31 Ocak 2001 tarihli Sabah gazetesinde, “Yoksa uzaydan mı geldik” başlıklı bir haber yayınlandı. Haberde, Amerikan Ulusal Bilim Akademisi NASA tarafından düzenlenen bir deneyden söz ediliyordu. Sabah’ın iddiasına göre, NASA görevlileri “hücrelerin yerçekimsiz ortamda, uzay koşullarında da oluşup çoğalabildiğini kanıtlamışlar”dı ve bu da hayatın uzaydan gelmiş olabileceğinin işaretiydi.
Kısacası Sabah gazetesi, hayatın uzayda tesadüfen oluştuğu ve dünyaya geldiği şeklinde özetlenebilecek şeklindeki evrimci bir tezi, “ispatlandığı” iddiasıyla okurlarına sunuyordu.
Oysa gerçekler çok daha farklıdır. Sabah gazetesinin haberine ve haberin kaynağı olan NASA yayınına baktığımızda, iki önemli nokta göze çarpmaktadır:
1-Sabah gazetesi, daha önce de sık sık yaptığı gibi, evrim teorisini destekleme amacıyla, yabancı bir evrimci kaynakta yer alan bir iddiayı abartarak aktarmıştır. Sabah’ın haberinde “hücrelerin yerçekimsiz ortamda, uzay koşullarında da oluşup çoğalabildiği kanıtlandı” denmektedir ki, bu tamamen gerçek dışıdır. Sabah’ın kaynak aldığı NASA haberinde de böyle bir iddia yoktur.
2-Haberin kaynağı olan NASA yayınında ise, evrimci bilim adamları, elde ettikleri bir bulguyu çarpıtarak, “uzayda canlı hücrelerin rastlantısal olarak oluşabilmesi mümkündür” şeklinde bir sonuca varmışlardır.
NASA Deneyi Gerçekte Ne Anlama Gelmektedir?
NASA’nın internet sitesinde yayınlanan “NASA Scientists Find Clues That Life Began in Deep Space” başlıklı habere göre, bu kuruluşta görev yapan bir grup bilim adamı, uzay ortamını bir laboratuvarda yapay olarak meydana getirmişler, bu ortama su, metanol, amonyak ve karbon monoksit gazları eklemişler ve ultraviyole ışınları kullanarak birbirine bir zar şeklinde bağlanan organik bileşikler üretmişlerdir.
NASA’nın haberinde, bu organik birleşiklerin, canlı hücrelerin zarına benzediği belirtilmekte ve buna dayanılarak da sözkonusu bileşikler “proto-cells” (ilkel hücreler) olarak tanımlanmaktadır. Sabah gazetesinin “hücrelerin yerçekimsiz ortamda, uzay koşullarında da oluşup çoğalabildiği kanıtlandı” diye olağanüstü bir abartmayla duyurduğu bulgu, bundan ibarettir.
Oysa meydana gelen bileşikler, birer “hücre” değildir. Birer “hücre zarı” bile değildir. Sadece, bir hücre zarının oluşumunda kullanılabilecek “malzeme” ile benzer özellikler taşımaktadır.
Evrimcilerin gözardı ettikleri, daha doğrusu gizledikleri gerçek de burada ortaya çıkmaktadır: Bir canlı hücresi, sadece “malzeme”den ibaret değildir. Hücre, malzemenin yanında çok detaylı ve kapsamlı bir “tasarım bilgisi”nden oluşmaktadır. Hücrenin içinde birbiriyle uyum içinde çalışan onlarca organel, bunların yapıtaşları olan proteinler, bu proteinlerin nasıl sentezleneceğine dair genetik bilgi ve bu genetik bilgiyi okuyup anlayan ve buna göre üretim yapan enzimler vardır. Bu sistem sadece malzemeden (yani moleküllerden) ibaret değildir. Eğer öyle olsaydı, bu malzemeyi üstüste yığdığımız her yerde hücre meydana gelmesi gerekirdi. Önemli olan, bu malzemenin nasıl organize edileceğinin bilgisidir. Bu bilgi, olağanüstü derecede kapsamlı bir bilgidir ve “hayat tesadüfen oluştu” diyen evrim teorisini yıkmaktadır.
Bir örnekle konuyu açıklayalım: Hücreyi dev bir fabrikaya benzetebiliriz. Bir fabrikayı oluşturan malzeme ise bellidir: Duvarları oluşturan beton, çimento, tuğlalar, makinalarda kullanılan çelik, kablolar için kullanılan bakır, plastik vs. gibi. Ancak herkes kabul eder ki, bir fabrika “malzeme”den ibaret değildir. (Eğer öyle olsaydı, çimentoyu, çeliği, bakırı, plastiği üstüste yığdığımız her yerde kendiliğinden fabrika oluşurdu.) Fabrikayı oluşturan en önemli etken, tüm bu malzemeleri yerli yerine yerleştiren, bir düzene oturtan ve çalışmaya başlatan “tasarım bilgisi”dir.
Evrimciler, çeşitli deneyler yaparak hücreyi oluşturan “malzemenin” bazı parçalarını—hem de çok küçük parçalarını—sentezlemekte, sonra da “hayatın tesadüfen oluşabileceğini dair delil bulduk” diye aldatıcı başlıklar atmaktadırlar. NASA gibi bilim kurumlarında belli ölçüler içinde kalan bu aldatmaca, Sabah gazetesi gibi yayın organlarında, “hayatın tesadüfen oluştuğu kanıtlandı” gibi daha da gerçekdışı bir üsluba bürünmektedir.
Miller-Fox Deneylerinin Tekrarı
NASA bilimadamları tarafından gerçekleştirilen söz konusu deneye bakıldığında, bunun aslında 1953 yılında Stanley Miller ve 1960’lı yıllarda Sydney Fox adlı iki evrimci tarafından düzenlenen deneylerin yeni bir tekrarı olduğu görülür. Miller, aynen NASA uzmanları gibi, su buharı, metan ve amonyak gazlarını içeren bir karışıma enerji vererek bir kaç aminoasit sentezlemiştir. Fox ise, bazı aminoasitleri ısıtmak suretiyle birleştirmiş ve “protenoid” (proteinimsi) adını verdiği, gerçek proteinlerin hiç bir fonksiyonuna sahip olmayan aminoasit zincirleri meydana getirmiştir.
Bu deneylerin hiç biri, hayatın kökeni konusuna evrimci bir açıklama getirmemiştir. Çünkü bu deneyler, tesadüfler sonucunda sadece bazı basit organik bileşikler oluşabildiğini, ancak hücre gibi karmaşık bir sistemin bu şekilde oluşmasının imkansız olduğunu göstermiştir.
NASA deneyi de aynı sonucu teyid etmektedir. Deneyi yapan bilimadamları, metan ve amonyak gibi organik bileşiklerin oluşmasına çok elverişli gazlara elektrik vermişler ve hücre zarına benzediğini söyledikleri basit bileşikler oluşturmuşlardır. Ama önemli olan, bu gibi basit bileşiklerin nasıl olup da hücre gibi dünyanın en kompleks tasarımına dönüştüğü sorusudur. Buna Darwinizm’in hiç bir cevabı yoktur, çünkü bu dönüşümün tesadüfen olamayacağını herkes bilmektedir.
Kısacası, NASA uzmanlarının yaptıkları deney, bir fabrikanın dış duvarını oluşturan malzemeyi (çimentoyu ve tuğlaları) yanyana getirmekten ibarettir. Fabrikanın nasıl var olduğu sorusu, yani asıl mesele, evrimciler açısından çözümsüz kalmaya devam etmektedir.
Gerçek ise açıktır: Hücredeki olağanüstü tasarım, bir Yaratıcı’nın varlığını ispat etmektedir. Hayat, tesadüflerle oluşmamış, hayatı Allah yaratmıştır.
Sonuç
Sonuçta, Sabah gazetesinde “hücrelerin yerçekimsiz ortamda, uzay koşullarında da oluşup çoğalabildiği kanıtlandı” diye yayınlanan haberin, gerçekleri kesinlikte yansıtmadığı, aldatıcı bir evrim propagandası olduğu görülmektedir.
Sabah gazetesinin daha önce de örneklerini sergilediği bu propaganda yöntemi, kuşkusuz objektif gazetecilikle hiç bir şekilde bağdaşmamaktadır. Aksine, Sabah, neredeyse “Darwinizm’in gözü kapalı bir savunucusu gibi davranmaktadır. İlginçtir ki, Sabah’ta uzun yıllar köşeyazarlığı yapan gazeteci Ahmet Vardar da, geçtiğimiz günlerde bu konuda çarpıcı bir açıklama yapmıştır. Vardar’a göre, Sabah’taki işine son verilmesinin nedeni, Darwin’e karşı çıktığı için gazete yönetiminin hışmına uğramasıdır!
Temennimiz, Sabah gazetesinin bu önyargılı ve tutucu tavrını değiştirmesi, evrimin gözü kapalı bir savunucusu olmaktan vazgeçmesi ve bilimin sesine kulak vermesidir. Bilim, Darwinist dogmayı yıkmakta ve yaratılışın kanıtlarını inkar edilemez bir kesinlikle gözler önüne sermektedir.