Bilim ve Teknik dergisi, her zamanki gibi, Şubat 2001 sayısında da yoğun bir Darwinizm propagandası yapmaya çalıştı. Dergide yayınlanan “Darwin ve Moleküler Evrim” başlıklı makalede, Darwin’in evrim teorisinin modern genetik bulgularla uyum içinde olduğu iddia edildi. Yazı, Mayıs 2000’de Sabancı Üniversitesi’nin misafiri olarak İstanbul’a gelen ve evrimci bir konferans veren Amerikalı bilim adamı Dr. Andrew Berry’nin notlarından ibaretti.
Berry, Ayşe Turak tarafından Türkçe’ye çevrilen makalede, Darwin’in evrim teorisinin çağdaş bilimsel bulgular tarafından desteklendiğini ileri sürüyordu. Ama verdiği bilgilerin gerçekte Darwinizm’in ve tüm evrim kuramlarının en büyük dayanağı gibi gösterilen “homoloji” kavramını geçersiz kıldığından haberdar değildi ya da makalesini hazırlarken bu gerçeği görmezden gelmişti.
Homolojiyi Geçersiz Kılan Benzerlikler
Homoloji, en basit anlamıyla canlılardaki benzer yapıları ifade eder. Örneğin kanatlar bütün kuş türlerinde rastlanan benzer bir yapıdır. Veya beş parmaklı el ve ayak yapısı, omurgalı kara canlılarının hemen hepsinde görülen ortak bir modeldir.
Şimdiye kadar bu benzerliğe iki farklı yorum getirilmiştir:
1. Ortak Tasarım Yorumu: İlk olarak modern biyolojinin babası sayılan Linneaus tarafından gündeme getirilen bu yoruma göre, farklı canlıların benzer organlara sahip olması, ortak bir tasarımcının ürünü olmalarından kaynaklanmaktadır. Örneğin tüm kuşların kanat sahibi olmasının nedeni, kanatların uçuş için ideal bir tasarım olması ve dolayısıyla bu ideal tasarımın her kuş türü için ayrı ayrı yaratılmış olmasıdır. Bu yorum, canlıları Allah”ın yarattığını ifade eden “yaratılış” açıklamasına uygundur.
2. Ortak Ata Yorumu: Bu yorum da Darwin tarafından ortaya atılmış ve onu izleyen tüm evrimciler tarafından tekrarlanmıştır. Bu iddiaya göre, canlıların benzer organlara sahip olmalarının nedeni, ortak bir atadan evrimleşmiş olmalarıdır. Örneğin tüm omurgalı kara canlılarının beş parmaklı el ve ayak yapılarına sahip olması, evrimcilere göre, hepsinin ortak bir atadan (karaya çıktığı varsayılan ilk balıklardan) gelmesinin sonucudur.
Evrim teorisinin 20. yüzyılın başlarından itibaren bilim dünyasına hakim olmasıyla birlikte, benzerliklere getirilen bu ikinci yorum hakim duruma gelmiştir. Canlılardaki her benzerlik, aralarındaki evrimsel bir ilişkinin kanıtı olarak yorumlanmıştır.
Oysa son 20-30 yıl içinde elde edilen bulgular, durumun hiç de öyle olmadığını göstermektedir. Özetle;
1- evrimcilerin hiçbir evrimsel bağ kuramadıkları, bütünüyle farklı sınıflara ait canlılarda bile “homolog” (benzer) organların var olması,
2- benzer organlara sahip canlılarda, bu organların genetik şifrelerinin çok farklı olmaları ve
3- bu organların embriyolojik gelişim safhalarının birbirinden çok farklı olması, homolojinin evrime hiçbir dayanak oluşturmadığını göstermiştir.
Kısacası, birbirlerine benzer organlara sahip canlıların, aralarında hiçbir evrimsel ilişki kurulamayacak kadar uzak canlılar olduğu anlaşılmıştır.
Örneğin ahtapot ve insan, aralarında hiçbir evrimsel bağlantı kurulamayan, son derece farklı canlılardır. Fakat her ikisinin de gözleri, yapı ve fonksiyon bakımından birbirine çok yakındır. İnsanla ahtapotun benzer gözlere sahip ortak bir ataları olduğu gibi hayali bir senaryoyu ise evrimciler bile iddia edememektedirler.
Bu durum karşısında, evrimciler bu organların “homolog” (yani ortak bir atadan gelen) organlar değil, “analog” (aralarında evrimsel ilişki olmadığı halde birbirine çok benzeyen) organlar olduğunu söylerler. Örneğin insan gözü ile ahtapot gözü onlara göre analog bir organdır.
Oysa ortaya koydukları bu yorum son derece tutarsızdır. Çünkü “analog” saymak zorunda kaldıkları organlar kimi zaman, olağanüstü derecede kompleks yapılarına rağmen birbirlerine o denli benzerdir ki, bu benzerliğin rastlantısal mutasyonlar sayesinde sağlandığını öne sürmek son derece tutarsızdır. Eğer ahtapotun gözü, evrimcilerin iddia ettiği gibi tamamen tesadüfen ortaya çıkmışsa, nasıl olur da omurgalı gözü de tıpatıp aynı tesadüfleri tekrarlayarak ortaya çıkabilir? Bu soruyu düşünmekten “başı ağrıyan” ünlü evrimci Frank Salisbury şöyle yazmaktadır:
Göz kadar kompleks bir organ bile farklı gruplarda ayrı ayrı ortaya çıkmıştır. Örneğin ahtapotta, omurgalılarda ve artropodlarda. Bunların bir defa ortaya çıkışlarını açıklamak yeteri kadar problem oluştururken, modern sentetik (neo-Darwinist) teoriye göre, farklı defalar ayrı ayrı meydana geldikleri düşüncesi başımı ağrıtmaktadır. (Frank Salisbury, “Doubts About the Modern Synthetic Theory of Evolution”, American Biology Teacher, Eylül 1971, s. 338)
Salisbury’nun başını ağrıtan örneğe benzer örnekler son yıllarda hızla çoğalmıştır. Bunların biri, konunun başında bahsettiğimiz, omurgalı kara canlılarının el ve ayak parmaklarındaki benzerliktir. Evrimci yayınlarda bu konu uzunca bir zaman evrim delili olarak sunulmuştur. Oysa sözkonusu canlılarda, benzer parmak yapılarının çok farklı genler tarafından kontrol edildiği anlaşılmıştır. Evrimci biyolog William Fix, beşparmaklılık hakkındaki evrimci tezin çöküşünü şöyle anlatır:
Evrim konusunda homoloji fikrine sıkça başvuran eski ders kitaplarında, farklı hayvanların iskeletlerindeki ayakların yapısı üzerinde özellikle duruluyordu. Dolayısıyla bir insanın kolunda, bir kuşun kanatlarında ve bir yarasanın yüzgeçlerinde bulunan pentadactyl (beşparmaklı) yapı, bu canlıların ortak bir atadan geldiklerine delil sayılıyordu. Eğer bu değişik yapılar, mutasyonlar ve doğal seleksiyon tarafından zaman zaman modifiye edilmiş aynı gen-kompleksi tarafından yönetiliyor olsalardı, bu teorinin de bir anlamı olacaktı. Ama ne yazık ki durum böyle değildir. Homolog organların, farklı türlerde tamamen farklı genler tarafından yönetildiği artık bilinmektedir. Ortak bir atadan gelen benzer genler üzerine kurulmuş olan homoloji kavramı çökmüş durumdadır. (Fix, William, The Bone Peddlers: Selling Evolution (New York: Macmillan Publishing Co., 1984), s. 189)
Beşparmaklı el ve ayak yapısı gibi daha pek çok sözde “evrim delili”, moleküler biyoloji ışığında incelendiğinde çürümüştür. Burada birkaç örnekle ifade ettiğimiz gerçek ise, özetle şudur:
Canlılardaki benzerliklere Darwin’in getirdiği “ortak ata yorumu”nun geçerli olması için, bu benzerliklerin genetik olarak birbirlerine çok benzeyen canlılarda olması gerekir. Eğer benzerlikler, genetik olarak birbirlerinden çok farklı canlılarda ise, bu durumda “ortak ata yorumu” geçerliliğini kaybeder. Aksine, “ortak tasarım yorumu”nun doğru olduğu anlaşılır. Çünkü genetik yönden çok farklı olan canlılar arasında evrimsel bir ilişki iddia edilemez.
Genetik yönden çok farklı olan canlılar arasındaki benzerlikler arttıkça, Darwinizm’in homoloji yorumu da çökmektedir.
Bilim ve Teknik Makalesinin Mantık Çelişkisi
Üstte verdiğimiz bilgiler ışığında, Bilim ve Teknik dergisindeki makaleyi inceleyelim. Yazar Dr. Andrew Berry, makalesinde birbirinden çok farklı sınıflara dahil olan üç canlının (inekler, langur maymunları ve hoatzin kuşlarının) birbirinin tamamen aynı olan bir enzim sistemi sayesinde besinleri sindirdiklerini anlatmaktadır.
Dr. Andrew Berry, birbirinden tamamen farklı üç canlı grubunun çok benzer sistemlere sahip olmalarını da evrim delili olarak yorumlamaktadır. İlk başta ele aldığımız homoloji konusunu hatırlarsak, sözkonusu benzerliğin evrim teorisi aleyhinde bir delil olduğunu kolaylıkla görebiliriz: Çok farklı canlılardaki benzer yapılar, “ortak ata yorumu”nu değil, “ortak tasarımı yorumu”nu desteklemektedir.
Ancak Dr. Andrew Berry, bu gerçeği tamamen görmezden gelmiş ve söz konusu benzerlikleri, “şaşırtıcı şekilde bu sorun için aynı çözümün evrimleştiğini görüyoruz” diye yorumlamıştır. Bu, önce evrimi körü körüne kabul eden, sonra da karşılaştığı her bulguyu buna göre bir şekilde yorumlamaya çalışan bir zihniyetin yorumudur.
Eğer Berry, konuyu biraz daha derinden düşünseydi, karşılaştığı olgunun “bakın, evrim nelere kadir” gibi yüzeysel bir yorumla açıklanamayacağını da görürdü. Eğer konuyu biraz daha derinden düşünseydi, farklı canlılardaki benzer organlar için “bunların bir defa ortaya çıkışlarını açıklamak yeteri kadar problem oluştururken, modern sentetik (neo-Darwinist) teoriye göre, farklı defalar ayrı ayrı meydana geldikleri düşüncesi başımı ağrıtmaktadır” diyen ünlü evrimci Frank Salisbury’nin yorumuna benzer bir yorum yapardı. Ancak anlaşılan, ne Berry’nin ne de makalesini yayınlayan Bilim ve Teknik dergisinin bu gibi ince konuları düşünmek gibi bir amacı vardır. Amaç, görünen odur ki, kaba bir evrim propagandasından ibarettir.
Gerçekte Berry’nin anlattığı konu, yani üç apayrı canlıda aynı kompleks sistemin yer alması, bu canlıların “ortak bir tasarımın” sonucunda ortaya çıktıklarını göstermektedir. “Evrim delili” gibi sunulan konu, gerçekte canlıların Allah tarafından yaratıldığının bir delilidir.
Diğer Yanılgılar
Bilim ve Teknik’teki makalede, üstteki tutarsızlıkların yanında pek çok zorlama ve gerçek dışı yoruma da yer verilmiştir. Yazıda sık sık geçen, “Darwin’in teorisi 100 yıllık bilimsel gelişmeyi kaldırabildi”, “Darwin genetik tarafından doğrulandı”, “Yeni bulgular kuramı zayıflatmak bir yana destekledi bile” gibi cümleler, herhangi bir delile dayanmayan boş sözlerden ibarettir.
Gerçekte makalede Darwin’in evrim teorisinin genetik konusunda tamamen hurafeden ibaret olan iki ayrı teoriye (Lamarck’ın kazanılmış özelliklerin sonraki nesle aktarılması teorisine ve kalıtımın kan yoluyla yapıldığını varsayan “pangenesis” kuramına) dayandığı itiraf edilmektedir. Buna rağmen Darwin’e bir saygınlık kazandırabilmek için de, Darwin’in teorisinin aslında Mendel genetiğiyle uyum içinde olduğu iddia edilmektedir. Hatta bu amaçla “Doğal seçilim aslında bir genetik kuramı” denmektedir.
Oysa Darwin’in ortaya attığı doğal seleksiyon kavramının genetik bilimi ile ortak hiçbir yönü bulunmaz. Genetik, her canlı türünün kendisine has bir biyolojik plana sahip olduğunu ve bunu sonraki nesillere değişmeksizin aktardığını gösteren bir bilim dalı olarak, Darwin’in teorisiyle tamamen zıttır. Nitekim genetiğin babası Gregor Mendel de Darwinizm’e karşı olmuştur. Konu, Journal of Heredity dergisinde yayınlanan “Mendel”s Opposition to Evolution and to Darwin” (Mendel”in Evrime ve Darwin”e Muhalefeti) başlıklı bir makalede, “Mendel, Türlerin Kökeni”ne aşinaydı ve Darwin”in teorisine karşı çıkıyordu. Darwin, doğal seleksiyonla ortak atadan evrimleşme teorisini öne sürerken, Mendel özel yaratılışa inanıyordu” diye açıklanmaktadır. (B.E. Bishop, “Mendel”s Opposition to Evolution and to Darwin,” Journal of Heredity 87 (1996): pp. 205-213; ayrıca bkz. L.A. Callender, “Gregor Mendel: An Opponent of Descent with Modification,” History of Science 26 (1988): pp. 41-75.)
Bilim ve Teknik’teki makalede, ayrıca laboratuvar deneyleriyle mutasyona uğramış (mutant) meyve sineklerinden de söz edilmekte ve “Mutantlar doğal seçilimle seçilseydi dört kanatlı sinekler çıkabilirdi” diye yazılmaktadır. Yani eğer mutant sineklerin hiçbirinin genetik bir gelişme göstermediği kabul edilmekte, ancak evrim aleyhinde çok güçlü bir delil olan bu durumu örtbas edebilmek için “eğer bu mutantlar doğaya bırakılsalar ve doğal seleksiyon devreye girseydi, o zaman dört kanatlı sineklere doğru bir evrim olabilirdi” denmektedir.
Görüldüğü gibi bu varsayım tamamen hayalidir. Dahası saçmadır ve aldatıcıdır. Çünkü eğer mutasyon yoluyla sineklerin genetik bilgisini geliştirmek mümkün olsaydı, bunlar “doğal seleksiyon” yerine “yapay seleksiyonla”, yani insan eliyle de pekala çoğaltılabilir ve türetilebilirdi. Hatta o zaman daha hızlı bir gelişme olurdu. (Nitekim Darwin, Türlerin Kökeni adlı kitabında hayvan yetiştiricileri tarafından yapay seleksiyonun doğal seleksiyona göre daha verimli ve hızlı olduğunu anlatmıştır.) Burada asıl mesele, mutantların doğal seleksiyona tabi olup olmamaları meselesi değil, mutasyonun bunlar üzerinde nasıl bir etki oluşturduğu meselesidir. Gerek meyve sinekleri gerekse diğer canlılar üzerinde yapılan tüm mutasyon deneyleri, mutasyonun genetik bilgiyi geliştiren bir mekanizma olmadığını, bir tahrip mekanizması olduğunu göstermiştir. Bu ise “evrimin laboratuvarda çöküşü” anlamına gelmektedir. Evrimci yazar Michael Pitman, meyve sinekleri üzerindeki deneylerin başarısızlığını şu şekilde itiraf eder:
Sayısız genetikçi meyve sineklerini nesiller boyunca sayısız mutasyona maruz bıraktılar. Peki sonuçta insan yapımı bir evrim mi ortaya çıktı? Maalesef hayır. Genetikçilerin yarattıkları canavarlardan sadece pek azı beslendikleri şişelerin dışında yaşamlarını sürdürebildiler. Pratikte mutasyona uğratılmış olan tüm sinekler ya öldüler, ya sakat ya da kısır oldular. (Michael Pitman, Adam and Evolution, London: River Publishing, 1984, s. 70)
Bilim ve Teknik’teki makalede ise, özetle “eğer bu sinekler doğaya bırakılıp yaşasalar dört kanatlılığa doğru evrimleşeceklerdi” denmektedir ki, bu son derece hayali ve tutarsız bir yorumdur. Mutant sinekler, evrimciler onları doğaya bırakmadıkları için değil, yaşayamayacak kadar tahrip oldukları için ölmüşlerdir. Kaldı ki, bilinç ve akıl sahibi bilim adamlarının son derece akılcı, tecrübeli ve amaca yönelik müdahale, plan ve organizasyonlarına rağmen en gelişmiş laboratuarlarda dahi evrimleşemeyen bu sineklerin doğadaki kör tesadüflerle evrimleşmelerini beklemek büyük bir mantık hezimetidir.
Yazıda ayrıca bakterilerin antibiyotik direncinin evrim teorisi lehine bir delil olduğu da ileri sürülmüştür ki, bu da yanlış bir iddiadır. Bu konudaki detaylı açıklamalar, Harun Yahya’nın “Evrim Aldatmacası ” ve “Hayatın Gerçek Kökeni ” isimli eserlerinden öğrenilebilir. (www.harunyahya.org)
Sonuç
Özetle, Bilim ve Teknik dergisinde Dr. Andrew Berry ismiyle yazılan makale, yüzeysel bir evrim propagandasından ibarettir. Makalede öne sürülen iddialar biraz incelendiğinde, mantıksal çelişkiler açıkça görülmektedir. Evrimin aleyhinde olan deliller bile, bir tür vurdumduymazlık içinde, Darwinizm delili gibi sunulmuştur.
Evrimciler, süslü sloganlar atarak, bilimsel dergilerin sayfalarına Darwin resimleri basarak, “bilim evrimi doğruluyor” gibi içi boş kalıpları tekrarlayarak bir yere varamayacaklarını bilmelidirler.
Gerçekte bilim, evrimi değil yaratılışı tasdiklemektedir. Bu gerçek, Bilim ve Teknik’teki gibi içi boş kalıplara değil, somut bilimsel gerçeklere dayanmaktadır. Ülkemizde de bu bilgilere ulaşmak son derece kolay hale gelmiştir. Harun Yahya tarafından sırf bu konu üzerine yayınlanmış 30’a yakın kitaba başvuranlar, yaratılış gerçeğini açıkça göreceklerdir.
Göreceklerdir ki, Darwinizm bir 19. yüzyıl hurafesidir. Dünya üzerindeki tüm canlıları ve biz insanları, Allah yaratmıştır.