Milliyet gazetesi köşe yazarı Sayın Güneri Civaoğlu”nun 9 Eylül 2003 tarihli sütununda “Bir Dünya Masalı” başlıklı bir yazı yer alıyordu. Sn. Civaoğlu, Dr. Yalçın Ergir”in kaleme aldığı Düş Hekimi adlı kitabı referans vererek, doğa tarihinin bazı önemli noktalarını belirtiyordu: Yeryüzünde bakterilerin ortaya çıkışı, çok hücreli canlıların belirmesi, bazılarının soylarının tükenmesi gibi.
Bu konuda Sayın Civaoğlu”na – ve tüm okurlara – belirtmek istediğimiz önemli bir gerçek vardır: Dünya üzerindeki yaşamın tarihini anlatırken, “bakteriler ortaya çıktı, sonra çok hücreliler, balıklar, sürüngenler belirdi” gibi bir üslup kullanmak, çok kritik bir soruyu göz ardı etmek anlamına gelir. Bu kritik soru, tüm bu canlıların “nasıl” ortaya çıktıklarıdır.
Cansız maddeden bakterilerin veya başka tipte canlıların oluştuğunu veya canlıların birbirine dönüştüğünü görmediğimize göre, bu canlıların ilk ortaya çıkışları, bizim göremediğimiz farklı bir etkene bağlı olmalıdır.
Bu etkenin “Darwinist evrim” olduğu 150 yıla yakın bir süredir iddia edilmektedir. Doğa tarihi de genellikle bu iddia çerçevesinde yorumlanmıştır. Oysa bilimsel bulgular, bunun tamamen yanlış olduğunu, doğa tarihinin “evrim”e değil, “bilinçli tasarıma”, yani yaratılışa kanıt oluşturduğunu göstermektedir.
Darwin”in Boşa Çıkan Öngörüleri
Doğa tarihini bize öğreten en önemli kaynak fosillerdir, yani geçmişte yaşamış canlıların kalıntıları.
Charles Darwin evrim teorisini ortaya attığında, karşılaştığı önemli sorunlardan biri, işte bu kalıntılardı. Müzelerde soyu tükenmiş farklı canlılara ait fosiller vardı, ama bu fosiller Darwin”in teorisinin öngördüğü üzere birbirlerine akrabalık bağı ile bağlı gibi durmuyorlardı. Bilinen her fosil, aynen bilinen her canlı gibi, kendine has özelliklere sahipti. Doğa tarihi, aynen doğanın şu anki durumu gibi, birbirine çok benzeyen ve yakın türlere değil, birbirlerinden çok farklı ve aralarında büyük yapısal farklılıklar bulunan gruplara ayrılmıştı.
Bu nedenle Darwin fosilleri teorisi için bir delil olarak kullanamadı. Aksine, teorisi için sorun oluşturan bu önemli meseleyi kitabında “tevil etmeye” (yani bahaneler öne sürerek bu sorundan sıyrılmaya) çalıştı. Kitabının “Difficulties on Theory” (Teorinin Zorlukları) başlıklı bölümünde bu konuya yer ayırdı. Bununla da yetinmeyerek, “On the Imperfection of the Geological Record” (Jeolojik Kayıtların Yetersizliği) başlıklı ve sırf fosiller ve ara formların yokluğu konusunu ele alan bir bölüm daha ekledi kitabına.
Her iki kısımda da Darwin”in sorunu, gizleyemeyeceği kadar açıktı: Teorisi, canlı türlerinin çok küçük ve uzun vadeli kademeli değişimlerle ortaya çıktıkları iddiası üzerine kuruluydu. Eğer bu doğru olsaydı, o zaman her türü bir diğerine bağlayan ara formlar yaşamış olmalı ve bunların izlerine de fosil kayıtlarında rastlanmalıydı. Ama fosil kayıtları tek bir tane bile “ara form” göstermiyordu.
Darwin sonuçta bu büyük sorunu geleceğe havale etmek durumunda kaldı. Darwin”e göre sorun fosil kayıtlarının yetersiz olmasıydı. Yeni fosiller bulundukça, teorisini destekleyen kanıtlar geleceğine kesin gözüyle bakıyordu.
Ama Darwin”in umutları boş çıktı. O zamandan bu yana geçen bir buçuk yüzyıl içinde yürütülen çalışmalara rağmen hiçbir ara form bulunamadı.
Farklı Türlerin Aniden Ortaya Çıkışları
Bu gerçek özellikle 70″li yıllardan itibaren reddedilemez hale gelmiş ve evrim teorisine inanan bazı paleontologlar tarafından da kabul edilmiştir. Bu paleontologlar arasında en çok dikkati çeken isimler Stephen Jay Gould ve Niles Eldredge”dir. “Sıçramalı evrim” (punctuated equilibrium) adı altında farklı bir evrim modeli ileri süren bu ikili, Darwinizm”in “kademeciliğinin” fosil kayıtları tarafından çürütüldüğünü açıkça ve ısrarla dile getirmişlerdir. Gould ve Eldredge”in detaylarıyla gösterdikleri gibi, farklı canlı grupları fosil kayıtlarında aniden ortaya çıkmakta ve sonra da yüz milyonlarca yıl değişim geçirmeden kalmaktadırlar.
Eldredge, bir başka ünlü evrimci paleontolog olan Ian Tattersall ile birlikte yazdığı bir kitapta şu önemli tespiti yapmıştır:
“Ayrı türlere ait fosillerin, fosil kayıtlarında bulundukları süre boyunca değişim göstermedikleri, Darwin”in Türlerin Kökeni”ni yayınlamasından önce bile paleontologlar tarafından bilinen bir gerçektir. Darwin ise gelecek nesillerin bu boşlukları dolduracak yeni fosil bulguları elde edecekleri kehanetinde bulunmuştur… Aradan geçen 120 yılı aşkın süre boyunca yürütülen tüm paleontolojik araştırmalar sonucunda, fosil kayıtlarının Darwin”in bu kehanetini doğrulamayacağı açıkça görülür hale gelmiştir. Bu, fosil kayıtlarının yetersizliğinden kaynaklanan bir sorun değildir. Fosil kayıtları açıkça söz konusu kehanetin yanlış olduğunu göstermektedir. Türlerin şaşırtıcı bir biçimde sabit oldukları ve uzun zaman dilimleri boyunca hep statik kaldıkları yönündeki gözlem, “kral çıplak” hikayesindeki tüm özellikleri barındırmaktadır: Herkes bunu görmüş, ama görmezlikten gelmeyi tercih etmiştir. Darwin”in öngördüğü tabloyu ısrarla reddeden hırçın bir fosil kaydı ile karşı karşıya kalan paleontologlar, bu gerçeğe açıkça yüz çevirmişlerdir.” 1
Yeni bulgular durumu Darwinizm lehine değiştirmemekte, aksine daha da kötüleştirmektedir. Oxford Üniversitesi Zoolojik Kolleksiyonlar Yöneticisi Tom Kemp, Fossils and Evolution (Fosiller ve Evrim) isimli 1999 basımı kitabında bu durumu şöyle kabul eder:
“Yeni canlı kategorileri hemen hemen tüm durumlarda fosil tabakalarında belirleyici karakteristikleri zaten mevcut olarak ve bilinen atasal grupları olmaksızın çıkar.” 2
Böylece, bir zamanlar Darwin”in teorisi lehinde bir kanıt gibi algılanan fosil kayıtları, teorinin aleyhinde bir kanıt haline gelmiştir. Bilinçli Tasarım hareketinin önde gelen isimlerinden biri olan David Berlinski, durumu şöyle özetler: “
Fosil mezarlığı boşluklarla doludur. Hiçbir paleontolog da bunu reddetmemektedir. Bu basit bir gerçektir. Darwin”in teorisi ile fosil kayıtları çelişkilidir.” 3
Aniden Ortaya Çıkışın Anlamı: Yaratılış
Peki fosil kayıtlarının “boşluklarla dolu” olmasının anlamı nedir?
Buna cevap vermeden önce, bu konuda evrimci biyolog Douglas Futuyma”nın ifade ettiği bir kıstası belirtelim. Futuyma şöyle yazmıştır:
“Canlılar dünya üzerinde ya tamamen mükemmel ve eksiksiz bir biçimde ortaya çıkmışlardır ya da kendilerinden önce var olan bazı canlı türlerinden evrimleşerek meydana gelmişlerdir. Eğer eksiksiz ve mükemmel bir biçimde ortaya çıkmışlarsa, o halde üstün bir akıl tarafından yaratılmış olmaları gerekir.” 4
Görüldüğü gibi fosil kayıtları, canlıların, evrimin iddia ettiği gibi ilkelden gelişmişe doğru bir süreç izlediklerini değil, bir anda ve en mükemmel halde ortaya çıktıklarını göstermektedir. Bu ise, canlılığın bilinçsiz doğal süreçlerle değil, bilinçli bir yaratılışla var olduğuna yani canlılığı Allah”ın yarattığına kanıt oluşturmaktadır.
Doğa tarihi, aslında “yaratılışın tarihi”dir.
Sayın Civaoğlu”na, bundan sonra doğa tarihini ele alırken bu önemli gerçeği de göz önünde bulundurmasını tavsiye ediyoruz.
1) N. Eldredge, and I. Tattersall, The Myths of Human Evolution, Columbia University Press, 1982, s. 45-46
2) Fossils and Evolution, Dr TS Kemp – Curator of Zoological Collections, Oxford University, Oxford Uni Press, p246, 1999
3) David Berlinksi, Commentary , Sept. 1996 pg. 28)
4) Douglas J. Futuyma, Science on Trial, New York: Pantheon Books, 1983. s. 197