9 Nisan tarihli New Scientist dergisinin kapak konusu, “Evolution”s Greatest Inventions” (Evrimin En Büyük Buluşları) başlığını taşıyordu. 17 Nisan tarihli Hürriyet gazetesi Pazar ekinde de New Scientist dergisindeki bu konuya yer verildi. “Doğanın 10 Dev Buluşu” başlığı altında verilen haberde evrim hikayelerine başvuruluyor ve yeryüzündeki mevcut düzenin sözde doğada tesadüfen meydana gelen olaylar sonucunda oluştuğu, insanın da bugünkü biyolojik yeteneklerine yine tesadüfen sahip olduğu öne sürülüyordu.
İlerleyen satırlarda bu iddiaların hem bilimsel yönden geçersizliği hem de kendi içlerindeki tutarsızlıkları ortaya konacak, evrimcilerin “doğanın buluşu” olarak göstermeye çalıştıkları konularla ilgili gerçekler anlatılacaktır.
Ölümün Evrimin Bir Buluşu Olduğu İddiasındaki Yanılgılar
Söz konusu dergi ve gazete, ölümün sözde evrimsel sürecin bir buluşu olduğunu iddia etmektedir. Bu iddianın mantıksızlığını ve hiçbir anlam ve delil içermediğini görmek için dergide verilen örnekleri incelemek yeterli olacaktır.
Embriyodaki bazı hücrelerin intihar ederek parmaklar arasındaki boşlukları oluşturması, akyuvarların vücudu bazı bakterilere karşı savunmak için ölümü göze almaları ve düzenli hücre ölümleriyle insanların kanserden ölmelerinin nasıl engellendiği dergide verilen örnekler arasındadır. New Scientist dergisinde ve Hürriyet gazetesinde bu kontrollü hücre ölümlerinin evrimin bir buluşu olduğu iddia edilmekte ve insanın, evrimin bu buluşu sayesinde yaşayabildiği öne sürülmektedir.
Bu konu üzerinde biraz düşünmek bile, buradaki mantıksızlığı anlamak için yeterlidir. Evrim süreci olarak tanımlanan mekanizma tamamen tesadüflere dayandırılmaktadır. Yani evrimcilerin iddiasına göre bu sözde süreçte, cansız, akılsız, şuursuz maddeler tesadüfler sonucunda son derece akıllı, insan yaşamının temelini oluşturacak kadar önemli sistemler kurabilmekte, insanı hayranlık içinde bırakan şuurlu hareketler sergileyebilmektedirler. Örneğin bu iddiaya göre, bir embriyonun perdeli ellerini gören hücreler, perdeli ellerle bu canlının doğumundan sonra rahat hareket edemeyeceğini ve ellerini gereği gibi kullanamayacağını anlamışlardır. Bunun sonunda, kendi irade ve akıllarıyla ya da evrimcilerin iddia ettiği gibi evrim denen ve ne olduğu bilinmeyen hayali iradenin sözde emri ve kontrolüyle, bu perdeyi oluşturan hücreler ölmeye karar vermişlerdir. Üstelik bu ölüm oranı ne fazla ne de azdır. Aksi takdirde şekilsiz parmaklar oluşacakken, her insanda doğru yerde doğru sayıda hücre ölmekte ve parmaklar arasındaki perdeler ortadan kaldırılmaktadır.
Eğer hücrelerin düzenli ölümü olmasaydı, zaten insan yaşamı söz konusu olmaz, kanser nedeniyle insanlar kısa sürede ölürlerdi. Bütün bunlar hücrelerimizin kusursuz bir denetim altında hareket ettiklerini gösterir. Evrim süreci olarak isimlendirilen, aklı, şuuru olmayan, tamamen tesadüflere dayalı bir sistemin böyle bir denetim kurması ise imkansızdır. Böyle bir sistem, eğer evrimcilerin iddia ettikleri şekilde rastgele gelişseydi, vücutta hangi hücrelerin ne zaman ve ne amaçla ölmeleri gerektiği de tesadüflere bırakılmış olurdu. Böyle bir durumda vücuttaki hücreler kontrolsüz çoğalmalarını sürdürür, insan bedeni şekilsiz ve tümörlerle kaplı bir et parçasına dönüşürdü.
Yalnızca vücuttaki kontrollü hücre ölümleri incelendiğinde dahi, canlılığın üstün bir aklın ve iradenin kontrolü altında olduğu açıkça görülmektedir. Zaten söz konusu dergi ve gazetede de bu hücre ölümleri “Programlı Ölümler” olarak tanımlanmaktadır. Eğer programlanmış bir eylem varsa, o zaman bu programın bir yaratıcısı da vardır. Örneğin bir fırın kendi kendini belli bir ısı ve saatte çalışacak şekilde programlayamaz. Mutlaka fırını istenen ısı ve zamana göre programlayan bir akıl ve bilinç sahibi vardır. Aksini iddia etmek, fırına akıl ve şuur atfetmek anlamına gelir ki, bu son derece saçma bir iddia olur. İşte evrim gibi hayali, akıl ve şuur sahibi olmayan bir kavramın şuurlu programlamalar yaptığını iddia etmek de aynı derecede akıl ve mantık dışıdır. İnsan vücudundaki tüm hücrelerin üstün bir ilim, akıl ve güç sahibi tarafından insan yaşamı için kusursuzca programlandığı çok açıktır. Bu Yüce Güç, Yaratıcımız olan Allah”tır.
Söz konusu dergi ve gazetenin iddialarında dikkat edilmesi gereken bir nokta daha bulunmaktadır. Söz konusu yazılarda hücrelerin ölümünün insana yarar getiren yönleri dikkate alınmıştır. Ne var ki, hücrelerin zamanla ölümü anlamına gelen yaşlılık nihayetinde insanın ölümüne neden olmaktadır. Dolayısıyla, evrimcilerin mantığına göre bu hücre ölümleri o canlı adına bir fayda değildir. Evrimin temel mantığına göre, fayda vermeyen özellikler zaman içinde doğal seleksiyon mekanizması tarafından elenir. Yani evrimcilerin iddiasına göre, evrimsel süreç denen hayali gücün, hücre ölümlerinin canlıları öldürdüğünü gördükten sonra bu ölümleri elemesi, yok etmesi gerekirdi. Yani, söz konusu dergi ve gazete kendi evrimci mantıkları içinde çelişmektedirler.
Ölümle ilgili gerçek açıklama şudur: Yeryüzünde ölüm vardır, çünkü Allah varlıklara can verdiği gibi, verdiği canı bir süre sonra alır. Bu Allah”ın takdiridir. Vücuttaki hücrelerin ölmesi gibi, insanın ölümü de kontrollüdür. Allah; tüm varlıklar, tüm hücreler, tüm insanlar için bir kader, bir ölüm zamanı belirlemiştir. Her insan, zamanı geldiğinde, kendisi için belirlenmiş olan ölüm şekli ile bu dünyadan ayrılacaktır. Dolayısıyla, canlı varlıkların ölümünde de evrimcilerin iddia ettikleri gibi bir süreç veya Hürriyet gazetesinin deyimiyle evrimsel bir strateji söz konusu değildir. İnsanlar ve diğer tüm canlılar, Allah”ın takdir ettiği, önceden belirlediği süre kadar yaşar ve sonra ölürler. Allah bu gerçeği bir ayette şöyle bildirir:
“Her nefis ölümü tadıcıdır. Biz sizi, şerle de, hayırla da deneyerek imtihan ediyoruz ve siz Bize döndürüleceksiniz.” (Enbiya Suresi, 35)
Simbiyozu Evrime Delil Olarak Gösterme Yanılgısı
Simbiyoz, yani canlıların ortak yaşayarak hem kendileri hem de birbirleri için fayda sağlamaları konusu New Scientist dergisi tarafından evrimsel bir gelişim gibi gösterilmeye çalışılmıştır. Öncelikle buradaki yaklaşım hem hatalı, hem de evrimciler açısından şaşırtıcıdır. Dergide verilen örneklerin herhangi bir evrim süreci sonunda oluştuğuna dair tek bir delil öne sürülememiştir. Üstelik, örneklerin tümü yeryüzündeki kusursuz düzenin varlığını açıkça gösterir niteliktedir. Ne balıklara ışık sağlayan bakterilerin, ne üremek için mantarlarla işbirliği yapan orkidelerin ne de bitkilerin polenlerini taşıyan böceklerin böylesine sistemli ve faydalı birliktelikleri kurmak için kendi bilinçleri, istekleri ve kararları olabilir. Bir canlının, kendisine en uygun ortamı, en uygun canlıyı, en uygun yardımlaşma sistemini belirleyerek buna göre yaşam sürmesi, üstelik bunu nesiller boyunca aynı şekilde yapması bu canlının yetenekleri ile ilgili bir konu olamaz.
Bir böceğin, bir timsahın ağzına yerleşerek buradan besin elde edebileceğini ve bir yandan da timsaha fayda sağlayacağını, timsahın da bu işlemin faydalı olduğunu anlayarak kendisine zarar vermeyeceğini bilmesi imkansızdır. Bunu kendisinden sonra gelecek bütün türdeşlerine öğretmesi de imkansızdır. Bütün bunlar için bilinç gerekir. Buna karar verenin; şuursuz, bilinçsiz, tesadüflere dayalı olan hayali evrimsel süreç olması mümkün değildir. Bu canlılara, kendileri için hangi ortamın uygun olacağı, nasıl ve hangi canlı ile birlikte yaşayacakları ilham edilmektedir. Onlara bunu ilham eden, onları yaratan ve her birinin ihtiyaçlarını bilen, onları birbirlerine uyumlu yaratan Allah”tır. Allah bir ayetinde canlılara olan ilhamını bal arısını örnek vererek şöyle bildirir:
Rabbin bal arısına vahyetti: Dağlarda, ağaçlarda ve onların kurdukları çardaklarda kendine evler edin. Sonra meyvelerin tümünden ye, böylece Rabbinin sana kolaylaştırdığı yollarda yürü-uçuver. Onların karınlarından türlü renklerde şerbetler çıkar, onda insanlar için bir şifa vardır. Şüphesiz düşünen bir topluluk için gerçekten bunda bir ayet vardır. (Nahl Suresi, 68-69)
Fotosentezin Sözde Evrim Sürecinin Bir Buluşu Olduğu Yanılgısı
New Scientist dergisinde ve Hürriyet gazetesinde fotosentez de sözde evrim sürecinin bir buluşu olarak tanımlanmaktadır. Oysa fotosentezin, birçok aşama ve unsurdan oluşan ne kadar karmaşık bir sistem olduğu düşünüldüğünde, evrimcilerin iddialarının ne kadar temelsiz ve mantık dışı olduğu görülmektedir. Aşağıdaki şemada fotosentez işlemi olabilecek en özet şekilde gösterilmektedir:
Yukarıdaki şemalar, son derece kompleks bir sistem olan fotosentez mekanizmasının sadece genel aşamalarını göstermektedir. Bu karmaşık döngünün tek bir aşamasının bile tesadüflerle oluşabilmesi mümkün değildir. Bu sisteme yapılacak tesadüfi bir müdahale, sistemi tümüyle alt üst etmeye yeterlidir. Bu müthiş mekanizma, Allah”ın yarattığı kusursuz sistemlerden biridir. |
Bu kadar kompleks bir sistemin, tesadüfen, cansız ve şuursuz maddelerin kendi kendilerini organize etmeleri sonucunda meydana gelmesi ve canlılığın devamı için en gerekli şartları oluşturmaları elbette ki imkansızdır. Bu imkansızlığı görebilmek için kısaca fotosentezin ne olduğunu inceleyelim.
Fotosentez; bitkilerin ve bazı bakteri ve tek hücreli canlıların, karbondioksit ve sudan, şeker üretmek için güneş ışınıyla gelen enerjiyi kullanmalarıdır. Fotosentez en basit şekliyle şöyle formülleştirilir:
6H2O + 6CO2 —FOTOSENTEZ—> C6H12O6+ 6O2
Bu kimyasal formül şu şekilde tercüme edilebilir:
6 su molekülü + 6 karbondioksit molekülü -FOTOSENTEZ SONUCUNDA- 1 şeker molekülü + 6 oksijen molekülüne dönüşür.
Formülü basit gözükse de fotosentez sırasında gerçekleşen sayısız işlem, elektronlar düzeyinde işleyen çok kompleks sistemleri içerir. Sistem içinde farklı pigmentler, çeşitli tuzlar, mineraller, kalıntı elemanlar (ferredoksin, adenosin trifosfat gibi), alt-katalizörler, çeşitli görevler üstlenen maddeler ve diğer kimyasal etkenlerden oluşan kalabalık bir ekip vardır. Sadece “sakaroz” gibi basit bir şeker molekülünü üretmek için bile bitkilerin 30 adet farklı proteine ihtiyaçları olduğunu düşünürsek, bu işlemin genelinin ne kadar kompleks olduğu daha iyi anlaşılır.
Meydana gelen reaksiyon sonucunda güneşteki enerji, üretilen şeker molekülünün içine depolanmış olur. Kullanılmayan güneş enerjisi, kullanılabilir kimyasal enerjiye dönüştürülür ve bunun için de yeşil yapraklarda klorofil molekülü, bakteri ve tek hücreli bazı canlılarda ise ışığı emebilen bir pigment büyük bir rol oynar.
Fotosentez olmadan yeryüzünde hayat mümkün değildir.
Kısaca özetlediğimiz bu işlemi gerçekleştirebilmek için fotosentez yapabilen canlıların sistemlerinde milyonlarca reaksiyon gerçekleşir, sayısız molekül devreye girer ve her bir işlem ayrı bir komplekslik içerir. Bu arada fotosentez yapan organizma kendisine gelen enerjinin faydasız veya zararlı olmasını önlemek için temkinli davranır. Bunun için bir başka yerden yardım almaz, mucizevi sistem kusursuz çalışır. Çağımızın teknolojisi, fotosentezi taklit etmek bir yana bu sistemin nasıl çalıştığını bile tam olarak çözememiştir. Yaşamın varlığını sağlayan böylesine önemli bir mekanizma, sadece ve sadece yeryüzündeki yeşil yapraklara ve tek hücreli canlılara bağımlıdır.
Darwinistler yeryüzünde tesadüfen oluşan bir hayat senaryosu çizdikleri için, bu ilk canlıların da fotosentez sistemini tesedüfen geliştirdikleri iddiasında bulunurlar. Ama bir bakterinin nasıl olup da kendi fizyolojisini tamamen değiştirip, kendi besinini üretmeye uygun hale gelebildiğini hiçbir zaman açıklayamamışlardır. Zaten tüm diğer evrimci kaynaklara baktığımızda da fotosentezin kökeni ile ilgili olarak benzer masalsı ifadeler yer alır. Ancak mekanizmanın kompleksliğinin tesadüfen oluşamayacağını açıkça gören bazı evrimciler, bunu itiraf etmek zorunda kalmışlardır. Evrimci Prof. Ali Demirsoy”un konuyla ilgili şu ifadeleri dikkat çekicidir:
“Fotosentez oldukça karmaşık bir olaydır ve bir hücrenin içerisindeki organelde ortaya çıkması olanaksız görülmektedir. Çünkü tüm kademelerin birden oluşması olanaksız, tek tek ortaya çıkması da anlamsızdır.” 1
Alman evrimci biyolog Hoimar Von Ditfurth ise, fotosentezin bir hücre tarafından öğrenilemeyecek bir işlem olduğunu açıkça belirtir:
“Hiçbir hücre, biyolojik bir işlevi sözcüğün gerçek anlamında “öğrenme” olanağına sahip değildir. Bir hücrenin solunum ya da fotosentez yapma gibi bir işlevi doğuşu sırasında yerine getirebilecek konumda olmayıp, daha sonraki yaşam süreci içinde bunun üstesinden gelebilecek duruma gelmesi, bu işlevi sağlayacak beceriyi edinmesi, olanaksızdır.” 2
Zaten New Scientist dergisi de iddialarına yer verirken evrim teorisinin bu konuda belirsizlikler yaşadığını da belirtme ihtiyacı hissetmiştir:
“Fotosentezden önce yaşam; enerji kaynakları sülfür, demir ve metan olan tek hücreli mikroplardan ibaretti. Ardından, 3.5 miyon yıl sonra, veya belki de daha önce, bir grup mikrop, gelişmek ve ısınmak için gerekli olan karbonhidratı sağlamak amacıyla güneş enerjisini yakalama yeteneğini geliştirdiler. Bu özelliği nasıl geliştirdikleri anlaşılabilmiş değildir…” 3
Böylesine özel ve hayati bir sistemin tesadüfen meydana gelmesi ve canlılığın süregeldiği zaman boyunca kusursuz işlemesi imkansızdır. Ayrıca bu mekanizma, hiçbir parçasının yerinden çıkarılamayacağı, tüm elemanları bir arada olduğu sürece işlerliğini sürdürebilen “indirgenemez komplekslikte” bir sistemdir. Dolayısıyla, binlerce, milyonlarca yıllık süreçler boyunca birbirinden bağımsız işe yaramayan parçaların, mekanizmanın tam oluşmasını beklemesi Darwinizm”in genel iddiasına aykırıdır. Fotosentezi gerçekleştiren sistem, eksiksiz şekli ile tüm yeşil yapraklı bitkilerde ve fotosentez yapan bakterilerde bir anda oluşmuştur. İnsanın sırrını çözmekten aciz kaldığı böyle bir mucizenin özel olarak tasarlandığı açıktır. Tüm bitkiler ve fotosentez bakterileri, fotosentez yeteneği ile birlikte yaratılmışlardır.
New Scientist, fotosentezle ilgili konuyu, bu biyokimyasal buluşları için ilkel dönemdeki oksijenden nefret eden mikroplara şükrederek bitirmektedir. Yalnızca bu cümle dahi New Scientist yazarlarının düşünce yüzeyselliğinin bir göstergisidir. New Scientist yazarının şükrettiği varlıklar, sahip oldukları yeteneklerin farkında bile olmayan organizmalardır. Gerçekleştirdikleri kompleks işlemlerin şuurunda bile değildirler. Şükür, bu canlılara değil, onları yaratan, onları idare eden, tüm bu reaksiyonların her bir canlıda kusursuzca gerçekleşmesini sağlayan Yüce Allah”a yöneltilmelidir. İşte New Scientist dergisinin kabul etmek istemediği temel gerçek budur.
Kuran”da Allah”tan başkasını ilah edinerek, Allah”a ait olan özellikleri başka varlıklara atfedenler için şöyle buyurulmaktadır:
Kendileri yaratılıp dururken, hiçbir şeyi yaratamayan şeyleri mi ortak koşuyorlar?
Oysa (bu şirk koştukları güçler ve nesneler) ne onlara bir yardıma güç yetirebilir, ne kendi nefislerine yardım etmeğe. (Araf Suresi, 191-192)Siz yalnızca Allah”tan başka birtakım putlara tapıyor ve birtakım yalanlar uyduruyorsunuz. Gerçek şu ki, sizin Allah”tan başka taptıklarınız, size rızık vermeye güç yetiremezler; öyleyse rızkı Allah”ın Katında arayın, O”na kulluk edin ve O”na şükredin. Siz O”na döndürüleceksiniz. (Ankebut Suresi, 17)
İnsanın Konuşma Yeteneğini ve Beyin Gücünü Evrimsel Bir Süreç Sonucunda Kazandığı Yanılgısı
New Scientist dergisi ve Hürriyet Pazar eki, hayali evrimsel süreç içinde en son evrimsel gelişmenin konuşma olduğu iddiasında bulunmuştur.
Bu iddiayı öne süren tüm Darwinistlerin içine düştükleri büyük bir yanılgı vardır: O da insanların konuşma yeteneklerinin ötesinde bir bilince sahip oldukları gerçeğidir. Darwinistlerin maymunlara konuşmayı öğretme çabaları, aslında bu önemli gerçeği görmezden gelmelerinin bir sonucudur. Konuşma yeteneği, sadece birtakım fiziksel özellikler sonucunda edinilebilecek bir özellik değildir. Konuşma yeteneği için gerekli olan en önemli özellik bilinçtir ve hayvanlar bu özelliğe sahip değildir.
Dilbilim ve dil felsefesinin en önde gelen isimlerinden biri olan Massachussets Teknoloji Enstitüsü Dilbilim Profesörü Noam Chomsky, bu konuyla ilgili şu açıklamayı yapar:
“Hayvanlara konuşma becerisinin öğretilmesi akıl dışıdır. İnsanlara kollarını açıp kapayarak uçmayı öğretmeye benzer.” 4
İşte bu nedenle Darwinistlerin hiçbir aşamasını açıklayamadıkları konuşma yeteneğinden önce insan bilincinin nasıl ortaya çıktığını açıklamaları gerekmektedir. Konuşmaları anlayan, bunlara yorum getirebilen, hiç görmediği, hiç karşılaşmadığı bir durumu veya düşünceyi kolayca anlayabilen ve anlatabilen, beyninde bir görüntü tasarlayabilen ve bunu kusursuz bir şekilde kelimelerle ifade edebilen insan zihninin nasıl ortaya çıktığını evrimciler açıklayamamaktadırlar. Konuşma yeteneğinin insan beynine özgü olduğunu açıklayan bilim adamlarından bir diğeri de Rhode Island Brown Üniversitesi Dil bilim profesörü Evrimci Philip Lieberman”dır.
“Hayvan eğitimci ve araştırmacıların 17. yüzyıldan beri şempanzelere konuşmayı öğretme çalışmalarına rağmen, hiçbir şempanze bunu başaramadı. Şempanzelerin ses üretmeyi sağlayan anatomilerinin temelde bizimkilerden farklı olduğu doğrudur. Ama şempanzeler, eğer beyinleri sadece gerekli ifade manevralarını planlayıp gerçekleştirebilseydi, belki insan konuşmasına hafifçe yaklaşabilirlerdi. Bunu yapabilmek için de, bizim beyinlerimize sahip olmaları gerekirdi.” 5
Söz konusu haberi yapan New Scientist dergisi de, konuşmanın evrimsel gelişiminin henüz açıklanamadığını itiraf etmektedir:
“10 yıl önce, İngiltere, Sussex Üniversitesi Biyoloji Profesörü John Maynard Smith ve Macaristan Budapeşte”deki Gelişmiş Araştırmalar Enstitüsünden Eors Szathmary, yaşamın ileriye doğru giden adımlarını tanıttıkları Evrimde Büyük Dönüşümler”i yayınladılar. Bu önemli aşamaları, organize olmuş ve bir nesilden diğerine geçen bilgi şeklindeki icatlar olarak tanıttılar. Bu aşamalar, yaşamın kökeni ile başlıyor ve konuşma ile son buluyordu.Szathmary, atalarımızın bu adımları nasıl attıklarının bilimdeki en büyük problem olduğunu belirtir. Kompleks dil – küçük cümleciklerin hiyerarşik bir şekilde düzenlenerek bir anlam oluşturan sözdizim ve gramer ile birlikte dil – bir kerede evrimleşmiştir. Sadece insan beyni konuşmayı üretebilir ve revaçta olan inanışın tersine, bu yetenek sadece Broca ve Wernicke bölgeleri gibi beyindeki özel bölgelerle sınırlı değildir. Eğer bu bölgelerde bir hasar meydana gelirse, diğer bölgeler görevi devralır. Szathmary, dili bir amipe ve insan beynini de onun geliştiği habitata benzetmektedir. Ve şöyle demektedir: “Şaşırtıcı bir şekilde beynimizin büyük bir kısmı konuşmayı oluşturabilir.” 6
Konuyla ilgili bilim adamlarının da belirttiği gibi konuşma yeteneği ancak bilinç ve akıl ile birlikte oluşabilmektedir. Evrim gibi tesadüflere dayanan ve yaşamın kökenini sadece bilinçsiz maddeye dayandıran hayali bir sürecin, insan bilincini oluşturması ise imkansızdır. Yeryüzünün tüm imkanları bir araya getirilse, en iyi profesörler bir araya gelerek mümkün olan en ileri teknolojiyi kullansalar dahi, insan bilincini meydana getiremezler. Taştan topraktan, düşünen, konuşan, fikir üreten, sevinen, heyecanlanan, buluşlar yapan, sevgi, sadakat gibi hislere sahip olan bir varlık oluşturamazlar. Bilinçli varlıkların üstün bir teknolojiyle yapamadığını, tesadüfler asla yapamazlar. Bilinç ve akıl, Allah”ın sadece insana verdiği bir özelliktir. Allah, Kuran”da da bildirdiği gibi, insana Ruhundan üflemiş, böylece insan düşünen, akleden ve konuşabilen, manevi değerlere sahip bir varlık olabilmiştir. Ayrıca insana kelimeleri öğreten, insanı konuşturan da Allah”tır. Kuran”ın Fussilet Suresi”nin 21. ayetindeki “Herşeye nutku verip-konuşturan Allah, bizi konuşturdu.” ifadesiyle nutku verenin Allah olduğu gerçeği bildirilmektedir.
Mikro Dünyada Sadece En Güçlülerin Ayakta Kalabildiği Yanılgısı
New Scientist dergisi ve Hürriyet Pazar eki, parazitlerin yeryüzündeki evrimleşme sürecini hızlandıran en güçlü canlılar olduklarını öne sürmüştür. Üzerinde yaşadıkları canlıları etkilemeleri ve onlara üstün gelerek mücadeleyi kazanmalarının sonucunda hem kendilerinin hem de üzerinde yaşadıkları canlıların sözde evrimlerinde büyük etkileri olduğu iddia edilmiştir.
Bu iddialara göre, parazitlerin etkisi ile genlerinde orak hücre anemisi hastalığını taşımakta olan bir kişi, sıtmaya karşı bağışıklık geliştirerek sözde “kazançlı” çıkmıştır. Kişiden kişiye bulaşan hastalıklar da parazitlerin sözde evrimini geliştirerek, bir virüsün daha az ölümcül olmasını sağlamaktadır.
Burada parazitlerin sözde evrimi ve evrimleştirici etkisi ile ilgili iddialar kesinlikle bilimsel olmayan bir temele dayanmaktadır. Parazitlerin bir canlıya saldırısının hiçbir şekilde evrimleştirici gücü yoktur. Bir canlı, bir virüsten etkilenerek güçsüz düşer ve yaşamını yitirebilir. Ancak bu durum, onun sonraki nesillerinin güçsüz ve hastalıklı olacağı anlamına gelmemektedir. Üstelik günümüzde pek çok virütik hastalığa karşı direnç geliştirilmiş, pek çok hastalık etkisiz hale getirilmiştir. Sağlıklı yaşam ve beslenme faktörleri de çeşitli virüslere karşı direnci daha da artırmıştır.
Orak hücre anemisine sahip bir kişinin, bir “avantaj” elde ettiği yanılgısı ile ilgili detayları ise buradan okuyabilirsiniz.
New Scientist dergisinin kullandığı transposon örneği ise içerdiği yanılgılar açısından oldukça dikkat çekicidir. New Scientist dergisinde belirtildiğine göre, DNA”nın bir parçası, genom üzerinde kes yapıştır yöntemi ile yer değiştirmekte ve başka genlerin üzerine yapışarak bir varyasyona sebebiyet verebilmektedir. Bu anlatım doğrudur, ancak New Scientist“in yanıldığı nokta şudur: bu olayda evrim yoktur. Evrimin gerçekleşebilmesi için, daha önce olmayan bir bilginin bir şekilde oluşması ve bunun DNA”ya eklenmesi gerekmektedir. Oysa burada mevcut bilgi sadece yer değiştirmektedir. Aynı DNA parçası, aynı organizma içinde hareket etmektedir. Sadece varyasyon, yani bir çeşitlilik oluşmaktadır. Böyle bir değişim sonucunda yeni bir canlı oluşmaz, canlı daha önce olmayan organlar kazanmaz. Hiçbir mutasyon canlıya yeni bir bilgi eklemez, onu geliştirmez. Sadece onun mevcut düzeninde değişiklikler yapar. Ancak bu, evrim değildir.
Evrimciler, hiçbir temeli olmayan ve tamamen tesadüflerin ilahlaştırılması mantığına dayalı olan evrim kavramını, önüne geçilmez bir güç olarak tanıtmak istedikleri için, karşılarına çıkan her örneği bu yönde kullanmaya çalışırlar. Parazitlerle ilgili söz konusu iddialar da buna dayanmaktadır. Ancak görüldüğü gibi, iddiaların temellerine inildikçe bunların evrimle hiçbir ilgisinin olmadığı açıkça anlaşılmaktadır. Getirmeye çalıştıkları delillerin geçersizliği tüm detaylarıyla ortadadır. Bir virüs, ancak Allah dilediği takdirde insana etki edebilir, onu güçsüz düşürebilir. Tek başına bir gücü yoktur, olması da kuşkusuz mümkün değildir. Evrimcilerin düştüğü bu yanılgıların kökeninde bu önemli gerçeği kabul etmek istememeleri yatmaktadır.
Gözlerin Evrimsel Aşamalar Sonucunda Oluştuğu Yanılgısı
Söz konusu dergi ve gazetede, gözün de yine evrimsel sürecin bir sonucu olarak oluştuğu ve bu “önemli buluş” sonrasında tüm canlılarının yaşam şekillerinin etkilendiği belirtilmektedir. 543 milyon yıl önce Kambriyen dönemine ait bulunan kompleks trilobit gözü fosilleri örnek verilmekte ve bunların ışığa duyarlı hücrelere sahip olan, ama kendilerinden nedense hiçbir iz olmayan sözde atalarından bahsedilmektedir.
New Scientist dergisinin ve Hürriyet Pazar ekinin, gözler ile ilgili düştükleri oldukça büyük bir yanılgı vardır. Hayranlık uyandırıcı yapısı ile insan gözü, 40 ayrı hassas parçanın birleşiminden oluşan müthiş komplekslikte bir sistemdir. Bir gözün görmesini sağlayan en temel şey, söz konusu 40 parçanın hepsinin birlikte var olması ve uyum içinde çalışmasıdır.
Bunu karmaşık yapısıyla bir kameraya benzetebiliriz. Kameranın da çalışabilmesi için tüm parçalarının bir arada uygun yerlerde ve uygun işlevlerde olması gerekir. Kameranın tüm parçalarına sahip olsanız da, bunlar etrafta dağınık bir şekilde dururken bir anlam ifade etmeyecek, bir işe yaramayacaktır. Bu parçaların ancak doğru yerde, doğru şekilde bir arada olmaları gerekmektedir. Göz ise, kamera ile karşılaştırılmayacak kadar büyük bir kompleksliğe sahiptir. Göz, tüm parçaları ile birlikte var olması ve çalışması gereken “indirgenemez komplekslikte” bir organdır. Bunun anlamı şudur; göz tek bir parçası dahi olmasa çalışamaz, yani işlevsizdir. Gözün işlev kazanabilmesi için tüm bu parçalarıyla birlikte varolması gerekir. Evrim teorisi ise, işlevsiz organ veya yapıların zaman içinde köreldiğini ileri sürer. Bu durumda gözün var olabilmesi için, tüm bu parçalarıyla birlikte bir anda var olması gerekir. Bu ise gözün yaratıldığının delillerinden biridir. Nasıl ki bir insan yolda bir kamera görse, bu kameranın orada kendiliğinden oluşmadığına emin olursa, göz de kendiliğinden tesadüf eseri oluşması imkansız bir organdır. Göz, tüm diğer organlar gibi yaratılmıştır. Onu var eden üstün güç ise Yüce Allah”tır.
New Scientist dergisi, gözle ilgili iddialarına yer verirken, sadece ışığa hassas hücrelerin bile ancak yarım milyon yıl içinde evrimleşebileceğini iddia etmiştir.
Burada dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta vardır: Evrimciler, kompleks sistemlerin hayali basit aşamalarının ortaya çıkışları hakkında okuyucuya genel bir bilgi verir ve bu aşamalarla ilgili gerçekten bir veriye sahip oldukları görünümü oluşturmaya çalışırlar. Oysa, evrimcilerin birkaç cümle içine sığdırdıkları bu “basit” aşamalar, aslında hiç de basit değildirler. Evrimcilerin iddia ettikleri ışığa hassas “ilkel gözün” oluşabilmesi için, canlının bazı hücrelerinin ışığa duyarlı hale gelmesi, bu algıları elektrik sinyallerine aktaracak bir yeteneğe sahip olması, bu hücrelerden beyne gidecek olan özel bir sinir ağının oluşması ve beyinde bu bilgiyi değerlendirecek bir görme merkezinin meydana gelmesi gerekmektedir. Bu sistem, son derece komplekstir ve indirgenemez bir yapıya sahiptir. Rastlantılarla açıklanması imkansızdır.
Dahası, doğal seleksiyonda böyle bir oluşumun canlıya sağladığı herhangi bir avantaj yoktur. Bu sistemdeki aşamaların da her parçasının bir anda oluşması gerekir. Göz hücreleri değişime uğradığında, beyne bağlanan bir sinir ağının da aynı anda oluşması gerekmektedir. İster yarım milyon yıl geçsin, ister 600 milyon yıl, böyle bir sistemin en basitinin bile tesadüfen oluşup işlev görebilmesi mümkün değildir.
Söz konusu makalelerde ayrıca, yeryüzünde ilk ortaya çıkan kompleks gözlerle ilgili olarak Kambriyen dönemine ait trilobit gözleri örnek verilmiştir. Yaklaşık 543 milyon yıl önce karşılaşılan bu kompleks gözler, evrim teorisinin bu konuyla ilgili tüm iddialarını, öne sürdüğü tüm hayali ara geçiş fosillerini ortadan kaldıran, her kompleks sistem gibi gözün de Allah”ın yarattığı mükemmel bir sistem olduğunu gösteren büyük bir delildir. Bu konu ile ilgili detayları buradan okuyabilirsiniz.
Evrimsel Bir Süreç Sonunda Tek Hücrelilerin Çok Hücrelilere Dönüştüğü Yanılgısı
New Scientist dergisi, iddiaları arasında çok hücreli canlıların zamanla tek hücreli canlılardan evrimleştiğini belirtmiş ve bunun için çeşitli hayali nedenler sıralamıştır. Bu nedenler arasında tek hücreli bir canlının, avcılardan korunabilmek için diğer hücrelerle birlik olmaya karar vermesi ve aynı anda yüzüp aynı anda bölünemeyen tek hücrelilerin, hem hareket edip hem çoğalabilecekleri bir birlikteliğe yani çok hücreliliğe geçmeye karar vermeleri bulunmaktadır. Dergiye göre, ihtiyaçlardan doğan çeşitli sebepler, tek hücreli canlıları çok hücreli olacak şekilde evrimleştirmiştir. Ancak bunun nasıl gerçekleşebildiği hakkında her zaman olduğu gibi hiçbir açıklama yoktur.
Makalede anlatılan söz konusu hikaye, biyoloji konusunda bilgisiz olanları bile şüpheye düşürecek niteliktedir. Şu herkesin bildiği bir gerçektir: Tek hücreli canlılar ile çok hücreli canlılar arasında büyük bir yapı farklılığı vardır. Çok hücreli organizmaların gelişiminde hücresel özelleşme ve işbölümü vardır. Her hücrenin görevleri belirlidir ve her bir hücre mutlaka diğer hücrelere bağımlıdır. Örneğin, insan vücudu başlangıçta tek bir hücrenin bölünmesi ile oluşur ancak bir insan oluştuğunda tüm hücrelerin aldıkları sorumluluklar değişir. Her bir hücre vücutta belirlenen işbölümüne göre hareket eder. Birbirlerine bağımlı olduklarından, hücrelerin aralarında özel bir haberleşme sistemi bulunur. Hormonlar buna göre düzenlenir, vücuttaki sinir ağı buna göre biçimlenir. Çok hücrelilik, basit bir sayısal çokluk değil, müthiş bir işbölümü dahilinde oluşmuş büyük komplekslik içeren özel bir tasarımdır.
Bütün bu işlemler bir bilinç gerektirir. Evrimciler, henüz tek bir hücrenin tesadüfen oluşumunu açıklayamamışken, hücreler arası bilinci ve şuurlu davranışları izah edebilmekten çok uzaktırlar. Tek bir hücrenin sahip olduğu komplekslik, ancak bilinçli bir tasarımla açıklanabilir. Kompleks hücrelerin bir arada bir sistem meydana getirdikleri de bu bilinçli tasarımın, yani yaratılış gerçeğinin bir başka örneğidir.
Tüm bunların yanı sıra, tek hücrelilerin çok hücrelilere geçişine dair hiçbir ara form bulunmamaktadır. Tüm fosil kayıtları, sayısız tek hücreli ve sayısız çok hücreli örnekleri verir. Ama bunların birbirine geçişlerini gösteren tek bir fosil bulgusuna rastlanmamıştır.
Kısacası, evrimcilerin tek hücrelilerden çok hücrelilere geçiş ile ilgili iddiaları, spekülasyonlardan ibaret olan bir senaryodan başka bir şey değildir. Canlıların tümü, tek hücreliler de çok hücreliler de Allah”ın yarattığı varlıklardır ve sahip oldukları özel ve kompleks yapılarıyla bir anda var olmuşlardır.
Sonuç:
New Scientist dergisi ve Hürriyet gazetesi, gerçekte evrim teorisinin hiçbir şekilde delillendiremediği dolayısıyla Darwinistlerin en çaresiz kaldıkları temel bazı konuları alarak, bunları “evrimin buluşları” başlığı altında okuyucularına sunmuştur. Evrimin özellikle açmazda kaldığı konular seçilmiş, bunlar hakkında hiçbir bilimsel delil getirilmeden hayali evrimsel bir süreçten bahsedilmiş ve tüm bunlar sanki evrimsel bir sürecin sonucuymuş gibi gösterilmeye çalışılmıştır. Gerçekte ise anlatılanlar baştan sona bir hikaye niteliğindedir ve bilimsel hiçbir geçerliliği yoktur. Söz konusu yazıyla, yeniden, evrime inanan bir okuyucu kitlesi oluşturmak hedeflenmiş ve bunun için bilimselliğe başvurma ihtiyacı bile hissedilmemiştir.
New Scientist dergisi zaman zaman bahsettiği mekanizmaların evrimsel geçmişi hakkında hiçbir bilgiye sahip olunamadığını itiraf etse de, Hürriyet gazetesi Pazar eki, bu önemli detayı bildirmeye gerek bile duymamıştır.
New Scientist dergisinin de, Hürriyet gazetesinin de, artık insanların bilimsel gerçeklere karşı çok daha bilinçlendiklerini kabul etmeleri gerekmektedir. İnsanlar, bir gözün, beynin veya canlılar arasındaki akılcı örneklerin hiçbirinin tesadüfen oluşamayacağının artık açıkça farkındadırlar. Söz konusu dergi ve gazetenin artık aldatma yöntemlerini bir kenara bırakmaları, insanları gerçekleri öğrenmeye davet etmeleri, izah ettikleri bilimsel konuları bilimsel delil ve açıklamalarla inanılır kılmaları gerekmektedir. Bilimin gösterdiği gerçekler eğer iddiayla çelişiyorsa, bu durumda okuyucuyu yanıltmaya çalışmak, onları olmayan bir şeye inandırmaya çalışmak, tarafsızlıktan uzaklaşmak ve bir ideolojiyi insanlara empoze etmeye çalışmaktan başka bir şey değildir. New Scientist dergisini bilimsel hareket etmeye, Hürriyet gazetesini de, yabancı basını körü körüne takip ederek insanları yanıltmak yerine, daha tarafsız ve doğru haberler yapmaya davet ediyoruz.
* New Scientist ve Hürriyet gazetesinde yer alan Süperorganizmalar başlıklı yazının içinde yeralan iddialara daha önce bu sitede defalarca cevap verilmiştir. Bu konu hakkındaki cevapları aşağıdaki adreslerden okuyabilirsiniz:
http://www.netcevap.org/newscientist030628.html
http://www.netcevap.org/atlas0305.html
http://www.netcevap.org/focus0303.html
1- Prof. Dr. Ali Demirsoy, Kal?t?m ve Evrim, Ankara, Meteksan Yay?nlar?, 1984, s.8
2- Hoimar Von Ditfurth, Dinozorlar?n Sessiz Gecesi 2, Alan Yay?nc?l?k, Kas?m 1996, İstanbul, Çev: Veysel Atayman, s.60-61
3- New Scientist, sayı 2494, 9 Nisan 2005, sf. 26
4- N. Chomsky, Language and Linguistics s. 65
5- Philip Lieberman, “Peak Capacity,” The Sciences (vol. 37, Nov/Dec 1997), p. 27. http://www.icr.org/pubs/imp/imp-028.htm