25 Ağustos 2019 tarihinde Habertürk TV kanalında Teke Tek Bilim adlı programda “Ormanlar” başlığı altında yeryüzünde bitkilerin sözde “evrimi” konu edildi. Programa katılan akademisyenler hayali evrim sürecini grafikler eşliğinde anlatırken, evrim teorisi verilerle kanıtlanmış bir konuymuş gibi halkımıza aktarıldı. Oysa bilimsel veriler evrim iddiasının tamamen aksine, yaratılışı kanıtlamakta olup, bu programda anlatılanların masaldan öte hiçbir gerçekliği bulunmamaktadır.
Hücreyi Her An Allah Yaratmaktadır
Evrim taraftarları ilk canlı organizmanın yoktan nasıl ortaya çıktığını açıklamayamaz, hücrenin yapıtaşlarından tek bir proteinin tesadüflerle nasıl meydana gelebileceği konusuna ise hiç girmezler. Canlılığı tesadüflerle üretme masalı daha en başında geçersiz kalır. Hücre çalışan bir fabrikanın çok ötesinde, yaşayan bir şehir gibidir. Sayısız biyokimyasal reaksiyon hassas elektron transferleri ile gerçekleşirken, kapalı ve asiditesi (pH) kontrollü bir ortamda gerçekleşebilmeleri için özellikli bir hücre zarına, bu reaksiyonların yürütülebilmesi için enerji santrallerine, ham maddelerin ve son ürünlerin transferi için hücre içi yollara ihtiyaç vardır. Proteinler ise bu devasa organizasyonda çalışan nano-motorlar ve makinelerdir.. Kalite kontrol basamaklarından titizlikle geçirilen proteinler, insan icadı en kompleks makineden daha kompleks ve daha verimli olup, önceden belirlenmiş ayrıntılı üretim planlarına göre çalışırlar. Bir hücre bu hassas düzen dahilinde hayat bulur.
Böylesine bir düzenin tesadüfen oluşmadığının, bunun tam aksine, insanoğlunun son 1-2 yüzyılda keşfettiği fizik-kimya bilgisinin çok ötesinde, eşsiz bir kuantum bilgisine dayalı olarak dizayn edilip, daima kontrol altında tutularak her an hayat verildiğinin kanıtı ise, merkezde atomlarla kodlanmış bir bilgi bankası olan DNA’dır. Yani, hücre tesadüflere değil, yazılı eşsiz bir bilgiye göre hayat bulmaktadır. Canlılık ve hayat sonsuz herşeyi bilgisine sahip yüce Allah’ın yaratmasıdır.
Bir Tür Başka Bir Türe Dönüşemez
Bir canlının başka bir canlıya dönüşmesi mümkün değildir. Darwinizm dış görünüşlerden yola çıkarak, canlıları birbirine benzeştirmeden hareketle üretilmiş, bilimsel temeli olmayan hayal ürünü bir senaryodur. Charles Darwin’e karşı çıkan ilk bilim adamı ise, o yıllarda kalıtım kanunlarını keşfederek genetiğin temellerini atan Gregor Mendel olmuştur. Mendel yeni bir türün oluşamayacağını, tür içindeki çeşitlenmenin tür içinde sınırlı kalacağını gösterdiği Pisum adlı araştırmasıyla açıkça ortaya koymuştur. O çağda DNA’nın varlığı bilinmese de, bir türün başka bir türe dönüşemeyeceği ve türler arasında aşılamaz uçurumlar olduğu bu şekilde gösterilmişti. Bugün ise DNA’yı çok iyi tanıyoruz. Mutasyonlarla yepyeni bir bilginin oluşamayacağını, yepyeni bir organa ya da uzva ait bilginin hiç yoktan meydana gelemeyeceğini çok iyi biliyoruz.
Fotosentez Yapan Algler
Evrimciler, yaşamın başlangını açıklamak konusunda çaresiz kalırken, hiç bir şey olmamış gibi devam senaryoları üretmeleri hayret vericidir. Hayali evrim senaryosuna göre alglerin yani su yosunlarının, kara bitkilerinin ataları oldukları öne sürülür. Oysa kimse alglerin nasıl mükemmel işleyen kompleks sistemlerle donatılmış olduklarından bahsetmez. Bu hücreler milyarlarca yıldan beridir, bugün en ileri laboratuvarlarda bile benzeri yapılamayan fotosentez ile kendi besinlerini üretmektedirler. Güneşten kendilerine ulaşan belli dalga boyundaki elektronları seçip kullanarak, suda çözünmüş karbondioksitten kendi karbonhidratlarını (şeker ve nişasta) yaparlar.
Fotosentez gibi son derece karmaşık bir reaksiyonlar zincirinin evrimle kendi kendine oluşmasının imkansızlığı hakkındaki en çarpıcı itiraflardan biri evrimci olmasıyla bilinen Prof. Ali Demirsoy’dan gelmiştir:
“Fotosentez oldukça karmaşık bir olaydır ve bir hücrenin içerisindeki organelde ortaya çıkması olanaksız görülmektedir. Çünkü tüm kademelerin birden oluşması olanaksız, tek tek ortaya çıkması da anlamsızdır.” (Prof. Dr. Ali Demirsoy, Kalıtım ve Evrim, Ankara, Meteksan Yayınları, 1984, s.8)
Alglerin Karaya Geçerek Kara Bitkilerine Dönüştükleri İddiası
Alg gibi kampleks bir hücrenin nasıl olup da tesadüfen meydana geldiğini açıklayamayan evrimciler, yine de iddialarına devam edip bu defa kara bitkilerinin kökenini kendilerince açıklamaya çalışırlar. Bu iddiaya göre, kıyılara tutunan algler, yani su yosunları zamanla kara bitkilerine dönüşmüştür. Ne var ki, su yosununun karaya geçmesi durumunda yaşayamayacağı beklenen bir sonuçtur.
1-Kuruma Tehlikesi: Suda yaşayan bir bitkinin karada yaşayabilmesi için öncelikle yüzeyinin su kaybından korunması gerekmektedir. Aksi takdirde bitki kuruyacaktır. Kara bitkileri ise, böyle bir kurumadan korunmak için kütikül adlı özel bir zar ile donatılmışlardır. Bu sayede oksijen ve karbondioksit bitkinin içine girip, çıkabilirken, suyun buharlaşması önlenmemektedir. Bitki eğer kütiküllere sahip değilse, kütikül oluşmasını bekleyecek vakti yoktur. Böyle hassas bir koruma sisteminin tesadüfen oluşması ise imkansızdır. Eğer bu sistem yoksa, su yosununun bu sistemin gelişmesini bekleyecek bırakın dakikaları, milyonlarca yıl zamanı hiç yoktur. Neticede, karaya vuran bir yosun kısa bir süre sonra kurur ve ölür.
2-Beslenme: Yosunlar, ihtiyaçları olan suyu ve mineralleri direkt olarak içinde bulundukları sudan alırlar. Dolayısıyla karaya çıkıp, yaşamaya çalışan bir su yosununun beslenme problemi ortaya çıkacaktır. Bu hayati sorun giderilmeden yaşamını sürdürmesi ise kısa vadede imkansızdır.
3-Üreme: Su yosununun karada iken üreme ihtimali yoktur, çünkü üreme hücreleri su ile etrafa dağılırlar. Kara bitkileri ise çok hücreli üreme organlarına sahip olup, üreme hücrelerini kurumaktan koruyan özel hücrelerle kaplıdırlar. Kendini karada bulan bir su yosununun üreme hücreleri kuruma tehlikesine karşı hiçbir şekilde korunamayacak ve tür son bulacaktır.
4-Oksijenin yıkıcı etkisi: Su yosunu oksijeni suda çözünmüş olarak alır. Karaya geçtiği anda ise, oksijeni daha önce hiç karşılaşmadığı bir biçimde, yani havadan direkt olarak almak zorundadır. Oysa havadaki oksijenin organik maddeler üzerinde tahrip edici etkisi vardır. Kara bitkileri bu zararlı etkiden korunacak sistemlere ve özel enzimlere sahiptirler. Su yosunu böyle bir sisteme ve bu enzimlere sahip değildir. Bu yüzden karadaki bir yosunun oksijenin zararlı etkilerine maruz kalması kaçınılmazdır. Bu enzimlerin oluşmasını beklemesi gibi bir lüksü ise söz konusu olamaz.
Sonuçta, su yosunlarının karada yaşamalarını gerektirecek, evrimci deyimle bu yönde bir “selektif avantaj” sağlayacak hiçbir durum yoktur, aksine ölümle son bulan sayısız dezavantaj vardır.
Karaya Çıkmanın Mantıksızlığı
Açıktır ki bir yosunun, karaya geçme gibi bir eyleme karar vermesi, bunun için gerekli fizyolojik değişiklikleri kendi organizmasında gerçekleştirmesi, ardından da karaya geçmesi son derece imkansız ve saçma bir fantezidir.
Su, algler için son derece ideal bir ortamdır. Su yosunlarının yaşamlarını çok rahat bir şekilde devam ettirdikleri sudan çıkıp karaya geçmelerini gerektirecek hiçbir durum olamaz. Böyle bir senaryo normalde alglerin türlerinin tükenmesi ile son bulacaktır.
Söz konusu canlı, bilinci ve değerlendirme yeteneği olmayan, kendi üzerinde hiçbir değişiklik ya da müdahaleye güç yetiremeyecek bir “yosun”dur. Ancak evrimciler kendi inançlarına sadık kalma uğruna, bir yosuna bile tüm bu özellikleri atfedecek bir mantık bozukluğu içine düşmektedirler. Zaten iddia edilenin tam aksine, algler bugün de 3.4 milyar yıl önceki alglerle aynıdır, hiçbir değişikliğe uğramamışlar, başka bir türe de dönüşmemişlerdir.
Hayali Evrim Ağacı
Bitkilerin sözde evrimine kanıt olarak öne sürülebilecek bir bitki fosili silsilesi yoktur. Yeryüzündeki canlılara ait tasnif edilmiş 700 milyondan fazla fosil kayıtı mevcuttur. Ancak bu fosillerin hiçbiri bir türden diğerine geçiş özelliği taşımaz. Hepsi kendi içinde özel ve orijinal olarak yaratılmış, apayrı türlerdir ve aralarında herhangi bir evrimsel bağlantı yoktur.
Cambridge Üniversitesi’nden evrimci Prof. Dr. Edred Corner bu gerçeği şöyle itiraf eder:
“… Hala önyargısız olarak bitkilerin fosil kayıtları özel bir yaratışın lehinedir. Bitkilerin fosil kayıtları özel yaratılışın lehinde görünüyor. Bir orkidenin, bir su mercimeğinin ve bir palmiyenin aynı atadan gelmiş olmalarını aklınız alıyor mu? Üstelik bu tahmin için herhangi bir kanıtımız yokken. Evrimciler bir cevap vermek için hazırlanmalı, ama bence çoğu tartışma başlamadan bitecek.” (E. J. H Corner, Evrim, Çağdaş Botanik Düşünce, Macleod ve L S Copley (Chicago, Quadrangle Kitaplar, 1961) )
Kendisi de tanınmış bir evrimci olan Ranganathan, B.G. Origins? adlı kitabında evrim açmazını şöyle belirtir:
“Ne geçmiş fosil kayıtlarında evrimi kanıtlayacak ara geçiş formuna ait organları yarı oluşmuş herhangi bir hayvana veya bitkiye ne de günümüzde evrimin hala devam ettiğini işaret eden yarı gelişmiş bir hayvana veya bitkiye rastlanmamıştır.” (Ranganathan, B.G. Origins?, Carlisle, PA: The Banner of Truth Trust, 1988. s.20)
Bitkilerin evrimi iddiasını en açık biçimde reddeden fosil bulguları, çiçekli bitkilere aittir. Çiçekli bitkiler ya da biyolojik tanımıyla angiospermler fosil kayıtlarında aniden ortaya çıkarlar. Bu gerçek 19. yüzyılda da fark edilmiş ve hatta bu nedenle Darwin angiospermlerin kökenini “rahatsız edici bir sır” olarak tanımlamıştır.
Evrimci paleobotanikçi N. F. Hughes, Paleobiology of Angiosperm Origins adlı kitabında şu itirafı yapar:
“Karadaki bitkilerin en dominant grubu olan angiospermlerin evrimsel kökeni, bilim adamlarını 19. yüzyılın ortalarından beri şaşırtmaktadır… Detaylardaki birkaç istisna dışında, bu soruna tatminkar bir cevap bulunamayışı devam etmektedir ve sonunda çoğu biyolog bu sorunun fosil kayıtlarıyla çözülmesinin imkansız olduğu sonucuna varmıştır.” (Stefan Bengston, Nature, vol. 345, 1990, s. 765.)
SONUÇ
Yarı oluşmuş organlara, sistemlere sahip hiçbir ilkel bitki fosili yoktur, bir bitkinin bir başka bitkinin atası olduğuna dair elde hiçbir kanıt yoktur. Dolayısıyla çizilen evrim ağaçları tamamen hayal ürünüdür ve hiçbir bilimsel yanı yoktur. Bitkiler tüm mekanizmalarıyla eksiksiz olarak ortaya çıkarlar. Evrimci literatürde kullanılan “zamanla gelişim, tesadüflere bağlı değişimler, ihtiyaçlar sonucunda ortaya çıkan adaptasyonlar” gibi terimler, hiçbir gerçekliğe karşılık gelmemektedir ve bilimsel bir anlamları yoktur. Bütün bunların bize gösterdiği tek bir sonuç vardır: Tüm canlılar gibi bitkiler de üstün bir yaratılışın ürünüdürler.
İlgili Kaynak:
25 Ağustos 2019 Habertürk TV TekeTek Programı
https://www.youtube.com/watch?v=eSd-plAgCVc