Bu belgeselde okyanus tabanlarında yaşayan bazı deniz canlıları konu ediliyordu. Programdaki bazı ifadeler Animal Planet’ın canlılığın gerçek kökenini kavramaktan ne kadar uzak olduğunu gösteriyordu. Aşağıda bunlar madde madde ele alınmaktadır:
Doğaya yaratıcılık atfetme yanılgısı:
ANIMAL PLANET: “Evrim aklın sınırlarını aşmış ve doğa herhangi bir bilim kurgu yazarının hayalgücüne meydan okuyabilecek garip yaratıklar ortaya çıkarmış… Doğanın hiç boş durmadığını öğrendik. Boş durmamış ve şimdiye kadar hiç görmediğimiz hayvanlar ortaya çıkarmıştı.”
CEVAP: Doğa; hava, kara ve sudan meydana gelen bir bütündür. İçinde barındırdığı canlılar çok çeşitlidir ve her biri son derece kompleks yapıda tasarımlara sahiptir. Bu tasarımların dikkat çekici özelliği birbiriyle uyumlu olmalarıdır. Milyonlarca canlı türünün birarada barındığı doğa bu tasarımlarda rol oynamış olabilir mi? Elbette hayır, çünkü doğa bu tasarımları meydana getirecek akıldan yoksundur. Kayaların, nehirlerin veya rüzgarların vs. bir kelebeğin kanadındaki desenleri, kuşun kanadındaki tüyleri, çiçeklerdeki gözalıcı renkleri ve harika kokuları tasarlayacak bir aklı yoktur. Tüm canlıları yaratan üstün akıl sahibi Allah”tır.
Doğal Seleksiyonla ilgili yanılgılar
ANIMAL PLANET: “Doğanın hayatta kalma için uyum sağlama yeteneğinin en güzel örneklerinden biri. Çok güzel takılara benzeyen organları aslında doğal seçilimin iyi birer örneği, yaşayan herşeyde olduğu gibi her parça özel bir görevi yerine getirmek için gelişmiş.”
CEVAP: Yukarıda görüldüğü gibi söz konusu organların kökeni doğal seleksiyona bağlanmaktadır. Oysa doğal seleksiyon sadece varolan organlar üzerinde etkilidir. Örneğin kayalık bir arazide yaşayan kertenkele popülasyonuyla, bitki örtüsünün nispeten daha yoğun olduğu bir bölgede yaşayan kertenkele popülasyonu, ortalama kuyruk uzunluğu açısından farklılıklar gösterebilir. Avcılardan korunma ve hareket kolaylığı açısından kuyruk uzunluğu çevre şartlarına uyum sağlamış olabilir. Ancak bu doğal seleksiyon örneği kuyruğun evrimle nasıl ortaya çıkmış olabileceği sorusuna bir cevap değildir. Çünkü kuyruk, DNA’da kodlanmış genetik bilgiye göre üretilen bir organdır. Arazi yapısı veya hareket kolaylığı gibi faktörler, canlının DNA’sındaki bilgilere yeni bilgiler ekleyerek onu geliştiremez.
Doğanın Deneyleri Yanılgısı
Kirpi balığı dilediği zaman içine aniden su çekerek normalin iki misli irileşebilen bir türdür. Böylelikle düşmanıyla karşılaştığında hem onu korkutmuş hem de çok irileştiği için yutulmaktan kurtulmuş olur. Animal Planet bu balığın gösterildiği bir sahnede şu soruyu soruyor ve arkasından şu cevabı veriyordu:
“Ya da bir balık tehditle karşılaştığında vücudunu iki katına kadar çıkarmayı nereden öğrendi? Doğanın en başarılı deneylerinden biri olduğu kesin.”
Animal Planet okyanus yüzeyinin binlerce metre altında çok yüksek basınç altında yaşayan bazı canlılarla ilgili de benzer bir anlatım ortaya koyuyordu:
“Evrimin bu yeni deneyi onları hayrete düşürüyor. Bu yüksek basınç altında insanlar yaşayamaz.”
Buradaki “deney”le ilgili bilinmesi gereken iki önemli nokta vardır. Öncelikle evrim teorisinin dayandığı rastgele mutasyon-doğal seleksiyon mekanizmaları evrim teorisinin gerektirdiği şekilde, yani komplekslikte artış yönünde “deney”ler gerçekleştiremez. Doğadaki bütün deneme-yanılma süreçleri, eğer bir değişimle sonuçlanırlarsa, daima genetik bilgide ve komplekslikte azalmayla sonuçlanırlar. Dolayısıyla kirpi balığının aniden şişmesini sağlayan kas ve sinir sistemlerinin yokluktan evrimle kazanıldığını düşündürecek hiçbir bilimsel kanıt yoktur. Böyle olması da doğaldır, çünkü rastlantı daima düzensizlik ve kaosla sonuçlanır.
İkinci nokta ise canlıların ve doğa tarihinin bu hayali evrim deneylerini reddetmesidir. Çünkü amaçsız doğa olaylarıyla uzun zaman içinde gerçekleştiği öne sürülen bu deneyler sonucunda günümüzde yaşayan (Animal Planet’ın başarılı deney sonuçları olarak gösterdiği) türlerin yanısıra, sözde geçiş aşamalarında yaşamış olması gereken sayısız garip yapılı canlının bulunması gerekir. Şu anda da evrimin devam ettiği ileri sürüldüğüne göre bu gibi canlıların çevremizde de gözlemlenmesi gerekirdi. Oysa böyle bir durum sözkonusu değildir. Milyonlarca bitki ve hayvan türü tanımlanabilir karakteristiklerle birbirlerinden ayrılır ve kaotik bir durum söz konusu değildir. Ünlü evrimci Stephen J. Gould, bu durumun Darwin’in kademeli gelişim iddiasına darbesini şöyle belirtir:
“Ayrı türlerin varlığı, doğanın durmaksızın bir değişim içinde olduğunu temel bir gerçek olarak gösteren bir teoriyle [evrim teorisi] nasıl uzlaşabilir ki? Bir evrimci açısından niçin tür diye bir şey olsun? Eğer tüm yaşam formları, küçük bir başlangıç gen havuzundan seçilmiş mutasyonlarla yavaş ve aşamalı genişlemeyle üretilmişse, organizmaların gerçekte ayrı sınırlar olmaksızın birbiri içine geçmesi gerekirdi.”
(Gould”dan alıntı; Henry Morris and Gary Parker, What is Creation Science? (1987), sf. 121-122.)