Newsweek dergisinin 12 Aralık 2005 tarihli sayısında, “Evolution of a scientist (Bir bilim adamının evrimi)” başlıklı bir yazı yayınlandı. Jerry Adler tarafından hazırlanan yazı, New York’taki Amerikan Doğa Tarihi Müzesi’nce düzenlenen Darwin sergisiyle Darwin’in yaşamı ve etkisi hakkındaydı. Boston, Chicago, Toronto gibi şehirlerden sonra turunu, Darwin’in kitabını yayınlayışının 150. yılı olan 2009 yılında Londra’da tamamlayacak olan sergide, Darwin’in eşyalarının yanısıra topladığı böcek örneklerinin sergileneceği anlatılıyordu. Darwin’in fikirlerinden övgülerle söz edilen yazıda, geçen yüzyılın entelektüel tarihini şekillendiren isimlerden Sigmund Freud ile Karl Marx’ın fikirlerinin artık giderek zayıfladığı, Darwin’in ise entelektüel olarak meydan okuyucu kalmaya devam ettiği iddia ediliyordu.
Ancak Adler Darwinist önyargıları dolayısıyla bir yanılgı içindedir. Çünkü “entelektüel” olarak nitelendirilen gücü açısından Darwinizm; Marksizm ve Freudizm’den farklı bir yöne hareket etmemektedir. Darwinizm de, bu iki modası geçmiş düşüncenin bulunduğu yere yani entelektüel tarihin çöplüğüne doğru ilerlemektedir.
Toronto’lu bir gazeteci ve ödüllü bilim yazarı olan Denyse O’leary, evrim-yaratılış tartışmalarını iki yönüyle de incelediği kitabında şunları yazar:
Yaşamın kökeni üzerindeki tartışma, 1950’li yıllarda anlaşılabilir Darwinci evrim öğretisiyle çözümlenmiş görünüyordu. Şimdi, Darwin de Marx ve Freud’u izler görünüyor… Kanıtlar; hiç de ateistik, anlamsız bir evreni desteklemiyor; aksine, tasarımla dolu bir evreni destekliyor. 1
Burada şu sorular sorulabilir: Eğer Darwinizm de çökmekte olan bir düşünceyse, bilim dünyasında neden hala kabul görmektedir, ya da Adler neden bu düşüncenin entelektüel açıdan hala güçlü olduğunu öne sürmektedir?
Evrimcilerin Darwinizm’in bilimselliği ve entelektüel olarak verimliliğiyle ilgili yorumları, kanıtlar ışığında yapılan objektif bir değerlendirmenin değil, Darwinizm’i muhtemel tek seçenek olarak kabul eden dogmatik bir düşünce şeklinin ürünüdür. Bilimsel materyalizm adı verilen bu dogmatik düşünce yapısına göre evrim teorisi en baştan bir gerçek olarak kabul edilir. Materyalist ve evrim genetikçisi Richard Lewontin bunu açıklıkla itiraf etmiştir:
Bizim materyalizme olan bir inancımız var, “a priori” (önceden kabul edilmiş, doğru varsayılmış) bir inanç bu. Bizi dünyaya materyalist bir açıklama getirmeye zorlayan şey, bilimin yöntemleri ve kuralları değil. Aksine, materyalizme olan a priori bağlılığımız nedeniyle, dünyaya materyalist bir açıklama getiren araştırma yöntemlerini ve kavramları kurguluyoruz. Materyalizm mutlak doğru olduğuna göre de, İlahi bir açıklamanın sahneye girmesine izin veremeyiz.” 2
Darwinizm’in evrimciler açısından önemi, “bilimin yöntemi ve kurallarına” göre değil, “önceden doğru kabul edilmiş” materyalizme göre belirlenmesindedir. Metaryalizm, tanım olarak yaratılışı dışladığına göre, evrimcilerin karşısında tek seçenek Darwinizm kalmaktadır. Ve Adler gibi evrimcilerin Darwinizm’le ilgili bilimsel gerçekleri görmesi, objektif olarak aktarması mümkün olmamaktadır. Çok farklı disiplinlerden elde edilen kanıtlar bu teoriyi açıkça geçersiz kılmasına rağmen, evrimciler Darwinizm’in yanlış olmasına -sadece materyalist dünya görüşüyle uyumlu tek açıklama olduğu için- ihtimal vermemekte, bunu akıllarının kenarından dahi geçirmemektedirler.
Halbuki materyalizme körükörüne bağlılık bir yana bırakılacak olursa, Darwinizm’in modern bilim karşısında yaşadığı tükeniş kolaylıkla görülebilir. Kısaca özetleyecek olursak; Darwinizm, yaşamın tesadüflerle kendiliğinden başlamış olduğu kabulü üzerine inşa edilmiş bir teoridir. Ne var ki evrim hikayesi henüz bu ilk bölümde çökmektedir.
Darwin’in ölümünden 70 yıl kadar sonra başlayan moleküler biyoloji devrimi, hücrenin olağanüstü bir komplekslik sergilediğini ortaya çıkarmıştır. Moleküler biyolog Michael Denton, birbirleriyle bağlantılı, içiçe geçmiş çok hassas sistemlerden meydana gelen hücredeki muhteşem organizasyonu şu sözlerle anlatır:
Hayatın moleküler biyoloji tarafından ortaya çıkarılan gerçekliğini kavrayabilmek için, bir hücreyi yaklaşık bir milyon kez büyütmemiz gerekir, ta ki çapı 20 km.ye varsın. Bu durumda hücre, New York ya da Londra gibi büyük bir şehri kaplayacak boyutta dev bir uzay gemisine benzeyecektir. Bu durumda karşımızda benzersiz derecede kompleks bir sistem ve kusursuz bir yapı olduğunu görürüz. Hücrenin yakınına gelir de onu incelersek, üzerindeki milyonlarca küçük kapıyla karşılaşırız. Aynen bir uzay gemisinde olabilecek otomatik kapılar gibi, bu kapılar sürekli olarak açılıp-kapanarak hücrenin içine ya da dışına yapılan madde akışını kontrol ederler. Eğer bu kapıların herhangi birinden içeri girersek, olağanüstü bir teknoloji ve şaşkınlığa düşürecek bir komplekslikle karşılaşırız. Her türlü insan yapımı ürünün çok üstünde olan bu teknoloji, bizim yaratıcı zekamızı fazlasıyla aşar. Bu sistem, “tesadüf” kavramının her anlamda tam bir antitezini oluşturmaktadır. 3
Üstelik hücre, dış etmenlere (hastalık gibi) göre tepki verip kendisini ayarlayabilen, dinamik bir sistemdir. Atomların üç boyutlu ortamda çok hassas dizilimiyle meydana gelen ve hücre içinde özel görevler üstlenen makromoleküler kompleksler (ya da moleküler makineler), ihtiyaca göre alt parçalarına ayrılmakta ve farklı görevler yerine getirecek şekilde yeniden düzenlenmektedirler. Tüm bunlar, kusursuz bir planlama ve hassasiyet içinde olduğu kadar, çok kısa zaman dilimlerinde gerçekleştirilmektedir. Nitekim ünlü astronom Sir Fred Hoyle bu kompleksliğin tesadüflerle ortaya çıkma ihtimalinin, bir hurdalığa çarpan yıldırımla ortaya kusursuz bir Boeing uçağının çıkması kadar imkansız olduğunu ifade etmiştir 4. Yaşamın kompleksliği, Yüce Allah’ın sonsuz ilim ve kudretini gözler önüne sermektedir.
Fosil kayıtları Darwinizm’in kademeli gelişim öngörüsünü yalanlamış, fosil türlerin daima aniden ve kusursuz yapılarıyla ortaya çıktığını, bunu milyonlarca yıl süren durağanlık dönemlerinin izlediğini ortaya koymakla yaratılışı kanıtlamıştır.
Canlıların daha basit yapılardaki canlılardan küçük ve kademeli değişimler yoluyla türediğini öne süren Darwin, teorisinin gerektirdiği araformların gelecekteki paleontolojik kazılarda bulunacağını ümit etmiştir. Ancak evrimcilerin yoğun çabalarına rağmen, paleontoloji söz konusu araformları sağlamamış, üstelik türler arasındaki sistemli boşluklar Darwinizm’in bir masaldan ibaret olduğunu ortaya koymuştur. Paleontologlar Darwinizm’e karşı ayaklanma içine girmişler, fosil kayıtlarında canlıların birdenbire ortaya çıkışını açıklamak için başka evrimsel teorilerin arayışlarına girmişlerdir. Ancak bu çabalar da sonuç getirmemiştir. Bunun önünde en büyük engel şu olmuştur: Canlı organizmalar gibi içiçe geçmiş, alt sistemlerden meydana gelen ve hassasiyetle entegre olmuş sistemlere yapılan değişiklikler o sistemi geliştirmez, ancak yıkıma uğratırlar. Örneğin bir kameranın elektronik devrelerinde meydana gelen rastlantısal değişim, onu bir televizyona dönüştürmeyecek, bozacaktır. Nitekim meyve sineği gibi model organizmaların DNA’ları yönlendirilmiş mutasyonlara(mutasyon: DNA dizilimindeki değişimler) uğratılmış, ancak tek bir örnekte dahi yeni organ veya sistemlerin, hatta tek bir proteinin dahi ortaya çıktığı gözlemlenmemiştir. Meyve sinekleri üzerinde etkili olan mutasyonlar, onları daima yıkıma uğratmış, sakat veya ölü bırakmıştır.
Böylece fosil kayıtlarında türlerin ani ortaya çıkışını sıçrama meydana getiren değişimlerle açıklamaya çalışan evrimsel teorilerin de bir hayalden ibaret olduğu ortaya çıkmıştır. En önemlisi, günümüzdeki tüm ana beden yapılarının Kambriyen Dönemi’nde hiçbir öncül olmaksızın aniden ortaya çıkmış olması ve çeşitli türlerin yüzmilyonlarca yıllık fosil örnekleriyle günümüzdeki karşılıkları arasında hiçbir fark bulunmaması, tüm canlıları Allah’ın yarattığı gerçeğini kanıtlamıştır.
Darwinizm’i yıkan bir diğer gerçek, mutasyon ve doğal seleksiyon ikili mekanizmasının canlıların DNA’larına yeni genetik bilgiler eklemekte tamamen yetersiz oluşudur. Evrimciler, DNA’daki dizilimin mutasyonlarla değişeceğini, doğal seleksiyonun etkisiyle yeni genlerin evrimleceğini ummuşlardır. Ancak nesiller boyu mutasyona uğratılan meyve sinekleri hiçbir evrimleşme göstermemiş, ortaya yeni bir tür çıkmamıştır. Nitekim moleküler biyologların verebileceği, mutasyonların birikimi yoluyla oluşmuş yeni bir türe dair belirsiz olmayan tek bir yeni tür örneği bulunmamaktadır. 5
Sonuç:
Doğa tarihi müzeleri, Darwin sonrası dönemde Hıristiyan Batı’da yayılma imkanı bulan evrim dininin “tapınakları” konumundadır. Evrimciler, her yıl müzeleri ziyaret eden milyonlarca kişiye gözboyayıcı resim ve maketlerle batıl dinlerini telkin etmekte, materyalist dünya görüşünü yaygınlaştırmaya çalışmaktadırlar. Son Darwin sergisi de, toplum nezdinde hızlı gerileyiş içinde olan evrim teorisini ayakta tutmak için düzenlenen ideolojik bir girişimdir. Gözboyayıcı toplu telkinler Darwinizm’in giderek artan çöküşünü engelleyemeyecektir.
Jerry Adler’in evrimci önyargılarından bir an önce sıyrılmasını ve Darwinizm’in yukarıda genel hatlarıyla özetlenen çöküşünü görmesini diliyoruz.
1- Denyse O”Leary, By Design or by Chance?: The Growing Controversy on the Origins of Life in the Universe, 2004, ss.1-2, www.denyseoleary.com
2- Richard Lewontin, The Demon-Haunted World, The New York Review of Books, 9 Ocak, 1997, s.28
3- Michael Denton, Evolution: A Theory in Crisis, London: Burnett Books, 1985, s. 242
4- Hoyle on Evolution”, Nature, cilt 294, 12 Kasım 1981, s. 105
5- Michael J. Behe, Darwin”s Black Box: Biochemical Challenge to Evolution, Free Press, 1996, s. 26