National Geographic TV, Discovery Channel gibi Darwinist TV kanallarının ekranlarında yer alan belgesellerdeki ortak bir nokta vardır. Bu belgesellerde bir canlıya ait biyolojik yapı veya özelliğin niçin evrimleşmiş olabileceğine dair hayali senaryolara yer verilir. Dikkat çekici olansa, evrimcilerin hayalgücüyle ürettiği hikayelerin bu programlarda bilimsel gerçeklermiş gibi anlatılmasıdır. Oysa bu belgesellerde anlatılanlar “Darwinist masal”lardan başka bir şey değildir. Evrimciler kendi zihinlerinde kurguladıkları senaryoları, topluma bilimsel kanıt gibi sunmaya çalışmaktadırlar. Oysa bu anlatımlar tümüyle aldatıcıdır. Darwinist masallar, herhangi bilimsel bir değer taşımazlar; evrimci iddialar için de asla kanıt oluşturmazlar.
“Günün birinde bir yavru fil annesinin gerektiği kadar yakınında durmuyordu. Nehrin parlak sularını gördü ve meraklı bir şekilde kıyıya yanaştı incelemeye koyuldu. Suyun yüzeyinde çıkıntı yapan bir tümsek vardı ve bunun ne olduğunu merak eden fil yavrusu daha yakından bakmak için suya doğru eğildi. Birdenbire o tümsek yukarı fırladı ve küçük filin burnunu yakaladı. [Bu, bir timsahtı] Sonra filin yavrusu kalçasının üzerine oturdu ve kendisini geri itmeye başladı, itti, itti ve burnu giderek uzamaya başladı. Ve timsah çırpınarak kıyıya doğru çekildi ve kuyruğunun darbeleriyle suyu krema gibi beyaz yaptı; timsah da [filin burnunu] çekti, çekti ve çekmeye devam etti.”…
Kipling bu cümleleri çocukları eğlendirmek için yazmıştı. Ne var ki, 7 Nisan 2003 tarihli Discovery Channel belgeselinde ise aynı türden ifadeler filin sözde evrimini sözde bilimsel olarak açıklamak için kullanılıyordu:
“Fil hortumunun evrimi 55 milyon yıl önce ilk atalarla başladı. Bu ilkel yaratık kısa bacaklıydı ve yaklaşık bir domuz büyüklüğündeydi. Büyük ihtimalle yiyecek toplamak üzere kullandıkları üst dudak ve burun hareketli bir hortum haline gelmişti. Sonra nesilden nesile dramatik biçimde büyüdü. Boyları uzadıkça alt çeneleri de uzamaya devam ederek beslenmek için yerle bağlantı sağladı. Bu arada artık biraz hortuma benzeyen uzantı daha da uzamaya başladı. Daha büyük dişlerle süslü kafaları daha da ağırlaştı. Bu ağırlığı taşımak için boyunları kısalıp kalınlaştı. Bu eğilim on milyonlarca yıl boyunca sürdü. Hayvanlar büyüdükçe çene ve hortum da uzamaya devam etti. 20 milyon yıl önce alt çene küçülmeye başladı ama hortum hala yere temas ediyordu. Bunun sonucu modern filin kullandığı uzantı oldu.” (1)
Nature dergisinin editörü ve evrim konusundaki pek çok makale ve kitabın yazarı Henry Gee, bir evrimci olmasına rağmen, bu tür hikayelere başvurmanın yanlışlığını şöyle ifade etmiştir:
“… Burunlarımız gözlük taşımak için yapılmıştır, dolayısıyla gözlüklerimiz vardır. Evet, evrimci biyologlar herhangi bir yapıyı onun mevcut yararından söz ederek açıklamaya çalıştıklarında bu mantığı kullanmış oluyorlar. Oysa söz konusu mevcut yarar, bize o yapının nasıl evrildiği hatta o yapının evrimsel tarihinin onun şeklini ve özelliklerini etkileyip etkilemediği konusunda hiçbir şey söylemez.” (2)
Bir varsayımın bilimsel sayılabilmesi için test edilebilir olması gerekir ancak söz konusu hikayeler bu kriterden de yoksundur. İnsanın evrimi masalı bu açıdan iyi bir örnektir. Gee”nin itiraf ettiği gibi:
“Mesela insanın evriminin; vücudun duruşu, beyin hacmi ve el-göz koordinasyonunda gerçekleşen gelişmelere dayandığı ve bu gelişmelerin de ateş ile alet üretimi gibi teknolojik başarılarla dilin kullanımına yol açtığı söylenir. Ancak bu gibi senaryolar subjektiftir. Deneylerle asla test edilemezler, öyleyse bilimsel değildirler. Genelde kullanımda olmaları bilimsel testlere değil, sunumlarındaki otoriteye ve iddiaya dayanırlar.” (3)
Evrimciler bu hikayeleri anlatmanın yanlışlığını bile bile bunları profesyonel literatürde tutmakta, topluma bilimsel gerçekler gibi sunmakta bir sakınca görmemektedirler. Stephen J. Gould, bu durumu şöyle açıklamıştır:
“Evrim biyolojisi, anatomi ve ekolojiyi kayıtlandıran ve sonra hangi kemiğin neden o şekilde göründüğü ya da bu canlının neden orada yaşadığıyla ilgili tarihsel veya adaptasyonla ilgili açıklamalar üretmeye çalışan, spekülatif bir argüman şekliyle ciddi derecede engellenmiştir. Bilim adamları bu masalların hikaye olduğunu bilirler; maalesef, bunlar profesyonel literatürde fazlasıyla ciddi ve gerçeksel alınırlar. Daha sonra bunlar [bilimsel] “gerçekler” haline dönüşür, popüler literatüre girerler.” (4)
Gould ayrıca, bu hikayelerin hiçbirşeyin kanıtı olmadığını ve buldukları destekte sadece “zihinsel yaratıcılığa” dayandıklarını şöyle ifade etmiştir:
“Evrimsel doğa tarihinin “işte-öylesine hikayeler” [Darwinist masallar] geleneğindeki bu masallar, hiçbirşeyin kanıtı değildirler. Ancak bunların oluşturduğu ağırlık ve benzer birçok durum benim kademeli gelişim fikrine (gradualism) olan inancımı uzun bir süre önce öldürdü. Daha yaratıcı zihinler bunları hala idare edebilir ancak sadece becerikli spekülasyonla kurtarılmış kavramlar bana fazla bir şey ifade etmiyor.” (5)
Canlılara Faydalı Yapı ve Özelliklerin İşaret Ettiği Gerçek: Yaratılış
Evrimciler Darwinist masallara, belli bir organ ve özelliğin organizmaya sağladığı faydayı açıklamada başvururlar, ancak bunun nedeni bilimsel değil, subjektiftir. Örneğin bir otomobilin kar lastikleri, buzlu yollara tutunmasını kolaylaştırarak otomobile avantaj sağlar ama bu durum lastiklerin veya otomobilin maddenin evrimleşmesiyle ortaya çıktığını göstermez.
Bir sistemin parçası olan ve üstlendiği fonksiyonla sisteme fayda sağlayan yapıların doğru açıklaması bilinçli tasarımdır. Yaşam formlarını ele aldığımızda aynı durumun geçerli olduğunu, üstelik yaşamın kompleksliğinin bir otomobil ile kıyaslanmayacak derecede büyük olduğunu görürüz. Milyonlarca canlı türü, bunun sayısız örneklerini ortaya koyar. Tasarımla dolup taşan doğanın, içindeki tüm canlılarla birlikte yaratıldığı apaçık bir gerçektir. Herşeyin Yaratıcısı olan Yüce Allah canlıları yoktan yaratmış ve bu yapıları da onların ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde var etmiştir.
Sonuç:
Evrimcilerin canlılara dair bu tarz hikayeler anlatmayı sürdürmelerinin tek sebebi, evrimi bir dogma olarak benimsemiş olmalarıdır. Yaptıkları şey, canlılara dair hikayelerini en baştan körükörüne kabul ettikleri bir büyük masala uydurmaktan ibarettir. Nitekim bu bilim dışı hikayelerin profesyonel literatürde dahi “bilim” olarak yerleşmesine göz yummaları bu dogmatizm için kuvvetli bir doğrulama oluşturmakta, evrimin bilim dışı yöntemlerle ayakta tutulmaya çalışılan bir masal olduğunu kanıtlamaktadır.
1- “Filler”, Discovery Channel Türkiye, 7 Nisan 2003, (Ayrica bkz. http://www.netcevap.org/discovery030407.html)
2- Henry Gee, In Search Of Deep Time: Beyond The Fossil Record To A New Hıstory Of Life, The Free Press, A Division of Simon & Schuster, Inc., 1999, psf. 103
3- Henry Gee, ibid, sf. 5
4- Stephen Jay Gould, “Introduction,” in Björn Kurtén, Dance of the Tiger: A Novel of the Ice Age (New York: Random House, 1980), xvii-xviii
5- Gould S.J., “The Return of the Hopeful Monster,” in “The Panda”s Thumb: More Reflections in Natural History,” [1980], Penguin: London , 1990, reprint, sf.158