Cumhuriyet Bilim Teknik Dergisi’nin 15 Temmuz 2000 tarihli sayısında, Rita Urgan’ın “Yaşamın nasıl ortaya çıktığını öğrenebilecek miyiz?” başlıklı bir yazısı yayınlandı. Sayın Urgan bu yazıda, canlılığın oluşumu ile ilgili şahsi düşünce ve duygularını anlatıyordu. Her ne kadar yazının yayınlandığı sayfanın başlığı “21. Yüzyıla Bakış” ise de Sn. Urgan yazısında, 21. yüzyılın tüm bilimsel gelişmelerini ve buluşlarını gözardı ederek, kulaktan dolma bilgilerle bazı çıkarımlarda bulunmuştur. Yanıltıcı çıkarımlarla dolu bu yazı hakkında bazı önemli gerçekleri hatırlatmakta yarar görüyoruz.
Sn. Urgan’ın “yaşamın deneme sonucu tesadüfen ortaya çıktığını zannetme” yanılgısı:
Sayın Urgan yazısında şu cümleyi kullanmaktadır: “Yaşam ne denli büyüleyici ve renkli olursa olsun, bildiğimiz kadarıyla tek bir deneme sonucunda ortaya çıktı.” Bu cümlenin hiç düşünülmeden, tamamen evrimci telkinlerle yazıldığı çok açıktır. Sn. Urgan bu cümlesi ile, bazı maddelerin en uygun zamanda ve en uygun şartlarda, yine en uygun miktarlarla tesadüfen biraraya geldiklerini ve olağanüstü çeşitlilikteki canlıları oluşturduklarını ifade etmektedir. Sn. Urgan’a göre bilinçsiz doğa, kör tesadüflerle bir deneme yapmış, o deneme “tutmuş” ve bildiğimiz muazzam çeşitlilikteki canlılığı oluşturmuştur.
Böyle bir iddianın gerçekleşmesinin imkansız olduğu, bugün bilim tarafından defalarca ispatlanmıştır. Bilim adamları, canlılığın oluştuğu dönemdeki koşulları kontrollü ve son derece gelişmiş laboratuvar ortamlarında meydana getirerek denemeler yapmışlar ancak bunların tümü sonuçsuz kalmıştır. Her ne deneme yapılırsa yapılsın tek bir canlı hücresi dahi üretilememiştir. Ve sonuçta bu denemelerden vazgeçilmiştir. Ancak Sn. Urgan, bilinçsiz ve şuursuz doğanın nasıl olduysa bilinçli ve şuurlu insanların başaramadığı bu denemeden başarılı çıktığını iddia etmektedir. Böyle bir iddianın ne kadar mantık dışı olduğunu göstermek için, evrimci bilim adamlarını bir “deneme” yapmaya davet edelim:
Evrimciler, büyük varillerin içine canlılığın yapısında bulunan fosfor, azot, karbon, oksijen, demir, magnezyum gibi elementlerden bol miktarda koysunlar. Hatta normal şartlarda bulunmayan ancak bu karışımın içinde bulunmasını gerekli gördükleri her türlü malzemeyi de bu varillere eklesinler. Karışımların içine, istedikleri kadar (doğal şartlarda oluşumu mümkün olmayan) amino asit, istedikleri kadar da (bir tekinin bile rastlantıyla oluşma ihtimali 10950“de bir olan) protein doldursunlar. Bu karışıma istedikleri oranda ısı ve nem versinler. Bunları istedikleri gelişmiş cihazlarla karıştırsınlar. Varillerin başına da dünyanın önde gelen evrimci bilim adamlarını koysunlar. Bu uzmanlar nöbetleşe milyarlarca, hatta trilyonlarca sene varillerin başında beklesinler. Bir canlının oluşması için hangi şartların var olması gerektiğine inanılıyorsa hepsini kullanmak da serbest olsun.
Ancak ne yaparlarsa yapsınlar o varillerden kesinlikle bir canlı çıkaramazlar. Zürafaları, aslanları, arıları, kanaryaları, bülbülleri, papağanları, atları, yunusları, gülleri, orkideleri, zambakları, karanfilleri, muzları, portakalları, elmaları, hurmaları, domatesleri, kavunları, karpuzları, incirleri, zeytinleri, üzümleri, şeftalileri, tavus kuşlarını, sülünleri, renk renk kelebekleri ve bunlar gibi milyonlarca canlı türünden hiçbirini oluşturamazlar. Değil burada birkaçını saydığımız bu canlı varlıkları çıkarmak, bunların tek bir hücresini bile elde edemezler. Üstelik akıl ve bilinç sahibi bir insanı bu deneyle asla meydana getiremezler. Kısacası, Sn. Urgan’ın bahsettiği “büyüleyici ve renkli” canlılığı böyle bir varilden kesinlikle çıkartamazlar.
Tüm koşullar evrimcilerin isteklerine göre ayarlansa bile, böyle bir denemenin başarısız olacağı kesinlikle açıktır. Peki, kontrolsüz koşullarda, hiçbir bilincin müdahalesi olmadan böyle bir denemenin başarılı olduğunu iddia etmek mantık dışı değil midir?
Sn. Urgan’ın olasılık hesabındaki önemli yanılgısı
Sn. Urgan, canlılığın tesadüfen oluşma ihtimalini, ilk kez piyango aldığında en büyük ikramiyeyi kazanma veya 10 kere para attığında her seferinde tura gelmesi ihtimali ile karşılaştırmaktadır. Ve bu nedenle, canlılığın tesadüfen oluşma ihtimalini olası görebilmektedir. Kuşkusuz bu çıkarımlar önemli bir bilgi eksikliğinin ve yanlış bakış açısının izlerini taşımaktadır. Çünkü bilim adamlarının yaptıkları hesaplara göre, değil tüm canlıların oluşturan hücrelerin, hücrenin yapıtaşlarından olan ortalama büyüklükteki bir protein molekülünün tesadüfen oluşma ihtimali dahi 10950“de birdir. Matematikte 1050“de bir ihtimalin “0” (sıfır) olarak kabul edildiğini gözönünde bulundurursak, tek bir protein molekülünün tesadüfen oluşma ihtimali “kesinlikle imkansız” demektir.
Sn. Urgan”ın, kendi matematiksel hesapları yerine, canlılığın tesadüfen oluşmasının imkansızlığı ile ilgili bilim adamlarının hesaplamalarını ve karşılaştırmalarını kullanması, kuşkusuz daha gerçekçi ve güvenilir olacaktır. Canlı hücrelerinin yapıtaşı olan proteinlerin oluşumu ile ilgili uzun yıllardır araştırma yapan pek çok bilim adamı vardır. Ve bu çalışmalarından çıkan sonucun, değil bir hücrenin tek bir proteinin bile tesadüfen oluşmasının imkansız olduğunu defalarca ifade etmişlerdir. Bu bilim adamlarından birkaçının bu konudaki ifadelerinden örnekleri ilerleyen satırlarda veriyoruz.
Cambridge Üniversitesi”nden ünlü İngiliz matematikçi ve astronom Fred Hoyle bir materyalist olmasına rağmen, tesadüfler sonucu canlı bir hücrenin meydana gelmesiyle, bir hurda yığınına isabet eden kasırganın savurduğu parçalarla tesadüfen bir Boeing 747 uçağının oluşması arasında bir fark olmadığını belirtir. (Fred Hoyle, The Intelligent Universe, Dorling Kindersley Limited, 1983, s. 19)
Amerikalı jeolog William Stokes ise hücre için gereken bir proteinin tesadüfen oluşmasının imkansızlığını şöyle tarif eder:
“Eğer milyarlarca yıl boyunca, milyarlarca gezegenin yüzeyi gerekli amino asitleri içeren sulu bir konsantre tabakayla dolu olsaydı bile yine (protein) oluşamazdı.” (W. R. Bird, The Origin of Species Revisited, Nashville, Thomas Nelson Co., 1991, s. 305)
New York Üniversitesi kimya profesörü ve DNA uzmanı Robert Shapiro, sadece basit bir bakteride bulunan 2000 çeşit proteinin rastlantısal olarak meydana gelme ihtimalini hesaplamıştır. Elde edilen rakam, 10 üzeri 40.000″de 1 ihtimaldir. Cardiff Üniversitesi”nden Uygulamaları Matematik ve Astronomi Profesörü Chandra Wickramasinghe bu rakam karşısında şu yorumu yapar:
“Bu rakam (10 üzeri 40.000) Darwin”i ve tüm evrim teorisini gömmeye yeterlidir. Bu gezegenin ya da bir başkasının üzerinde hiçbir zaman (hayatın doğabileceği) bir ilkel çorba olmamıştır ve yaşamın başlangıcı rastlantısal olarak gerçekleşemeyeceğine göre, amaçlı bir aklın ürünüdür.” (F.Hoyle, C.Wickramasinghe, Evolution from Space, Simon and Schuster, s.148)
Bu açıklamaların sonucunda anlaşılmalıdır ki; canlılık için, “nasıl olduysa oldu, bir şekilde kendiliğinden ve tesadüfler sonucunda oluştu” demek, tamamen evrimci önyargıların, bilgi yetersizliğinin ve gelişen bilimi takip etmemenin sonucudur. Çünkü bugün bilim, canlılığın kökeninde tesadüflere yer olmadığını kesin olarak ispatlamıştır. (Detaylı bilgi için bkz. Hayatın Gerçek Kökeni, Harun Yahya)
Sn. Urgan”ın, fosil kayıtlarının evrim teorisini ispatlayacak düzenliliğe sahip olduğunu sanma yanılgısı
Fosil kayıtları Sn. Urgan’ın zannettiği gibi evrimciler açısından “tutarlı” değildir. Aksine evrim açısından büyük ve çözülemez çelişkilerle ve boşluklarla doludur. Fosil kayıtları, canlıları birbirlerinden ayrı olarak Allah”ın yarattığı gerçeğini bir kez daha teyid etmektedir.
Nitekim günümüzde evrimcilerin en önemli çıkmazlarından biri de fosil kayıtlarıdır. Çünkü her canlı türüne ait fosil, aniden, hiçbir ataya sahip olmaksızın ve bugünkü halleri ile ortaya çıkmaktadır. Evrimcilerin, türlerin birbirlerine evrimleşirken oluştuğunu iddia ettikleri hayali ara geçiş formlarının (örneğin yarı balık yarı sürüngen, yarı sürüngen yarı kuş gibi) fosillerine ise kesinlikle rastlanmamaktadır.
Mark Czarnecki, evrimci bir paleontolog olmasına rağmen dürüst davranarak fosil kayıtlarının evrim teorisini yalanladığını şöyle itiraf etmektedir:
“Teoriyi (evrimi) ispatlamanın önündeki büyük bir engel, her zaman için fosil kayıtları olmuştur… Bu kayıtlar hiçbir zaman için Darwin”in varsaydığı ara formların izlerini ortaya koymamıştır. Türler aniden oluşurlar ve yine aniden yok olurlar. Ve bu beklenmedik durum, türlerin Tanrı tarafından yaratıldığını savunan yaratılışçı argümana destek sağlamıştır.” (Mark Czarnecki, “The Revival of the Creationist Crusade”, MacLean”s, 19 Ocak 1981, s. 56)
Sayın Urgan da fosil kayıtları ile ilgili güncel bilgileri inceleme imkanı bulduğunda, bu bilim adamlarının evrimci olmalarına rağmen kabullendikleri gerçekleri görecektir. (Detaylı bilgi için bkz. Evrim Aldatmacası, Harun Yahya)
Sonuç olarak, 21. yüzyılda ulaşılan bilgi seviyesi ve teknolojik imkanlar, 19. yüzyıla ait köhne bir teori olan evrim teorisinin ne kadar bilim dışı olduğunu açık ve kesin olarak göstermektedir. Aynı şekilde 21. Yüzyıl bilimi, evreni ve tüm canlıları Allah”ın yoktan yarattığını da teyid etmektedir. Canlılığın kökenine yaratılış gerçeği dışında bir açıklama aramak, büyük bir zaman kaybı ve yanılgıdan başka bir şey değildir.