Eski Radikal gazatesi köşe yazarı Mine Kırıkkanat, 2 Kasım 2003 tarihli “Yeti”den Seti”ye” başlıklı yazısında, dini ve dinin temeli olan vahyi hedef alan bir yazı yazdı. Sayın Kırıkkanat, materyalistlerin 18. yüzyıldan bu yana savundukları basmakalıp “din-bilim çatışması” klişesini tekrarlıyordu.
Peki acaba Sayın Kırıkkanat, bu iddiasına kanıt olarak neyi gösteriyordu? Bilimle vahiy ilişkisi hakkında kapsamlı bir inceleme yapıyor veya böyle bir incelemeyi referans mı gösteriyordu?
Hayır. Sayın Kırıkkanat tek bir marjinal örnek alıp onun üzerinde demagoji yapıyordu. Verdiği tek “kanıt”, İngiltere”deki bir Hıristiyan tarikatının, Ölü Deniz”le ilgili bir Tevrat kehanetini mantıksız bir biçimde yorumlamasıydı.
Mine Kırıkkanat”ın bu yazıda yaptığı, en basit “argüman” şeklidir. Genelleyici bir yorum yaptıktan sonra, bunu destekler gibi gözüken tek bir örnek verilir ve böylece istenen tez kanıtlanmış gibi yapılır. Örneğin, zenci düşmanı bir ırkçı, “bütün zenciler kriminaldir, suça eğilimlidir” dedikten sonra, ünlü bir zenci katili örnek gösterir ve savunduğu saçma tezi kanıtladığını zanneder.
Oysa bir tezin doğru olup olmadığını araştırırken, tekil örneklere değil, tablonun geneline bakılmalıdır. İlgili tüm veriler ele alınmalı, bunların genel bir analizi yapılmalı, argüman bunlara dayandırılmalıdır.
Din ve bilim arasındaki ilişkiye baktığımızda ise, durumun Sayın Kırıkkanat”ın iddia ettiğinin tam aksi yönde olduğunu görürüz. Bir zamanlar, özellikle 19. yüzyılda, bilim ve din birbirine zıt iki bilgi kaynağı gibi yorumlanmıştır, ama son yarım yüzyılın özellikle de son 20-30 yılın bilimsel bulguları, İlahi dinlerin insanlığa binlerce yıldır öğretmekte olduğu temel gerçekleri bir bir doğrulamaya başlamıştır. Örneğin, bilimin ortaya koyduğu sonuçlar;
– Evrenin bir başlangıcı olduğu; madde ve zamanın yoktan yaratıldığı,
– Evrende insan yaşamını gözeten bir amaç, bir tasarım bulunduğu,
– Canlıların dünya üzerinde bilinçli bir yaratılışla ortaya çıktıkları,
– İnsan bilincinin maddeden farklı bir şey olduğu, madde-ötesi bir “ruh”tan kaynaklandığı,
gibi en başta Kuran”da, ayrıca tahrif edilmiş olmalarına rağmen Tevrat ve İncil”de öğretilen gerçeklerle açık bir paralellik göstermiştir.
Amerikalı yazar Patrick Glynn, 1997’de yayınlanan “God: The Evidence, The Reconciliation of Faith and Reason in a Postsecular World” (Allah’ın Delilleri, Sekülerizm Sonrası Dünyada Akıl ve İnancın Uzlaşması) isimli kitabında, bu konuda şu yorumu yapar:
“Geçen iki on yılın araştırmaları, daha önceki neslin seküler ve ateist düşünürlerinin Allah hakkındaki tüm varsayımlarını ve öngörülerini tersine çevirmiştir. (Söz konusu) Modern düşünürler, bilimin evrenin daha da mekanik ve rastlantısal olduğunu ortaya çıkaracağını sanmışlar; aksine bilim, evrende akıl almaz derecede geniş bir “büyük tasarım” olduğunu gösteren hiç beklenmedik hassas düzenin boyutlarını keşfetmiştir. Modern psikologlar dinin bir nevroz olarak tanımlanıp terk edileceğini öngörmüşler, aksine dini inançların temel zihin sağlığının çok hayati bir parçası olduğu ampirik (bulgusal) olarak ortaya çıkmıştır…
Bunu az sayıda kişi fark etmiş gibi görünüyor, ama şu açık bir gerçektir: Bilim ve inanç arasında geçen bir asırlık büyük tartışmanın ardından, şu anda konumlar tamamen alt-üst olmuş durumda. Darwin’in ardından, Huxley ve Russell gibi ateistler ve agnostikler, hayatın tamamen rastlantısal ve evrenin de radikal biçimde amaçsız olduğunu gösteren… bir teze dayanabiliyorlardı. Çok sayıda bilim adamı ve entellektüel hala bu görüşe tutunmaya devam etmektedir. Ama bunu savunmak için giderek daha da mantıksız uçlara savrulmaktadırlar. Günümüzde somut deliller, çok güçlü bir şekilde, Allah inancı yönünde işaret vermektedir.”
NASA”nın “Goddard Institute for Space Studies” adlı bölümünün kurucusu ve yine NASA bünyesinde Mount Wilson Institute”un yöneticisi olan Amerikalı astronom ve fizikçi Robert Jastrow, “God and the Astronomers” (Allah ve Astronomlar) isimli ünlü kitabında, bilimin ortaya çıkardığı gerçekleri araştıran bilim adamlarının, “en üstteki kayaya doğru çekip tırmandıklarında, orada zaten yüzyıllardır oturmakta olan bir grup teolog tarafından karşılandıkları” şeklinde yorum yapmaktadır. Bu yorumdan da anlaşıldığı gibi, günümüzde bilimin ortaya koyduğu gerçekler, yüzyıllardır hak dinin bildirdikleri ile tam bir uyum içindedir.
Sayın Mine Kırıkkanat”ın, köhne “din-bilim” çatışması klişelerini — ve tekil örneklere dayalı ilkel argümanları — bir kenara bırakıp, bilim dünyasında gerçekten neler olduğunu araştırması gerekmektedir. Bu hem vahyin ışığını görmesini ve gerçeği anlamasını sağlayacak hem de kendisi gibi bir yazara yakışmayacak derecede yüzeysel mantık örgüleriyle yazmaktan kurtulmasına vesile olacaktır..