Hürriyet Bilim’in 153. sayısında “Doğa en büyük yapısalcı mühendis” başlıklı bir yazı yayınlandı. Yazının ana konusunu Duke Üniversitesi mekanik mühendisi Adrian Bejan’ın Yapısal Mühendislik teorisi oluşturuyordu. (Bu teori kısaca, doğada ortaya çıkan şekilleri açıklamaya yönelik bir teoridir. Ve şekilleri, yerel sınırlamalar altında sistemin bütününün optimize edilmesi açısından ele alır)
Yazıda Bejan’ın teorisi bağlamında doğadaki bazı mühendislik tasarımları ele alınıyor, insan akciğeri, kuş tüyü ya da toprak yapısı, canlı ya da cansız bütün yapıların bundan böyle mühendislik gözlüğü altında yeniden gözden geçirildiği belirtiliyordu. Ayrıca yapısal muhakemenin, vücudumuzdaki kan damarlarının çapının neden her dalda azaldığını, kuşların neden sıkışık gruplar halinde uçtugunu ya da dahası nehir yataklarının neden yarı-daire olduğunun açıklanmasına el verdiği anlatılıyordu.
Buraya kadar anlatılanlar, doğadaki mühendislik tasarımlarının mükemmelliğini en iyi şekilde vurgulayan bir özellikteydi. Yazıda özsuyunu en uç dallarına kadar taşıyabilen ağaçların, açıkça “mükemmel” mekanizmalara sahip olduğu da yazılıyordu.
Ancak Hürriyet Bilim, bu mühendislik tasarımlarının kökenine dair yorumlarına başladığında, akıl ve bilimle bağdaşmayan bir yanılgı sergiliyordu. Hürriyet Bilim, doğadan, bir ‘yapısal mühendis’ olarak sözediyordu.
Hürriyet Bilim’in bu iddiası, bilindik Tabiat Ana masalını doğadaki tasarım harikası bir mühendislik ilkesine uygulamaktan ibarettir.
İnsanın akciğer veya damarlarında ya da bir ağacın özsuyunu tepelere taşıyan kanallarda mühendislik prensibinin olması tüm bunların, üstün bir Akla ait, bilinçli bir planlamanın sonucu olduğunu gösterir. Çünkü doğanın, hiçbir şuuru bulunmayan havadan, sudan ve topraktan meydana geldiği açıktır. Bu durumda, doğadaki mühendislik tasarımlarındaki planlamanın doğanın kendisine atfedilemeyeceği de açıkça ortadadır.
Bunu daha yakından görmek için Bejan’ın yapısal mühendislik teorisinin ana ilkesini tekrar ele alalım. Bu ilke “yerel sınırlamalar altında sistemin bütününün optimize edilmesi”dir. Ve bu ilke aynı zamanda, ‘bilinçli tasarım’ ürünlerinin temel özelliklerinden biridir.
Örneğin, bir kucak üstü bilgisayarı ele aldığımızda, çeşitli tasarım kısıtlamalarınıdan bilgisayarın bütününü en verimli kılacak oranlarda feragat edildiğini görürüz. Söz gelimi bilgisayarın ekranının büyük ebatlı ve yüksek çözünürlüklü olması idealdir. Ancak ekran büyüdükçe ağırlık artacak, çözünürlük arttıkça da üretim daha da zorlaşacaktır. İçine koyulan işlemcilerin sayısı artırıldığında ise hızı açısından ideal bir durum oluşacak ancak bu sefer de fiyatı belirgin derecede artacaktır. Bilgisayar tasarımcısı mühendisler tüm bu faktörleri bir arada değerlendirir ve ekran büyüklüğü ve çözünürlüğünden ya da işlemci sayısından en ideal oranlarda kısıntıya giderler. Böylece sistemin yani bilgisayarın bütünü optimize edilmiş (en uygun hale getirilmiş) olur.
Bilgisayarda bu mühendislik prensibinin varlığı karşısında, bilgisayardaki tasarımı bilgisayarın malzemesine atfetmenin çok saçma bir tutum olacağı açıktır. Eğer birisi, mühendislik harikası bir bilgisayara bakıp “silikonlar ne güzel organize olup mühendislik gerçekleştirmişler ve ortaya bu mükemmel bilgisayarı çıkarmışlar” derse, o kişinin akıl sağlığından şüphe etmek gerekir.
Aynı şekilde, bir mühendislik prensibinin gözlemlendiği doğa, tasarımın sebebi olamaz. Hürriyet Bilim’de doğadan örnek verilen yapıların; insan akciğeri ve damarlarının veya bir ağacın özsuyunu tepeye taşıyan bir mekanizma bariz bir amaç ve planlama ortaya koymakta, barındırdığı mühendislik prensibiyle apaçık bir tasarımın ürünü olduğunu kanıtlamaktadır. Tüm bu gerçekler karşısında, bu sistemlerin hiçbir şuuru bulunmayan doğa olaylarının sonucu olarak çıktığını savunmanın akla tamamen aykırı bir tutum olduğu açıktır.
Günümüzde bilim, doğadaki tasarımın kendiliğinden ortaya çıkmasının imkansızlığını ortaya koymuş, tüm bunları sonsuz bir güç ve bilgiyle vareden bir Yaratıcı’nın varlığını kanıtlamıştır. Hiç şüphesiz bu yaratıcı Alemlerin Rabbi olan Yüce Allah’tır. Allah, bir Kuran ayetinde şöyle bildirmektedir:
“Göklerin ve yerin mülkü O”nundur; çocuk edinmemiştir. O”na mülkünde ortak yoktur, her şeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, belli bir ölçüyle takdir etmiştir.” (Furkan Suresi, 2)