Bu yazıda, önce bu hurafenin nasıl doğup geliştiğini ve sonra da çürütüldüğünü inceleyecek, sonra da Hürriyet Bilim”in “işlevsiz organlar” dediği organların işlevlerini açıklayacağız.
Körelmiş Organlar Hurafesinin Yükseliş ve Çöküşü
Körelmiş organlar hikayesi, Darwin”le başladı. Türlerin Kökeni adlı kitabında “fonksiyonlarını yitirmiş ve fonsksiyonları azalmış” organlardan söz etti. “İlkel” kelimesiyle tanımladığı bu organları bir kelimenin içinde yazılan, ama okunmadığı için etkisi olmayan harflere benzetti. (i)
Ama bu Darwinizm”in diğer iddiaları gibi, o dönemin ilkel bilim düzeyinden güç bulan bir hurafeydi. Bilim ilerledikçe, Darwin”in ve onu izleyenlerin “körelmiş” saydıkları bu organların gerçekte önemli fonksiyonlara sahip oldukları yavaş yavaş ortaya çıktı. “Fonksiyonsuz” denen organlar, aslında “fonksiyonu henüz tespit edilememiş” organlardı. Fonksiyonları tespit edildikçe, evrimciler tarafından sayılan uzun “körelmiş organlar” listesi de giderek küçüldü. Alman anatomist R. Wiedersheim tarafından 1895 yılında ortaya atılan “körelmiş insan organları” listesi, appendiks, kuyruk sokumu kemiği gibi yaklaşık 100 organı içeriyordu. Bilim ilerledikçe, Wiedersheim”ın listesindeki organların hepsinin vücutta çok önemli işlevlere sahip oldukları ortaya çıktı.
Nitekim bugün pek çok evrimci “körelmiş organlar” hikayesinin cehaletten kaynaklanan bir argüman olduğunu kabul etmiş durumdadır. Evrimci biyolog S. R. Scadding Evolutionary Theory (Evrimsel Teori) dergisinde yazdığı “Körelmiş Organlar Evrime Delil Oluşturur mu?” başlıklı makalesinde bu gerçeği şöyle ifade eder:
“(Biyoloji hakkındaki) bilgimiz arttıkça, körelmiş organlar listesi de giderek küçüldü… Bir organın işlevsiz olduğunu tespit etmek mümkün olmadığına ve zaten körelmiş organlar iddiası bilimsel bir özellik taşımadığına göre, “körelmiş organlar”ın evrim teorisi lehinde herhangi bir kanıt oluşturamayacağı sonucuna varıyorum.” (ii)
Bilim Karşısında Çökmüş Akıl Dışı Bir Teori
Körelmiş organlar iddiası herhangi bir bilimsel veriye dayanmadığı gibi mantık sınırları dahilinde de değerlendirilemez. Örneğin derimizde melanositlerin aşırı çalışmasına bağlı olarak çıkan benleri “tüm insanlar daha önce zenciydi” diye yorumlayamayız; tırnaklarımızın varlığını vahşi olduğumuz dönemlerden kalma “ilkel yırtıcı bir özellik” diye tanımlayamayız. Böyle bir yaklaşım evrimcilerin insanı önyargı ile değerlendirmesinden kaynaklanmaktadır. Evrimcilere göre, vücudumuzdaki çoğu ayrıntı gereksizdir; saçlar, kulak memesi, kaşlar ve küçük parmaklar gibi uzuvlar olmamalıdır. Aynı şekilde, köpek dişlerinin köpeklik döneminden kaldığı iddia edilebilir. Nitekim vücudumuzdaki kılların da hayvanlık döneminden kaldığı iddia edilmektedir. Böyle bir listeyi 1000 maddeye kadar çıkarabilirsiniz. Ancak bu uzun liste bilimsel temellere dayanmadan, yalnızca kişinin kendi önyargıları ve bakış açısı ile şekillenecektir.
Ayrıca unutulmamalıdır ki bunlar evrim teorisine hiçbir şekilde destek sağlayamaz. Çünkü evrim her yönüyle, Allah”ın eşsiz yaratışına dair deliller karşısında zaten çökmüş bulunmaktadır. Sayısız iman delilinden aşağıda saydığımız birkaçı bile Allah”ın kusursuz yaratışını göstermek için yeterlidir:
-Aminoasitlerin tesadüfen doğru sıralamayla dizilerek proteinleri oluşturmaları, sonra da bir hücre meydana getirmeleri matematiksel olarak imkansızdır. Tek bir proteinin bile tesadüfen oluşmasını açıklayamayan evrim teorisi, hücrenin ve daha kompleks yapıların nasıl meydana geldiğini asla açıklayamaz.
-Milimetrenin 100″de biri büyüklüğünde olan hücrelerimizin içindeki “mitokondri” isimli enerji santrali, bir petrol rafinerisinden ya da bir hidroelektrik santralinden daha komplekstir. Binlerce mühendisin, teknik uzmanın, işçinin, tasarımcının biraraya gelerek, en yüksek teknolojiyi kullanarak sağladıkları enerjiyi, belirli sayıda atomun kendi başlarına üretebilmeleri tesadüflerle açıklanamaz.
-İnsanın tek bir hücresinin çekirdeğindeki DNA molekülünde bir milyon ansiklopedi sayfasını dolduracak büyüklükte, hassas sıralaması ile anlam kazanan bir bilgi deposu bulunur. DNA kör tesadüflerin ürünü olamaz.
-Bazı genler diğerleri üzerinde kontrol yetkisine sahiptir. Genler arasındaki hiyerarşik düzen evrimin hayali tesadüf mantığı ile oluşamayacak kadar komplekstir.
-Bitki olsun, hayvan olsun, canlılardaki kusursuz ve olağanüstü tasarım, onların tesadüflerin eseri olmadıklarını, bilinçli bir tasarımın sonucu olduklarını açıkça gösterir.
– Beyin yaklaşık 100 milyar sinir hücresinden oluşur. Bu hücreler arasındaki sinapsların sayısının ise 1 katrilyon olduğu tahmin edilmektedir. Tesadüflerin, hayranlık uyandıracak bir iletişim ağı kuracak şekilde sinir hücrelerini organize etmeleri kesinlikle imkansızdır.
-Bakteri kamçısı, bazı bakteriler tarafından sıvı bir ortamda hareket edebilmek için kullanılır ve yaklaşık 240 ayrı proteinin biraraya gelerek bir motor şeklinde çalışması ile fonksiyon görür. Bakteri kamçısının ilk var olduğu andan itibaren eksiksiz olarak işlemesi gerekmektedir. Bu gerçek evrim teorisinin “kademe kademe gelişim” iddiasını tek başına çürütmeye yeterlidir.
-Savunma sistemi hücrelerinin yabancı antijenleri tanımaları ve onlara karşı “antikor” adı verilen maddeler üreterek onları yok etmeye çalışmaları evrimle açıklanamaz.
– Pıhtılaşma bir dizi enzimin sırayla kimyasal tepkimelere girerek bir diğerini aktive etmesi ile ortaya çıkan hayati bir olaydır. Bu atom yığınlarının böylesine bir şuur göstermesi ise kuşkusuz çok büyük bir mucizedir ve tümüyle rastlantılara dayalı olan “evrim” sürecinin ürünü elbette olamaz.
Bu maddelerin her biri tek başına canlılıktaki üstün tasarımı görmemiz için yeterlidir. İnsan hiçbir bilgisi olmasa da bu hakikatlerden tek birini öğrenerek sonsuz kudret sahibi bir Yaratıcının varlığını görebilir.
Bu gerçeklere rağmen evrim teorisinin hala dile getirilmesinin sebebi ancak bilgi eksikliği olabilir. Bu yüzden evrimin geçersizliği konusunda toplumu bilgilendirmek görevi büyük önem kazanmaktadır. Şimdi, Hürriyet Bilim”in yeniden canlandırmaya çalıştığı bu hurafenin içyüzünü, sözkonusu derginin “körelmiş” dediği organ ve dokuların işlevlerini ele alarak daha detaylı şekilde inceleyelim.
Apendiks”in Önemli İşlevleri
Hürriyet Bilim, kalın bağırsağın başlangıcında bulunan apandiksi işlevsiz bir organ olarak göstermektedir. Nitekim bu doku, eskiden beridir en ünlü “körelmiş organ” iddiasıdır. Oysa bu yargının sadece bilgisizlikten doğduğu anlaşılmış durumdadır. Apendiksin bazı insanlarda iltihaplanıp tehlikeli hale gelebildiği doğrudur; ama bu dokunun sağlıklı insanların tümünde önemli işlevleri vardır.
Bu gerçek, bilimsel bir makalede, çeşitli temel anatomi kaynakları referans verilerek şöyle açıklanıyor:
Apendiksin mikroskobik düzeyde incelenmesi, bunun oldukça önemli oranda lenf dokusu içerdiğini göstermektedir. Benzer lenf dokusu birikimleri (ki bunlara GALT, yani sindirim sistemiyle ilişkili lenf dokuları denir) bağırsak sisteminin diğer alanlarında da görülür. Bunlar, vücudun yutulan maddelerdeki yabancı antijenleri tanıma yeteneğiyle ilgilidirler. Benim kendi araştırmam, özellikle, bağırsağın bağışıklık fonksiyonları üzerine yoğunlaşmıştır.
Tavşanlarda yapılan deneyler yeni doğan bireylerde apendiksin ameliyat edilmesinin mukozal bağışıklık gelişimine zarar verdiğini göstermiştir. Tavşan apendiksi üzerine yapılan morfolojik ve fonksiyonel çalışmalar ise, apendiksin, memelilerdeki hava keseciklerine denk olduğunu göstermektedir. Bu kesecikler, kuşlardaki sıvısal bağışıklığın gelişiminde kritik bir rol oynamaktadır.
Tavşan ve insan apendiksinin mikroskobik ve mikrobağışıksal benzerlikleri, insandaki apendiksin tavşandakine benzer bir görevi olduğunu göstermektedir. İnsan apendiksi özelikle yaşamın erken dönemlerinde çok önemlidir, çünkü doğumdan kısa bir süre sonra büyük gelişim geçirmekte, sonra yaş ilerledikçe gerilemektedir, ta ki sindirim sistemi organlarına, ince bağırsaktaki Peyer plakları gibi diğer bazı kısımlarına benzeyene kadar. Bu yeni çalışmalar, insan apandiksinin, bir zamanlar iddia edildiği gibi zamanla küçülmüş ve faydasını kaybetmiş bir organ olmadığını göstermektedir. (iii)
Tüm zamanların en ünlü “körelmiş organı” olan apendiksin körelmiş sanılmasının nedeni, Darwin ve taraftarlarının dönemin ilkel bilim düzeyine dayanan dogmatizmleriydi. Dönemin ilkel mikroskopları altında apendiksin lenf dokusu gözükmüyordu; onlar da yapısını anlayamadıkları dokuyu kendi teorileri gereğince “fonksiyonsuz” saymışlar ve körelmiş organlar listesine dahil etmişlerdi.
Aynı durum, diğer sözde körelmiş organlar için de geçerlidir.
20 Yaş Dişi
Hürriyet Bilim, 20 yaş dişi olarak da bilinen üçüncü azı dişlerini “körelmiş organ” sayarak, klasikleşmiş bir evrimci yanılgıyı daha tekrar etmektedir.
Bu yaygın bir yanılgıdır. 20 yaş dişinin işlevsiz olduğu yönündeki evrimci telkinden etkilenen birçok hekim, günlük pratikleri içinde diğer dişlerin oluşturduğu problemlere daha ılımlı yaklaşım göstererek, bu dişleri korumaya çalışırken, 20 yaş dişinin çekilmesini adeta rutin hale getirmişlerdir. Oysa son yıllar içinde yapılan bazı araştırmalar bu dişin çiğneme fonksiyonunu üstlenmede diğer dişlerden hiçbir farkının olmadığını göstermiştir. (iv) Bu dişin diğer dişlerin yerleşimini bozduğu yönündeki inanışın da temelsiz olduğunu gösteren çalışmalar yapılmıştır. (v) 20 yaş dişinde rastlanan ve ilaç uygulamalarıyla çözülebilecek problemlerde, bu dişin çıkarılması yoluna gidilmesi konusunda da bilimsel eleştiriler yayınlanmıştır. (vi)
Sonuçta, 20 yaş dişinin “yararsız” olduğu yönündeki inancın hiçbir bilimsel temele dayanmadığı ve bu dişin çiğneme fonksiyonunda diğer dişler gibi işlev gördüğü, bugün tıp dünyasının ortak görüşüdür.
Peki söz konusu dişin azımsanmayacak sayıda insanda rahatsızlık oluşturmasının sebebi nedir? Bu konuyu araştıran bilim adamları, 20 yaş dişi sorunlarının çeşitli dönemlerde yaşamış insan topluluklarına göre farklılıklar gösterdiğini saptadılar. Özellikle sanayi öncesi toplumlarda bu probleme çok az rastlandığı anlaşıldı. Bunun nedeni olarak da özellikle son birkaç yüzyıllık dönem içinde sert besin maddeleri yerine daha yumuşak besin maddelerinin tercih edilmesinin çene gelişimini olumsuz etkilediği görüldü. Dolayısıyla 20 yaş dişi problemlerinin de çoğunlukla, beslenme alışkanlıklardan doğan çene gelişimi sorunlarıyla ilgili olarak ortaya çıktığı tespit edildi.
Toplumların besin tercihlerindeki benzeri değişikliklerin diğer dişler üzerinde de olumsuz tesiri bilinmektedir. Örneğin son yüzyıl içinde şekerli ve asitli yiyeceklerin tercih edilir olması, diğer dişlerdeki çürüme oran ve hızını artırmıştır. Ancak elbette bu durum dişlerimizin yararsız ve körelmiş organlar olduğu gibi bir sonucu akıllara getirmez. Aynı durum 20 yaş dişi için de geçerlidir. Bu dişle ilgili sorunlar, herhangi bir evrimsel “körelme”den değil, günümüz insanlarının beslenme alışkanlıklarından kaynaklanmaktadır.
“Üçüncü Göz Kapağı” ve Kulak Hakkındaki Yorumlar
Hürriyet Bilim”in “üçüncü göz kapağı” dediği doku, insan gözünün burna yakın uçlarında bulunan kırmızı renkli göz pınarlarıdır. Bu doku Darwin tarafından “körelmiş organ” olarak gösterilmiştir ve bu nedenle kimi zaman “gözdeki Darwin noktası” olarak da anılır.
Ancak bilimsel adı plica semilunaris olan bu “yarım ay” şeklindeki doku, Darwin”in (ve Hürriyet Bilim”in) sandığı gibi sürüngenlerden miras kalan işlevsiz bir parça değildir. Araştırmalar plica semilunaris“in gözü nemlendiren yağlı bir sıvı salgıladığını ve bunun gözün yabancı cisimlerden korunmasında önemli bir rol üstlendiğini göstermektedir. (vii)
Dolayısıyla bu dokunun “Darwin noktası” olarak adlandırılması, ancak bu dokuyu körelmiş organ sanan Darwin”in ve onu körü körüne izleyen çağdaş Darwinistlerin bilgisizliğine ve bağnazlığına yönelik bir atıf olarak anlam taşıyabilir.
Hürriyet Bilim”in insan kulağının üst kısmındaki küçük çıkıntıyı ve kulakları hareket ettirmeyi sağlayan kasları “körelmiş organ” sayması da tümüyle spekülatif bir yorumdan ibarettir.
Kuyruk Sokumu
Hürriyet Bilim, omuriliğin sonunu oluşturan kuyruk sokumu kemiğinin de işlevsiz olduğunu ileri sürmüştür. Bu da çoktan terk edilmiş bir yanılgıdır. Kuyruk sokumunun, leğen kemiğinin çevresindeki kemiklere destek sağladığı, bu nedenle, kuyruk sokumu kemiği olmadan rahatça oturabilmenin mümkün olmadığı bugün bilinmektedir. Ayrıca bu kemiğin pelvis bölgesindeki organların ve buradaki çeşitli kasların da tutunma noktası olduğu belirlenmiştir.
Erkeklerde Meme Ucu
Erkeklerde meme uçları da evrimciler tarafından sıklıkla � ve yüzeyselce � “körelmiş organ” olarak gösterilmek istenir. Hürriyet Bilim de aynı yöntemi izlemiştir. Ama bu iddia kendi içinde tutarsızdır. Bir organın körelmiş olduğunun iddia edilebilmesi için, daha önceki bir canlıda işlevsel olduğunun gösterilmesi gerekir. Oysa insanın sözde atası olarak gösterilen hiç bir memelide erkekler süt salgılamazlar, dolayısıyla meme uçlarının biyolojik bir işlevi yoktur.
Beşinci Ayak Parmağı
Hürriyet Bilim”in yorumlarının ne kadar subjektif ve ciddiyetsiz olduğunun iyi bir örneği beşinci ayak parmağı konusunda yaptığı aşağıdaki yorumda ortaya çıkmaktadır:
“Maymunlar ağaç dallarını kavramak ve yakalamak için tüm ayak parmaklarından yararlanırlar. İnsanlar iki ayakları üzerine dikildiği zaman dengelerini sağlamak için yalnızca büyükbaşparmaklarına ihtiyaç duyarlar.”
Bundan hareketle de beşinci parmağın “fazla” olduğunu söylemektedir. Oysa maymunların tümü ağaç üzerinde yaşamaz. Kaldı ki sadece maymunların değil, karada yaşayan tüm omurgalı canlıların beş parmaklı (pentadactyl) ayak yapısı vardır. Dolayısıyla beş parmak yapısının ağaç dallarını kavramakla bir ilgisi yoktur. Bu, karadaki omurgalı canlıların hepsinde bulunan bir “ortak tasarım”dır.Vücut Tüyleri ve Erector Pili Kasları:
Tüylerin tehlike anlarında gerilmesini sağlayan erector pili kaslarının ise, saçların sağlıklı bir şekilde kalmasında önemli bir rol oynadıkları keşfedilmiştir. Saç dökülmesi konusunda önemli bir uzman olan John P. Cole, saçları dökülen insanlarda erector pili kasının zayıflamasına rastlandığını gösteren çalışmalar yapmıştır.(viii) Yani bu kas, sağlıklı saçlar için gereklidir.
Plantaris Kası
Dizin ön kısmında bulunan bu kas, insanlarda aşil tendonuna bağlanır. Maymunlarda ise ayak parmaklarını kontrol eder ve maymunlar bu sayede ayaklarıyla cisimleri kavrayabilirler. Peki bundan çıkan sonuç nedir? Tek sonuç, insan ayağının bir cisim kavramak için dizayn edilmemiş oluşudur. Bu dizaynın evrimle ortaya çıktığını ileri sürmek içinse hiç bir kanıt yoktur. Aynı durum, Hürriyet Bilim”in sözde körelmiş organlar arasında saydığı avuç içi kası için de geçerlidir.
Bu örneklerde Hürriyet Bilim”in yaptığı şey, insanlar ile maymunlar arasındaki anatomik bir farkı gösterip sonra da bunu bir evrim delili gibi yorumlamaktır. Oysa insanlarla maymunlar arasında anatomik farklar bulunduğu, zaten herkesin çıplak gözle de görebildiği apaçık bir gerçektir. Bu farkların varlığı evrim teorisine bir kanıt oluşturmaz; aksine evrim teorisinin geçerli olabilmesi için bu farkların nasıl doğduğunu açıklaması gerekmektedir ki bunu yapamamaktadır.
Bir örnek vermek gerekirse, maymunların vücutları tüyle kaplıdır, insanların çok az tüyü vardır. Bir evrimci bu durumu “çünkü evrimleşirken tüylerimizi kaybettik” diye açıklamaya çalışabilir; ama bu sadece bir yorum olmuş olur, bir kanıt olmaz. Aynı fark, “maymunlar o şekilde, insanlar da bu şekilde yaratılmıştır” diye de açıklanabilir. Bu iki açıklamadan hangisinin doğru olduğunu, diğer kriterlere (fosil kayıtlarındaki tabloya, iki canlı arasındaki genetik farklara, doğal seleksiyon ve mutasyon mekanizmalarının etkisine vs.) bakarak anlayabiliriz. Ve tüm bu kriterler, evrimin yanlış, yaratılışın doğru olduğunu göstermektedir.
13. Kaburga, Boyun Kaburgası ve Köprücük Kası
Hürriyet Bilim”in bu kemikler ve kas hakkında yaptığı yorumlar da birer spekülasyondan ibarettir. Bu yapılar bazı insanlarda olur, bazılarında olmaz. Irklar arasında bu gibi küçük kemik ve kas farklılıkları bulunduğu bilinen bir şeydir. Önemli olan, bunların hiç birisinin insanın bir başka canlıdan evrimleştiği tezine kanıt oluşturmamasıdır.
“Erkek Rahmi” ve “Dişi Meni Kanalı”
Hürriyet Bilim, kadın üreme sisteminde yumurtalıkların çevresinde bulunan uçları kapalı tüplerin sperm kanalı kalıntıları olduğunu öne sürmüştür. Aynı şekilde erkeğin prostat bezinde gelişmemiş bir dişilik organı bulunduğunu iddia etmiş ve bu kalıntı dokuları, evrim sürecinde işlevini yitirmiş organlara ait olduklarını iddia etmiştir. Oysa kastedilen dokuları incelediğimizde, anne karnında embriyonun gelişimi esnasında hizmet görmüş ve artık görevleri bitmiş, kök dokulara ait kalıntılar olduklarını görürüz.
Yetişkin bir insanın organları embriyo iken sahip olduğu özel dokulardan oluşmaya başlar. Ve bu dokular fetal dönemin sonunda tamamen kaybolurlarken yerlerinde yalnızca bazı kanallar bırakırlar. Örneğin Wolf kanalı kalıntıları erkek cinsiyet bezlerine dönüşürken, Müller kanalı kadında rahimi meydana getirir.
Wolf kanalı önceleri Wolf cismi iken gebeliğin 5-6. haftalarında üreme bezlerinin geliştiği dokudur. Bu doku kitlesi böbreklerin olgunlaşması ile birlikte kaybolurlar. Bu dokudaki küçülme 6. ve 7. haftalarda başlar ve 5. ayın başında geriye yalnızca kanal ve tüpler kalır. Erkekte Wolf kanalları varlığını devam ettirir ve sperm kanalının farklı bölgelerini meydana getirir(epididim, duktus deferens ve ejakulatuar kanal). Kadında ise Wolf cisimciği küçülerek kaybolur ancak yumurtalıkların karında tutunduğu bağlantı dokusunda kör tüpler halinde kalıntıları kalır. (ix) Bebeğin anne karnındaki gelişimi sırasındaki hayati görevleri açıkça göstermektedir ki, bu tüpler kullanılmayarak işlevini yitirmiş bir erkek üreme sistemi kalıntısı değil, ancak embriyonik döneme ait bir kök doku kalıntısıdırlar.
Müller kanalları ise, yine benzer şekilde, embriyonun gelişimi esnasında kadın üreme organlarına kaynak teşkil eden özel bir dokunun kalıntılarıdır. Kadında rahim ve dölyolunun gelişip büyüdüğü doku fetal dönemde Müller doku kitlesidir. Erkekte ise Müller kanalları küçülerek kaybolur, kalıntılarına testislerin üzerinde kesecikler (Morgagni Kesecikleri) halinde rastlanıldığı gibi, idrar yolunun (üretra) prostat tabanındaki kısmı üzerinde bir kesecik olarak da karşımıza çıkar. (x) Bu yüzden embriyonik Müller kök dokusu kalıntısını işlevini yitirmiş bir rahim diye tanımlamak dayanaksızdır. Bu keseciklerin, önceleri rahim iken sonra fonksiyonunu yitirmiş bir organ kalıntısı olarak iddia edilmesi, embriyoloji bilim dalına ait verilerden habersiz olunduğu anlamına gelir.
Pyramidalis Kası
Bu kas için Hürriyet Bilim “modern insanın yüzde 20″sinde bulunmaz, keseli hayvanlardan kaldığı düşünülüyor” demektedir. Bu sadece Darwinizm�in önkabulune dayalı bir fikir yürütmeden ibarettir ve hiç bir bilimsel dayanağı yoktur.
İnsanın evrim teorisine göre de keseli bir atası olduğu öne sürülmez. Keseliler, memelilerin üç ana grubundan birini oluştururlar, Evrim teorisinin iddiasına göre bundan en az 50-60 milyon yıl önce, insanların da dahil edildiği plasentalılar grubundan ayrılarak gelişmişlerdir. Yani ortada insanın bu kası devralmış olabileceği bir “keseli ata”, evrim teorisine göre bile yoktur. Dolayısıyla Hürriyet Bilim�in bu iddiası geçersiz olmasının yanısıra, kendi içinde de çelişkilidir.
Vomeronasal Organ
İnsanın bilinen beş duyusu vardır. Ancak bazı bulgular, koku alma duyusunun kendi içinde ikiye ayrıldığını göstermektedir. Birincisi, hepimizin bildiği koku algısıdır. Varlığı az bilinen ve fark edilen ikinci bir koku algısı ise, burnun içinde bulunan ve “vomeronasal organ” denen küçük doku tarafından algılanan “feromonlar”dır.
Bu konuda evrimcilerin iddiası ise, bazı hayvanların vomeronasal organlarının bizden çok daha güçlü bir algı düzeyinde olmasına dayanır. Yılanlar ve çeşitli sürüngenler vomeronasal algıyı dilleriyle duymaktadır ve çeşitli memelilerin de burunları bu konuda güçlüdür. Evrimciler de bizim düşük vomeronasal algı düzeyimizin, “körelmiş”likten kaynaklandığını ileri sürerler.
Oysa eğer daha zayıf değil de daha güçlü bir vomeronasal hassasiyete sahip olsaydık, o zaman da “çok iyi evrimleşmişiz” diyeceklerdi. Canlılar arasında bu gibi karşılaştırmalar yapıp, çeşitli senaryolar üretmek bilimsellikten uzak bir yaklaşımdır. Kartalların gözleri de bizim gözlerimizden çok daha keskindir; ama bu durum bizim kartallardan evrimleşip de bu evrim sırasında görüşümüzün “köreldiği” gibi bir anlama gelmez.
Gerçekte her canlı, yaşadığı ortamda ihtiyaç duyacağı en ideal duyularla donatılmıştır. Son derece kompleks tasarımlarla işleyen duyu organları ise, evrimin değil, yaratılışın kanıtlarıdırlar.
Burada Hürriyet Bilim”in ileri sürdüğü sözde “18 körelmiş organ”ı kısaca inceledik. Bunların ve öne sürülen diğer sözde “körelmiş organlar”ın hepsinin aslında ya bulundukları halleriyle ya da embriyolojik gelişim sırasında belirli fonksiyonlar üstlendikleri bugün belirlenmiş durumdadır.
i. Charles Darwin, The Origin of Species, III. ed. Chapter 13: Mutual Affinities of Organic Beings: Morphology: Embryology: Rudimentary Organs
ii. S. R. Scadding, “Do “Vestigial Organs” Provide Evidence for Evolution?”, Evolutionary Theory, Cilt 5, Mayıs 1981, s. 173
iii. www.geocities.com/CapeCanaveral/Lab/6562/evolution/designgonebad.html
iv. Leonard M.S., 1992. Removing third molars: a review for the general practitioner. Journal of the American Dental Association, 123(2):77-82
v. M. Leff, 1993. Hold on to your wisdom teeth. Consumer reports on Health, 5(8):4-85.
vi. Daily.T 1996. Third molar prophylactic extraction: A review and analysis of the literature. General Dentistry, 44(4):310-320
vii. ” Evidence of Comparative Structure and Function”, http://www.ibri.org/Books/Pun_Evolution/Chapter2/2.5.htm#6.
viii. http://www.hairlosshelp.com/forums/messageview.cfm?catid=32&threadid=32851
ix. Gray”s Anatomy of the Human Body, 20th edition, 2000.
x. Gray”s Anatomy of the Human Body, 20th edition, 2000.