10 Mayıs 2002 tarihinde, Evrensel gazetesinde “Yaşam tatlı suda mı başladı” ve Güneş gazetesinde “Hayat tatlı suda başladı“, 12 Mayıs 2002 tarihinde ise Hürriyet gazetesinde “Yaşam tatlı suda başladı” başlıklı haberler yayınlandı. Bu haberlerde, California Santa Cruz Enstitüsü”nden bazı araştırmacıların yaptıkları bir deneyin sonucuna yer verilmekteydi. Söz konusu deneyde, araştırmacılar laboratuar ortamında, tatlı su içinde, zar yapılı kabarcıklar elde etmişler ve bu yapıların, ilk DNA”nın atası olabileceklerini, bunun ise hayatın tatlı sularda başladığına bir delil oluşturduğunu öne sürmüşlerdir. Güneş, Hürriyet ve Evrensel gazetelerinde yer verilen bu deney sonuçları hakkındaki değerlendirmeler, kesinlikle bilim dışıdır ve evrimcilerin önyargıları ile öne sürdükleri kişisel yorumlardan başka bir şey değildir. Bu konudaki açıklamalar aşağıda yer almaktadır.
Laboratuarda üretilen zar, hücre zarı gibi kompleks bir yapının oluşumunu kesinlikle açıklayamaz
Evrimcilerin, ilk canlı hücresinin nasıl oluştuğunu anlatan senaryolarına göre, canlılık “ilkel bir çorba”da başlamıştı. Birçok evrimci bu ilkel çorbanın, okyanuslar veya göller olduğunu öne sürmektedir. Bu senaryoya göre, ilkel çorbanın içindeki inorganik moleküller tesadüfler sonucunda organik molekülleri oluşturmuşlar, daha sonra bu moleküller ise kendi kendini kopyalayabilen moleküllere evrimleşmişlerdir. Evrimcilerin hiçbir bilimsel dayanağı olmayan bu iddialarına göre, ilkel hücrenin temelini oluşturan ilk molekülleri içine alarak koruyabilecek bir zarın, yani hücre zarının ilk olarak oluşması gerekmektedir.
Söz konusu deneyde ise, bu zarın laboratuarda, tatlı su içinde oluşturulduğu öne sürülmektedir. Bugüne kadar evrimciler hayatın okyanuslarda, yani tuzlu suda oluştuğunu öne sürüyorlardı. Ne var ki, tuzlu sularda yapılan deneylerde bu zar oluşmuyordu. Bu deneyde ise, tatlı su kullanıldı ve zarımsı bir yapısı olan kesecikler elde edildi.
Peki elde edilen bu yapılar, evrim teorisinin iddialarına bir destek sağlar mı? Bu keseciklerin, laboratuarda elde edilmiş olması, DNA”nın, hücrenin, hücre içindeki organellerin ve proteinlerin bir su birikintisinde, kendiğilinden oluştuğu tezine bir destek sağlar mı?
Kesinlikle hayır. Böyle bir iddiayı savunmak için, 20. ve 21. yüzyılda bilimin katettiği aşamaları görmezden gelmek, 19. yüzyıl hurafeleri ile düşünmek gerekir. Bunun nedenlerini kısaca inceleyelim.
1. Laboratuarda elde edilen zar, hücre zarının özelliklerine kesinlikle sahip değildir. Evrimciler, hücre zarını ve DNA gibi molekülleri özellikle basit yapılar gibi göstermektedirler. Böylece bu yapıların tesadüfen oluştuğunu öne sürebileceklerini düşünürler. Bu nedenle laboratuarda oluşturdukları son derece basit bir zarı da, bu çok kompleks yapıların ilk aşaması gibi göstermeye çalışmaktadırlar. Oysa, laboratuarda elde edilen zarın, hücre zarına evrimleşmesi, hücre zarının sahip olduğu özellikleri zaman içinde, tesadüfler sonucunda elde etmesi imkansızdır. Bu imkansızlığı görebilmek için, hücre zarının sahip olduğu özelliklerden sadece birkaçını bilmek bile yeterlidir.
· 1 mm”nin yüzbinde biri kalınlığındaki hücre zarı, organellerdeki işlemlerin ve hücrenin yaşamının devam edebilmesi için hücrenin dışındaki ortamda bulunan sayısız kimyasal maddenin içinden, hücrenin ihtiyaç duyduklarını tanır ve yalnızca onları içeri alır.
· Son derece ekonomiktir; hücrenin ihtiyaç duyduğu miktardan fazlasını kesinlikle içeri almaz.
· Bu kadarla da kalmaz; bir yandan da hücrenin içindeki zararlı artıkları anında tesbit eder ve hiç zaman kaybetmeden dışarı atar.
· Hücre zarından içeriye ve dışarıya bazen çok büyük moleküllerin transferi gerçekleşir. Böyle bir durumda, hücre zarı hiçbir zararar uğramadan bu geçişi sağlar. Hücre, kendi zarından kesecikler oluşturur. Bu kesecikler sayesinde depolama ve ulaştırma işleri yapılır. Örneğin pinositoz denilen işlemde hücre zarı bir miktar içeri gömülür, oluşan çukurun içine hücre dışında bulunan moleküller girer. Bu çukur içeri doğru iyice çekilerek hücre içine alınır ve bir kesecik oluşturulur. Bir anlamda hücre ihtiyacı olan maddeleri yutar.
· Ekzopinositoz denilen işlemde ise hücre, kendi içinde bir kesecik oluşturur. Artık maddelerle doldurduğu bu keseciği hücre zarından dışarı atar. Böylece keseciğin taşıdığı maddeler dış ortama bırakılmış olur.
Yağ moleküllerinden oluşan hücre zarının bu işlemlerin hepsini yapabilmesi için, hücre içindeki bütün faaliyetleri ve gelişmeleri bilmesi, gerekli veya fazla olan maddelerin listesini çıkarması, stokları kontrol altında tutup, üstün bir hafıza ve karar verme yeteneğine sahip olması gerekir. Ayrıca, zarar görmeden büyük moleküllerin nasıl transfer edileceği ile ilgili bir yöntem geliştirmesi ve kendisini buna göre dizayn etmesi de gerekir. Tesadüflerin, şuursuz molekülleri bu şekilde kusursuzca organize etmeleri, olağanüstü kompleks bir sistem kurmaları ise imkansızdır. Bilinç ve bilgi sahibi bilim adamları dahi, milyonlarca dolarlık yatırımlarla ve son derece ileri bir teknoloji ile, hiçbir fonksiyonu olmayan, sadece içindeki molekülleri bir kılıf gibi sarma özelliğine sahip olan bir zar üretebilmektedirler. Bilim adamlarının başaramadığını, şuursuz moleküllerin ve tesadüflerin başardığını iddia etmek ise son derece mantıksızdır.
2. Evrimcilerin kesinlikle açıklama getiremedikleri konu, sadece hücre zarının oluşumu değildir. Evrimciler, ilkel çorbada ilk olarak sözde ilkel hücre zarının oluştuğunu, ardından da bu zarın içindeki moleküllerin, kendi kendini kopyalayabilen son derece kompleks moleküllere dönüştüğünü iddia etmektedirler. Ancak bunun nasıl gerçekleştiğine dair tek bir açıklamaları dahi bulunmamaktadır. Hatta önde gelen evrimciler dahi böyle bir evrimin mümkün olmadığını itiraf etmektedirler. Bunlardan biri olan California Salk Enstitüsünden evrimci biyokimyacı Dr. Leslie Orgel, şöyle demektedir:
“İlkel çorbayı elde etmek kolaydır. Bizim bir sonraki aşamada, organik moleküllerden oluşan, içinde amino asitleri ve nükleotidleri oluşturan organik maddeleri içeren ilkel çorbanın nasıl olup da kendi kendini kopyalayabilen organizmalara evrimleştiğini açıklamamız gerekir. Bazı önerilerde bulunanlar olsa da, itiraf etmeliyim ki, bu evrimsel süreci tekrar oluşturmak için yapılan girişimler, hiçbir şekilde kesin sonuç vermemektedir.” (“Darwinism at the very beginning of life”, New Scientist, 15 April 1982, s. 150)
Girişimler sonuç vermemektedir, çünkü ortada tekrar edilebilecek bir “evrim süreci” yoktur. Bu deneysel olduğu kadar matematiksel olarak da kanıtlanan bir gerçektir: Hücreyi oluşturan yapıların ve organellerin her biri tek başına son derece kompleks özelliklere ve dizayna sahiptir. Bunlardan herhangi birinin tesadüfen oluşması ihtimali sıfırdır. Nitekim, bilim adamlarının onyıllardır süren çalışmaları başarısızlıkla sonuçlanmakta, hücrenin en küçük bir parçası dahi laboratuarda taklit edilerek inşa edilememektedir. 21. yüzyıl teknolojisinin, bilgi birikiminin ve bilinç sahibi bilim adamlarının, bir araya gelerek yapamadıklarını, bilinçsiz tesadüflerden beklemek, bu beklenti için ardı ardına sonuçsuz kalan deneyler yapmak ise, yakın bir gelecekte herkesi güldürecek, bir yandan da düşündürecektir.
Düşündürecektir, çünkü insanlar, binlerce bilim adamının, on yıllarca nasıl olup da böyle bir hurafe peşinde koştuğunu, bu hurafeyi ispatlayabilmek için nasıl olup da milyonlarca doları ve ölçülemeyecek değerdeki emek ve imkanı boşuna sarfettiklerini anlamaya çalışacaklardır. Allah”ın yaratışı bu kadar açık iken, bu bilim adamlarının Allah”ın varlığını inkar etmek için, bu kadar komik iddialara nasıl olup da kanabildiklerini ve bir kısım medya organlarının da bunlara büyük bir yanılgı içinde nasıl büyülenebildiklerini mutlaka inceleyeceklerdir.