Genel Yayın Yönetmenliğini Sayın Hulki Cevizoğlu’nun yaptığı, Popüler Bilim Dergisi’nin Aralık 2000 tarihli sayısının, 32. sayfasında Evrenin Doğuşu, Yaşı ve Geleceği başlıklı bir yazı yayınlandı. Yrd. Doç. Dr. Yüksel Karataş ve Arş. Gör. Selçuk Bilir tarafından hazırlanan bu yazıda önemli bilgi hataları ve önyargılı, bilimsel metoda uymayan çıkarımlar bulunmaktadır. Bu konulara aşağıda kısaca yer verilecektir.
1-Yazarlar, “Fosiller yaşamın evrimine dair ipuçları verebilir mi?” sorusuna evrimcilerin doğru yanıtı verdikleri konusunda yanılmaktadırlar
Yazıda çeşitli sorular sorulmuş ve evrimcilerin bu sorulara doğru cevap verirken, yaratılışçıların cevap veremediklerini belirtmişlerdir. Bu konuda öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, konu paleontoloji, astronomi, biyoloji gibi bilimin konularını ilgilendiren konular olduğunda, bu konularla ilgili soruların doğru cevaplarını ancak bilimsel araştırma, gözlem ve deneylerle alabiliriz. Yani bu soruların doğru cevaplarını evrim teorisinden almayı beklemeyiz. Çünkü evrim teorisi, bir teoridir. Yerçekimi kanunu veya termodinamik gibi ispatlanmış bir kanun değildir. Ancak, bilimsel yöntemlerle elde ettiğimiz sonuçlara bakıp bu sonuçların evrim teorisinin iddiaları ile uyup uymadığına bakar ve böylece evrim teorisinin bilimsel geçerliliğe sahip olup olmadığını görürüz.
Bunu yaptığımızda, özellikle fosiller alanına baktığımızda ise çok somut bir gerçekle karşılaşırız: Evrim hiçbir zaman yaşanmamıştır, tüm canlılar aniden, kendilerine has vücut yapılarıyla, , hiçbir evrimsel ataya sahip olmadan fosil kayıtlarında belirmektedirler. Yani fosiller, evrimin hiçbir zaman yaşanmadığını göstermektedir. (Konunun detayları için bkz. Harun Yahya, Evrim Aldatmacası ve Hayatın Gerçek Kökeni)
150 yıldır yapılan bütün araştırmalara ve harcanan büyük emek ve imkanlara rağmen evrim teorisini destekleyecek bulgular bir türlü ortaya çıkmamaktadır. Oysa, eğer evrim diye bir şey gerçekleşmiş olsaydı, sayılamayacak kadar çok delilin bulunmuş olması gerekirdi. Nitekim Darwin’den bu yana pek çok evrimci bilim adamı, çok sayıda delil olması gerektiğini ama bunların bir türlü bulunamadığını kabul etmiştir.
Evrimcilerin milyonlarcasını bulmuş olmaları gereken bu “delil”ler, “ara geçiş formu” denen canlıların fosilleridir. Evrimin iddiasına göre, canlılar birbirlerinden türemişlerdir. Örneğin insan, bu iddiaya göre, maymun benzeri primatlardan dönüşerek oluşmuştur. Bu dönüşüm bir günde olmadığına, hatta evrimci iddiaya göre milyonlarca yıl sürdüğüne göre, yarı insan-yarı maymun milyonlarca canlının yaşamış olması gerekir. Aynı şey sudan karaya geçiş, ya da karadan havaya geçiş için de geçerlidir: Milyonlarca yarı balık-yarı sürüngen, ya da yarı sürüngen-yarı kuş canlının yaşamış olması gerekir. Sadece bu gibi dev farklılıkların değil, doğadaki milyonlarca farklı canlı grubu arasındaki tüm farklılıkların, bu gruplar arasında kalan yarım canlılarla aşama aşama kapatılmış olması gerekir. İşte evrimdeki dönüşümleri göstermesi umulan bu “yarım gelişmiş” varlıklara arageçiş formu denilir.
Ve eğer evrim gerçekleşmişse, bu ara geçiş formlarından yüzbinlercesinin, hatta milyonlarcasının fosilleşerek günümüze ulaşmış olması gerekir. Çünkü bu ara formlar, halen yaşayan türlerden sayı ve tür olarak çok daha zengin olmalıdırlar.
İşte evrimin çıkmazı buradadır: Bir yüzyılı aşkın bir süredir hararetle yürütülen “ara geçiş formu bulma” çabalarına rağmen, istenen fosillerden bir tane dahi bulunamamıştır. Evrimcilerin bu konuda yaptıkları bazı “itiraf”lar oldukça çarpıcıdır. Bu itirafların başında teorinin kurucusu Charles Darwin’in sözleri gelir. Darwin Türlerin Kökeni kitabında ara geçiş formları konusundaki ümitsizliğini şöyle ifade eder:
Türler başka türlerden belli belirsiz aşamalardan geçerek türediyse, neden her yerde sayısız geçişsel biçimlere (ara geçiş formları) rastlamıyoruz? Bugün gördüğümüz türler yerine doğada neden biçimlerin karmakarışıklığı ile karşılaşmıyoruz? (Charles Darwin, Türlerin Kökeni, s. 185)
Ünlü evrimci paleontolog Derek W. Ager ise, “Sorunumuz şudur: Fosil kayıtlarını detaylı olarak incelediğimizde, türler ya da sınıflar seviyesinde olsun, sürekli olarak aynı gerçekle karşılarız; kademeli evrimle gelişen değil, aniden yeryüzünde oluşan gruplar görürüz.” diyerek, fosil kayıtlarının evrime karşı olduğunu itiraf etmektedir. (Derek A. Ager, “The Nature of the Fossil Record”, Proceedings of the British Geological Association, cilt 87, 1976, s. 133)
Başka bir evrimci paleontolog Mark Czarnecki de, fosil kayıtlarının evrimi değil, yaratılışı destekler nitelikte olduğunu şöyle itiraf eder:
“Teoriyi (evrimi) ispatlamanın önündeki büyük bir engel, her zaman için fosil kayıtları olmuştur… Bu kayıtlar hiçbir zaman için Darwin”in varsaydığı ara formların izlerini ortaya koymamıştır. Türler aniden oluşurlar ve yine aniden yok olurlar. Ve bu beklenmedik durum, türlerin Tanrı tarafından yaratıldığını savunan yaratılışçı argümana destek sağlamıştır. (Mark Czarnecki, “The Revival of the Creationist Crusade”, MacLean”s, 19 Ocak 1981, s. 56)
Bugüne kadar evrimcilerin evrimin delili olarak sundukları fosillerin birçoğunun ya sahte olduğu anlaşılmıştır, ya da evrimcilerin fosiller üzerinde taraflı ve bilimsel yöntemlere uygun olmayan yorumlar yaptıkları ortaya çıkmıştır. Son olarak, 100 yıldır “en önde gelen ara form” olarak bilinen Archaeopteryx adlı fosil kuşun, iddia edildiği gibi bir “ilkel kuş” ve “ara form olmadığı, Archaeopteryx’ten 70 milyon yıl önce yaşamış kusursuz bir kuş olan “Lonqisquama”nın bulunmasıyla anlaşılmıştır. Sonuç olarak bugün evrimcilerin evrimin delili olarak öne sürebilecekleri bir tek dahi fosil örneği yoktur. Nitekim, ünlü evrimcilerden ve Oxford Üniversitesi zoologlarından Mark Ridley, evrimcilere şöyle bir tavsiyede bulunur:
“Gerçek bir evrimci hiçbir zaman, yaratılışa karşı evrim teorisine dayanak olarak fosil kayıtlarını kullanmamaktadır.” (“Who Doubts Evolution?”, New Scientist, sayı 90, 25/06/1981, s. 831)
Bu yazının yazarı olan evrimciler de sanırız bu ünlü evrimcinin tavsiyesini gözönünde bulundurmalıdırlar.
2-“Yaratılışçılar evrimin nerede başladığı sorusunu bir türlü yanıtlayamadılar” sorusundaki mantık bozukluğu
Yaratılışçıların, evrimin nerede başladığı sorusunu yanıtlamamalarının nedeni, evrimin olduğuna inanmamalarıdır. Ancak bu cümlede dikkatsizlikten oluşan bir hata olduğunu ve asıl söylenmek istenenin, “yaratılışçılar hayatın ne zaman başladığı sorusunu yanıtlayamadılar” olacağını tahmin ederek, bu cümle üzerinde durmak istiyoruz.
Evrimi savunanların, yaratılışla ilgili açıklamalara karşı gelirken en çok içine düştükleri hatalardan biri, bazı Hıristiyan yaratılışçıların , Kitab-ı Mukaddes’e dayanarak öne sürdükleri “genç dünya” tezini hedef almaları ve bunu Yaratılış inancına karşı bir koz olduğuna inanmalarıdır. Konuyu çok iyi bilmeyenler için kısa bir açıklama yapalım.
Evrimciler canlılığın, cansız ve şuursuz atomların, tesadüfen gelişen olaylar sonucunda önce ilkel bir hücreyi, daha sonra da daha gelişmiş organizmaları ve nihayetinde insanı oluşturduğunu iddia ederler. Bunun içinse, yani tesadüflerin son derece kompleks sistemleri oluşturabilmesi için de çok fazla zamana ihtiyaçları vardır. Ancak bugünkü bilimsel verilere göre hesaplanan dünyanın yaşı, evrimcilerin iddiaları için çok az gelmekte ve bu nedenle evrimciler mümkün olduğunca dünyanın yaşını artırmaya çalışmaktadırlar. Bazı Hıristiyan yaratılışçılar ise, Kitab-ı Mukaddes’te geçen bazı anlatımlardan dünyanın yaşının çok genç olduğunu söylerler. Bu iddiaları evrimcilerin en baş saldırı noktasını oluşturur ve bunun bilimsel verilerle çeliştiğini söylerler.
Ancak bilindiği gibi, bugün kullanılan İncil ve Tevrat orijinal hallerinde değildirler. Yani Allah’ın saf vahyi değildirler, insanlar tarafından çeşitli hurafe ve bilgiler eklenerek bozulmuşlardır. Dolayısıyla gerçek dışı birçok bilgi bu kitaplarda bulunmaktadır ve bu nedenle Allah’ın varlığına iman eden insanlar için kesin bir kaynak özelliğinde değildirler.
Öte yandan Kuran Allah’ın tahrife uğramamış tek vahyidir. Ve Kuran’da, dünyanın yaşının genç olduğuna dair—veya yine bazı Hıristiyanlar tarafından savunulan “Nuh Tufanı tüm dünyayı kapladı” iddiasına dair—herhangi bir bilgi yoktur. Dolayısıyla, bir kısım Hıristiyanlar tarafından savunulan “genç dünya” ve “global Nuh Tufanı” gibi iddialardan yola çıkılarak dine eleştiri getirmek doğru bir mantık değildir. Ancak, ülkemizdeki bazı evrimciler, Kuran’da bir çelişki bulamadıkları için, Muharref Tevrat ve İncil’den kaynaklanan iddiaları, dinin iddiaları gibi kabul etmekte ve bu iddiaları koz olarak kullanmaya çalışmaktadırlar.
Oysa, kim ne kadar uğraşırsa uğraşsın Kuran’da tek bir çelişki dahi bulması mümkün değildir. Allah, bunu Kuran’ın bir ayetinde şöyle hatırlatır:
“O, biri diğeriyle “tam bir uyum’ (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiç bir “çelişki ve uygunsuzluk’ (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun?”
“Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir.” (Mülk Suresi, 3-4)
Şunu da belirtmek gerekir ki, Kuran’da Allah’ın bir mucizesi olarak, bilimin konusu olan bazı konular hakkında da bilgiler verilmektedir. Henüz 20. yüzyılda keşfedilen bu bilgilerin günümüzden 14 asır önce bildirilmiş olması ise Kuran’ın Allah katından indirildiğinin bir delilidir. Ve bilimin keşifleri bugüne kadar Kuran’ın hiçbir ayetiyle çelişmemiş, aksine Kuran’da bildirilen gerçekleri destekler nitelikte olmuştur. Nitekim, yazıda yer verilen evrenin genişlemesi konusu bunun bir örneğidir.
Evrenin genişlemesi, bu bilimsel gerçeğin keşfinden 1400 yıl önce Kuran’da bildirilmiştir:
Astronomi biliminin henüz gelişmemiş olduğu bir dönemde, 14 asır önce indirilen Kuran-ı Kerim”de evrenin genişlediğinden şöyle bahsedilir:
“Biz göğü “büyük bir kudretle” bina ettik ve şüphesiz Biz (onu) genişleticiyiz.„ (Zariyat Suresi, 47)
Ayette geçen “gök” kelimesi Kuran”ın pek çok yerinde uzay ve evren anlamında kullanılır. Burada da bu anlamda kullanılmıştır. Yani Kuran”da, evrenin genişleyici olduğu bildirilmiştir. Bilimin bugün varmış olduğu sonuç da Kuran”da bildirilenle aynıdır.
3-Büyük Patlama evrime değil, yaratılışa bir delildir
Popüler Bilim Dergisi’nde yayınlanan söz konusu yazıda, Büyük Patlama olarak bilinen ve bilim dünyasınca zamanın ve maddenin başlangıcı olarak kabul edilen olay, evrim teorisinin bir delili gibi gösterilmiştir. Oysa, Büyük Patlama evrimcilerin ve evrim teorisini ideolojik nedenlerle destekleyen materyalistlerin iddialarını yerle bir eden, Yaratılışı ise destekleyen bir olaydır.
Ve bunu, evrimci veya materyalist olmalarına rağmen, dünyanın önde gelen bilim adamları açık yüreklilikle itiraf etmektedirler. Çünkü, materyalistler, maddenin ve zamanın bir başlangıcı olmadığını, ezeli olduğunu iddia ederler. Ancak Büyük Patlama, maddenin ve zamanın bir başlangıcı olduğunu ortaya koymuştur. Ve bu gerçek, her kim olursa olsun biraz bile düşünebilen her insanın aklına şu soruyu getirecektir: Peki o zaman Büyük Patlamadan önce ne vardı ve “yok” olan evreni, bir hiçliği, büyük bir patlama ile var hale getiren ve kusursuz bir düzen veren güç neydi?”. Bu sorunun cevabının, yazının yazarlarının sık sık başvurdukları “tesadüf” olamayacağı açık bir gerçektir. Bu sorunun cevabı, çok açık olarak üstün bir Yaratıcının varlığını göstermektedir. Nitekim, ünlü ateist felsefeci Anthony Flew bu konuda şöyle bir itirafta bulunur:
“İtiraflarda bulunmanın insan ruhuna iyi geldiğini söylerler. Ben de bir itirafta bulunacağım: Big Bang modeli, bir ateist açısından oldukça sıkıntı vericidir. Çünkü bilim, dini kaynaklar tarafından savunulan bir iddiayı ispat etmiştir: Evrenin bir başlangıcı olduğu iddiasını. Ben hala ateizme inanıyorum, ama bunu Big Bang karşısında savunmanın pek kolay ve rahat bir durum olmadığını itiraf etmeliyim.” (Henry Margenau, Roy Abraham Vargesse. Cosmos, Bios, Theos. La Salle IL: Open Court Publishing, 1992, s. 241)
Dünyanın önde gelen ateistleri, Big Bang karşısında fikirlerini savunmanın pek kolay ve rahat bir durum olmadığını itiraf ederlerken, ülkemizde bazı materyalist evrimcilerin bu konuda rahat davranmaları sanırız ki, savundukları konular üzerinde fazla düşünmemeleri, yeterli araştırmayı yapmamaları ve objektif ve araştırmacı samimi bir tutumdan çok önyargılı ve tutucu bir tutum içinde olmalarıdır. Bu ise, bilimsellikten çok uzaktır.
4-Evrendeki kusursuz düzen, tesadüflerin sonucu olamaz
Söz konusu yazıda, sık sık, evrendeki kusursuz düzenden, çok detaylı hesaplardan sözedilmektedir. Gerçekten de, maddesel dünyayı düzenleyen değişkenlerdeki en küçük bir farklılık dahi tüm evrendeki düzeni bozmaya yetecek, canlılığın varlığını imkansız kılacak nitelikte olabilmektedir. Peki bu kadar hassas ve kusursuz bir düzen tesadüfen gelişmiş ve bugünkü halini almış olabilir mi? Bu elbetteki imkansızdır. Ve bu imkansızlık, Yaratılışa inanmayan birçok bilim adamının da bu gerçeği kabul etmek zorunda bırakmıştır. Bunlardan biri olan ve yüzyılımızın en büyük beyinlerinden biri olarak kabul edilen Stephen W. Hawking evrendeki kusursuz düzen için şunları söyler:
“Neden evren zamanın bir ucunda, geçmiş diye adlandırdığımız bir ucunda yüksek bir düzen içinde olmalıdır? Neden bütün zamanlar boyunca tamamen bir düzensizlik içinde değildir? Düzensizlik içinde olması çok daha mümkün görülebilir. Ve neden düzensizliğin arttığı zamanın yönü evrenin genişleme yönü ile aynıdır? Bir muhtemel görüş, Yaratıcı”nın evrenin genişleme evresi için başlangıcında yumuşak ve düzenli bir durum seçmiş olmasıdır. Neden böyle olduğunu anlamaya çalışmamalıyız veya nedenlerini sormamalıyız, çünkü evren Yaratıcı”nın yaratması ile başlamıştır. Aslında evrenin bütün tarihinin Yaratıcı tarafından yaratıldığı söylenebilir. Görülmektedir ki evren çok düzenli, belirlenmiş kanunlara göre gelişmektedir.” (Stephen W. Hawking, “The Direction of Time”, New Scientist, vol. 115, 9 Temmuz 1987, s.47)
Sonuç olarak;
Şunu söylemeliyiz ki, evrim teorisi 19. yüzyılın ilkel koşullarında geliştirilmiş, Yaratıcıyı inkar eden materyalist ideolojilere destek sağladığı için, sadece ideolojik nedenlerle savunulmuş bir teoridir. Bugün, bilimin ilgili her dalı evrim teorisini açıkça reddeden bulgular ortaya koymaktadır. Bazı evrimci bilim adamlarının, yazdıkları yazıların satır aralarına, bu yazıda da olduğu gibi “bu bize evrimi ispatlar”, “evrim kesin bir gerçektir” “evrim devam etmektedir” gibi cümleler sıkıştırmaları, insanları yanıltmamalıdır. Çünkü bunların hepsi, evrimi ayakta tutabilmek için başvurulan propaganda ve gizli telkin yöntemleridir. Daha, canlılığın en küçük yapıtaşı olan tek bir proteinin dahi tesadüfen nasıl meydana geldiğini, cansız, şuursuz atomların tesadüfen bir araya gelerek nasıl olup da, hücreler arası mesajlar taşıyan, bu mesajları anlayarak üretim yapan, milyarlarca bilgiyi kısa bir sürede yanlışsız okuyarak kendisi için gereken bilgiyi kopyalayabilen proteinleri oluşturduğunu dahi açıklayamayan bir teori, akıl ve mantıkla savunulamaz. Nitekim bugün evrim teorisini savunanlar, aklı, mantığı ve bilimi değil, önyargılarını, tutuculuklarını ve ideolojilerine olan körü körüne bağlılıklarını kendilerine destek almaktadırlar.
Ülkemizde her konuda gerçeklerin ortaya çıkartılması için uğraş veren kişilerden biri olan Sayın Hulki Cevizoğlu’nun genel yayın yönetmeni ve sahibi olduğu bilim konulu bir dergide, 19. yüzyılın köhne teorilerinin propagandasının yapılmasını yadırgamaktayız. Dahası bu derginin Milli Eğitim Bakanlığı tarafından okullarımızda öğrenci ve öğretmenlere tavsiye edilmiş olması, içerdiği bilgilerin geçerliliği ve doğruluğu konusunu daha da hassas hale getirmektedir. Sayın Cevizoğlu’nun bu konuyu duyarlılıkla ele alacağına inanıyoruz.