water to land,” Nature 440, 747-749, 6 Nisan 2006)
Darwinistler açıkça, Tiktaalik rosea fosili üzerinde de, söz konusu hayal güçlerini kullanmışlardır.
Sudan karaya geçiş yanılgısı
Yazıda, bulunan fosilin yarı balık yarı kara canlısı özelliklere sahip olduğu iddia edilmekte, soyu tükenmiş bu canlının “hem yüzgeç hem ayak görevi gören dört uzva sahip timsaha benzeyen bir omurgalı” olduğu ileri sürülmektedir.
Bu iddianın geçersizliğini anlamak için sudan karaya geçiş masalını imkansız kılan nedenleri incelemek yeterlidir.
Tetrapod”lar, karada yaşayan omurgalı canlıların geneline verilen isimdir. Bu sınıflama içinde amfibiler, sürüngenler ve memeliler yer alır. Evrim teorisinin tetrapodların kökeni hakkındaki varsayımı ise, bu canlıların suda yaşamakta olan balıklardan evrimleştiği yönündedir. Oysa bu iddia, hem fizyolojik ve anatomik yönlerden çelişkilidir, hem de fosil kayıtları yönünden temelsizdir.
Bir balığın karada yaşamaya uygun hale gelmesi için, solunum sistemi, boşaltım mekanizması, iskelet yapısı, böbrek gibi farklı yönlerden çok büyük değişimler geçirmesi gerekir. Solungaçlar akciğere dönüşmeli, yüzgeçler vücut ağırlığını taşıyacak biçimde ayak özelliği kazanmalı, vücut artıklarını arıtmak için böbrekler oluşmalı, deri sıvı kaybetmeyi engelleyici bir yapı kazanmalıdır. Tüm bu değişimler gerçekleşmediği sürece, balık karaya çıktığında en fazla birkaç dakika yaşayacaktır. Çünkü bütün bu değişimlerin balıkta aynı anda oluşması gerekmektedir. Oysa böyle bir değişimin mümkün olmadığı açıktır.
Görüldüğü gibi, yazıda objektif bulgular yerine hiçbir bilimsel dayanağı olmayan muğlak ifadelere yer verilerek evrim propagandası yapılmaktadır. Örneğin, “balıklar yavaş yavaş karada yaşama becerisi kazandı. İklim ve coğrafi şartlara göre değiştiler, yeni yetenek ve organlar geliştirdiler”, kurgusu tamamen bilimsellikten uzak, hayali evrimci senaryolardır.
Bu tür yorumlar “Lamarckist mantıklar” taşımaktadır. Çünkü yorumun temelinde “kullanılan organın gelişmesi” ve bunun sonraki nesillere aktarılması kavramları vardır. Lamarck”ın bir asır önce bilimin dışına itilmiş olan teorisi, görünen odur ki, hala evrimci biyologların bilinçaltlarında büyük bir etkiye sahiptir.
Nitekim yazının derlendiği Nature dergisinde fosilin yüzgeçlerinin kara canlısı özelliği taşıdığı iddiasına hiçbir bilimsel açıklama getirilememekte ve “canlının kemikli bir kabuğu ve yüzgeçleri var ama ön yüzgeçleri eklemli uzuvlara dönüşme aşamasında… başının üstünde küçük solungaça benzer yarıklar bir kulağa dönüşme aşamasında” şeklinde senaryolar güya bilimsel dayanak gibi yansıtılmaktadır. Oysa solungaçların nasıl olup da kulak gibi tamamen farklı organlara dönüşeceği, bu arada solungaçlarını kaybeden canlının nasıl olup da boğulmadan hayatta kalacağı konusunda en ufak bir açıklama getirilmemektedir. Kaldı ki, ifadede, dikkat edilirse canlının güya önceden solungaçlara sahip olduğu iddiası, “solungaça benzer yarıklar” gibi hiçbir dayanağı olmayan hayali benzetmelerle desteklenmeye çalışılmaktadır.
Ancak ortada gelişmekte olan bir solungaç kalıntısı yoktur. Söz konusu canlının yumuşak doku örnekleri fosil kalıntılarında kalmamıştır. Kalan kemik parçalarından da böyle bir çıkarım yapılamaz. Yıllarca propaganda malzemesi yapılan Coelacanth, evrimcilerin fosiller üzerindeki bu gibi taraflı yorumlarının bir sonucudur. Bu balığın ara form olmadığı ancak canlı örneği bulunduktan sonra evrimciler tarafından kabul görmüştür. Nitekim, bazı evrimci bilimadamları da bulunan bu gibi kemik parçalarının evrimci meslektaşlarınca çoğu zaman yanlış yorumlandıklarını belirtmişlerdir. Örneğin, dünyaca ünlü fosil bilimcilerden evrimci Richard Leakey ve bilim yazarı evrimci Roger Lewin, yetersiz fosil parçalarından kesin bir sonuç elde edilemeyeceğini şöyle açıklamışlardır.
“… Fosil buluntuları çok yetersiz olduğundan farklı yorumlar yapabilmek için zemin çok müsaittir. Sorunu daha da güçleştiren bir unsur da her hayvan türünde bir miktar doğal görünüm farklılığının bulunmasıdır. Canlı bir örnek olarak çevremizdeki hemcinslerimize bakmanız yeterlidir. Eğer soyu tükenmiş canlılarda bu tür değişkenlik büyük idiyse, geride bıraktıkları kemiklerdeki fark öylesine büyük olabilir ki bilimadamları gerçekte ortada tek bir tür varken, birkaç değişik tür olduğunu düşünerek yanılgıya düşebilirler… Bu yüzden eğer altı araştırmacıdan, fosilleri uygun gördükleri şekilde sınıflandırmalarını istesek her birinin seçiminin değişik olma ihtimali bizi şaşırtmamalıdır. Kuşkusuz bazı kişiler, belli bir fosil parçasının hangi gruba dahil edileceği konusunda anlaşamayacaklardır.” (Richard Leakey – Roger Lewin “Göl İnsanları – Evrim Sürecinden Bir Kesit), Tübitak, 2″inci Basım, Ankara, S.36)
Fosiller dünyadaki canlı türlerinin hiçbir zaman değişmediğini ve birbirine dönüşmediğini ispatlamıştır. 150 yıldan beri süren kazılarla yüzde 99’u açığa çıkarılmış olan fosil kayıtları canlı türlerinin yüz milyonlarca yıldır en küçük bir değişiklik geçirmediğini belgelemiştir. Bugüne kadar bilim adamlarının kataloglandırdıkları 250.000 türe ait tam 100 milyon fosil içinde (New Scientist, 15 Ocak 1981, s. 129) evrimi destekleyebilecek bir tek tane bile ara fosil örneğ bulunmamaktadır.
Robert L. Carroll, bu gerçeği, “erken amfibilerle balıklar arasında ara form fosillerine sahip değiliz” diyerek istemeden de olsa ifade etmektedir. (R. L. Carrol, Vertebrate Paleonthology and Evolution, W. H. Freeman and Co., New York, 1988, s. 4)
Sonuç
Vatan gazetesinde yayınlanan söz konusu fosilin evrim teorisine hiçbir destek sağlamadığı ortadadır. Bu gibi fosil bulgularının Darwinist medya tarafından önemli bir evrim kanıtı gibi sunulması ve sözde kayıp halka olarak lanse edilmesi, sadece felsefi önyargılardan kaynaklanmaktadır. Vatan gazetesine, hiçbir bilimselliği olmayan Darwinizm”i ayakta tutabilmek uğruna böyle yanıltıcı bilgiler vermemesini tavsiye ediyoruz.
Fosil bulguları, yaşayan fosil örnekleri ile Yaratılış Gerçeğinin tüm yeryüzünde sergilenmekte olduğunu göstermiştir. Modern bilim, tüm canlıları Allah”ın yarattığını ortaya koymaktadır. Bu gerçek Kuran”da şöyle bildirilir:
“… Haberiniz olsun, yaratmak da emir de (yalnızca) O”nundur. Alemlerin Rabbi olan Allah ne Yücedir.” (A”raf Suresi, 54)
Vatan gazetesinde 7 Nisan 2006 tarihli Nature dergisinden derlenen, “Dünyayı Karıştıran Fosil” başlıklı bir yazı yayınlandı. Yazıda Kanada”nın Kutup bölgelerinde bulunan bir fosilin sözde “Sudan karaya uzanan yaşam zincirinin kayıp halkası” olduğu iddia ediliyordu.