Türker Alkan”ın Evrim Teorisiyle ile İlgili Yanılgıları

28 Mayıs 2000 tarihli Radikal Gazetesi’nde, Sayın Türker Alkan’ın “Konuşan Hayvanlar” başlıklı bir yazısı yayınlandı. Sayın Alkan yazısında, evrim teorisini savunanlar ve evrim teorisine karşı çıkarak Yaratılış Gerçeğini savunanlar arasındaki tartışmaları konu edinmiş ve bu konudaki kişisel görüşlerine yer vermişti. Yazıda, katıldığımız, ılımlı ve sağduyulu bir yaklaşım olarak gördüğümüz noktaların bulunmasının yanısıra, Sayın Alkan’ın bazı konularda yanılgı içinde olduğunu ve bu yanılgılarının kamuoyuna açıklanması gerektiğini düşünüyoruz.

Yaratılış, Canlılıktaki Tasarımla İspatlanmış Açık Bir Gerçektir

Sayın Alkan yazısında, evrimcilerle yaratılışı savunanlar arasındaki tartışmaların gereksiz olduğunu, çünkü evrim teorisini savunmanın Allah’ın varlığını inkar etmeyi gerektirmediğini söylemiştir. Burada açıklanması gereken çok önemli nokta şudur:

Evrimi savunanlar ile yaratılışı savunanlar arasındaki temel farklılık, “canlılar ayrı ayrı mı ortaya çıktılar, yoksa birbirlerinden gelişerek mi ortaya çıktılar” sorusu değildir. Bu soru, asıl konunun sonucu olarak ortaya çıkan bir yan konudur. Asıl konu, “canlılar tesadüflerle ve doğa olaylarıyla mı oluştular, yoksa bilinçli bir şekilde mi yaratıldılar” sorusudur. Bu konuda ise bilimsel bulgular “canlılık tesadüflerle ve doğal etkenlerle oluştu” şeklindeki cevabı kesin olarak reddetmektedir. Çünkü canlılıkta olağanüstü derece kompleks tasarım örnekleri bulunmaktadır. Tek bir canlı hücresi dahi, “tesadüfle oluşmak” kavramını tamamen geçersiz kılan büyük bir tasarım harikasıdır. Evrimcilerin canlılığın ve canlı sistemlerin kökenini tesadüflerle açıklama çabası da tamamen hayalkırıklığı ve yenilgiyle sonuçlanmıştır.

Canlılıktaki söz konusu üstün tasarım ve plan, elbette ki tüm canlıların üstün bir akıl ve bilgiyle Allah”ın yarattığını göstermektedir ki, “yaratılış”ın manası da budur.

Yaratılışın, yani bilinçli bir tasarımın varlığı açık olduğuna göre, geriye, canlıların nasıl bir süreç içinde yaratıldıkları sorusu kalmaktadır. Sayın Alkan”ın bahsettiği ve “canlılar birbirlerinden evrimleşmiş olsalar bile bu yaratılış olamaz mı” şeklindeki mantık, bu soruyla ilgilidir.

Evet, Allah dileseydi canlıları evrimsel bir süreçle de yoktan var etmiş olabilirdi. Eğer bilim, canlıların evrimleşerek birbirlerinden türediklerini ispatlamış olsaydı, bize de o zaman “Allah canlılığı evrimi kullanarak yaratmıştır” da diyebilirdik.

Örneğin, kuşların sürüngenlerden evrimleşerek oluştuklarına dair bir delil bulunsaydı, “Allah, “OL” emriyle, sürüngenleri bir kuşa dönüştürmüştür” derdik. Çünkü sonuçta her iki canlı da rastlantılarla açıklanamayacak kadar kusursuz tasarımlarla dolu bedenlere sahiptir. Bu tasarımların birbirine dönüşmesi de—eğer böyle bir şey olsaydı—ancak bir başka yaratılış delili olurdu.

Ancak, bilimsel veriler (özellikle fosil kayıtları ve karşılaştırmalı anatomi) bunun aksini göstermektedir; çünkü dünya üzerinde evrimsel bir sürecin yaşandığına dair hiçbir delil yoktur. Fosil kayıtları, farklı canlı sınıflarının küçük kademelerle birbirlerinden evrimleşerek ortaya çıktıklarını değil, aksine çok farklı canlı sınıflarının kendilerine benzer hiç bir ataları olmadan bir anda ve özgün yapılarıyla ortaya çıktıklarını göstermektedir. Ne sürüngenler kuşlara dönüşmüş, ne de balıklar kara canlısı haline gelmiştir. Her canlı sınıflaması kendi özellikleriyle ayrı ayrı yaratılmıştır.

Türler Arasındaki Genetik Benzerlikler Evrime Delil Oluşturmaz

Sayın Türker Alkan, yazısında ayrıca, şempanzelerin genlerinin insan genleri ile yüzde 99 benzerlik gösterdiğini ve bunun şempanzenin bir gorilden çok insana daha yakın olduğunun ve dolayısıyla evrim teorisinin bir delili olduğunu savunmuştur. Bu da evrimcilerin, halkın bu konulardaki bilgisizliğinden faydalanarak ortaya attıkları “sahte” bir delildir. Ve sanırız Sayın Alkan da konuyla ilgili pek fazla araştırma imkanı olmadığı için bu benzerlikten dolayı önemli bir yanılgıya düşmüştür.

Yeryüzünde yaşayan canlıların genetik benzerlikler göstermeleri son derece olağandır, çünkü canlıların yapıtaşları birbiriyle aynıdır. Ancak bu, onların ortak bir atadan evrimleştiklerinin bir delili olamaz. Bunun birkaç temel örnekle anlatılması daha açıklayıcı olacaktır.

Örneğin, New Scientist dergisinde aktarılan genetik analizler, nematod solucanları ve insan DNA”larında %75’lik bir benzerlik ortaya koymuştur. (Karen Hopkin, “The Greatest Apes”, New Scientist, 15 May 1999, s. 27) Bu, elbette insan ile nematodlar arasında sadece %25’lik bir fark bulunduğu anlamına gelmemektedir! Eğer evrimcilerin kurguladığı soyağacına bakılırsa, insanın dahil edildiği Chordata filimu ile Nematoda filumlarının 530 milyon yıl önce bile birbirlerinden ayrı oldukları görülür. Bu durum açıkça göstermektedir ki, iki farklı canlı kategorisinin DNA zincirlerindeki benzerlik, bu canlıların ortak bir atadan evrimleştikleri iddiasına delil oluşturmamaktadır.

Öte yandan geçtiğimiz aylarda Türk medyasına da yansıyan bir bulgu, Drosophila türüne ait meyve sineklerinin genleri ile insan genleri karşılaştırıldığında, % 60″lık bir benzerlik çıktığı yönündedir. (Hürriyet, 24 Şubat 2000)

Eğer biyokimyasal karşılaştırmalara devam edilirse, daha da ilginç örneklere rastlanabilir. Eğer kromozom sayıları yönünden bir karşılaştırma yapmak gerekirse, maymuna en çok benzeyen canlının bir sebze olduğu ortaya çıkar: “Patates”! Çünkü patatesin kromozom sayısı maymununkiyle aynıdır: 48.

Gerçekte tüm bu farklı sonuçlar, biyokimsayal benzerliklere dayanılarak bir “evrimsel akrabalık tanımı” yapılamayacağının göstergesidir. Elbete insan bedeninin diğer canlılarla moleküler benzerlikleri olacaktır; çünkü aynı moleküllerden oluşmakta, aynı suyu ve atmosferi kullanmakta, aynı moleküllerden oluşan besinleri tüketmektedir. Ama bu “ortak malzeme”, bir evrimin değil “ortak tasarımın”, yani hepsinin aynı plan üzerine yaratıldıklarını bir göstergesidir.

Evrimcilerin insan ve şempanze DNA”ları hakkında sık sık ileri sürdükleri % 99 benzerlik kavramı ise, zaten aldatıcıdır. Çünkü ne insanın ne de maymunların genetik kodu tam olarak çözülmüş değildir. Yapılan karşılaştırmalar, hem insanda hem de maymunlarda en yoğun olarak bulunan bazı proteinler üzerinden yapılmakta ve böylece “% 99” rakamına kasıtlı olarak ulaşılmaktadır. Buna karşın evrim teorisi adına “hoşa gitmeyen” veriler ise göz ardı edilmektedir.

Oysa olaya bir bütün olarak bakıldığında, ” biyokimsayal benzerlikler” konusunun evrime delil olmadığı, aksine teoriyi çaresiz bıraktığı görülmektedir. South Carolina Üniversitesi Tıp Fakültesi”nden biyokimya araştırmacısı Dr. Christian Schwabe, moleküler alanda evrime delil bulabilmek için uzun yıllarını vermiş evrimci bir bilim adamıdır. Özellikle insülin ve relaxin türü proteinler üzerinde incelemeler yaparak canlılar arasında evrimsel akrabalıklar kurmaya çalışmıştır. Fakat çalışmalarının hiçbir noktasında evrime herhangi bir delil elde edemediğini pek çok kereler itiraf etmek zorunda kalmıştır. Science dergisindeki bir makalesinde şöyle demektedir:

 

 

“Moleküler evrim, evrimsel akrabalıkların ortaya çıkarılması için neredeyse paleontolojiden daha üstün bir metod olarak kabul edilmeye başlandı. Bir moleküler evrimci olarak bundan gurur duymam gerekirdi. Ama aksine, türlerin düzenli bir gelişme kaydettiğini göstermesi gereken moleküler benzerliklerin pek çok istisnası olması oldukça can sıkıcı görünüyor. Bu istisnalar o kadar çok ki, gerçekte, istisnaların ve tuhaflıkların daha önemli bir mesaj taşıdıklarını düşünüyorum.” (Christian Schwabe, “On the Validity of Molecular Evolution”, Trends in Biochemical Sciences, c. 11, Temmuz 1986)

 

Prof. Michael Denton da moleküler biyoloji alanında elde edilen bulgulara dayanarak şu yorumu yapar:

 

 

“Moleküler düzeyde, her canlı sınıfı, özgün, farklı ve diğerleriyle bağlantısızdır. Dolayısıyla moleküller, aynı fosiller gibi, evrimci biyoloji tarafından uzun zamandır aranan teorik ara geçişlerin olmadığını göstermiştir… Moleküler düzeyde hiçbir organizma bir diğerinin “atası” değildir, diğerinden daha “ilkel” ya da “gelişmiş” de değildir… Eğer bu moleküler kanıtlar bundan bir asır önce var olsaydı… organik evrim düşüncesi hiçbir zaman kabul görmeyebilirdi.” (Michael Denton. Evolution: A Theory in Crisis. London: Burnett Books, 1985, ss. 290-91)

 

Sonuç

Kısacası, Sayın Türker Alkan”ın evrim teorisine delil olarak belirttiği hususların hiç biri teoriye delil oluşturmamaktadır. Sayın Alkan”ın önerdiği “hem evrimi hem de yaratılışı kabul etmek” şeklindeki yaklaşım ise, evrimin bilimsel bir değeri olmaması nedeniyle yanlıştır. Zaten kendisinin gösterdiği bu ılımlı yaklaşım evrim teorisini savunan çoğu kimse tarafından da kabul gören bir yaklaşım değildir. Aksine Darwinistlerin ezici bir çoğunluğu, Darwinizm”in aynı zamanda ateizm anlamına geldiğinin bilincindedirler ve zaten ateist oldukları için Darwinizm”i körü körüne savunmaktadırlar.

Bu kişiler, sözkonusu ideolojileri uğruna, bilimsel olarak geçersizliği ispatlanmış olmasına rağmen evrim teorisini savunmakta ve çeşitli kelime oyunları ve hilelerle evrim teorisini doğruluğu kesinleşmiş bir teori olarak halka sunmaktadırlar. Ancak, insanların evrimcilerin bu aldatmacalarına kanmamaları, en azından doğru ve önyargısız bilgiye ulaşabilmeleri için, aydın, ılımlı ve sağduyulu kişilerin, her türlü bilgiyi araştırıp vicdanları ve sağduyuları doğrultusunda karar vererek, bu bilgileri halka ulaştırmaları kuşkusuz 21. Yüzyılın en büyük ve en önemli hizmeti olacaktır.

Ayrıca bakınız

Current Biology Dergisi’ne Cevap: Dişli Horozbinalar Evrim Geçirmedi, Yaratıldı

Current Biology dergisinde 30 Mart 2017’de yayınlanan bir makalede, bilimsel adı “meiacanthus grammistes” olan dişli …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.