Türker Alkan, Radikal gazetesindeki köşesinde “İlahi Kimya” başlıklı bir yazı yayınladı (5 Haziran 2005). Sayın Alkan, evrim ve yaratılış gerçeği konusundaki tartışmalara değindiği yazısında, kendi fikrini beyan ediyor ve insanın fiziksel ve kimyasal etkileşimlerle yaşamını sürdüren, “olağanüstü bir makine” olduğunu öne sürüyordu. Bu görüşünü ise manşetlere sıkça yansıyan bazı haberlerden örneklerle desteklemeye çalışıyor ve annelik içgüdüsünü etkisi olduğu düşünülen bir kimyasala, inancı kontrol ettiği varsayılan beyin bölgesine ya da güven duygusunu artıran kokunun bulunduğuna dair çalışmaları görüşüne dayanak gösteriyordu.
Ancak “insan bir makinedir” görüşünde derin bir yanılgı söz konusudur. Bu görüşün mantıksal ve bilimsel olarak hiçbir dayanağı bulunmamaktadır.
Bu görüş öne sürülürken materyalist felsefe dayanak alınmakta, insanın bir atom yığını olduğu ve tüm davranış ve zihinsel faaliyetlerinin de kimyasal etkileşimlerin bir sonucu olduğu savunulmaktadır. Oysa bu zemin, tamamen çürük bir zemindir. Çünkü insanların zihinsel faaliyetleri materyalizmle açıklanamaz.
Materyalistler, teorilerinin kaynağı olan akıllarını, sadece beyindeki atomlar arasında devam eden kimyasal tepkimelerin bir ürünü saymaktadırlar. Kimyasal tepkimelerin ürünü olarak savunulan bir teorinin doğruluğuna inanmak için hiçbir mantıklı sebep bulunmamaktadır. 20. yüzyılın önde gelen Darwinistlerinden ve aynı zamanda bir materyalist olan biyolog J. B. S. Haldane, bu gerçeğin farkına varmış ve şunları söylemiştir:
“Aklın, maddenin sadece bir yan ürünü olduğu fikri bana olağanüstü derecede olasılık dışı görünüyor. Eğer zihinsel işlemlerim tamamen beynimdeki atomların hareketiyle belirleniyorsa, inançlarımın doğru olduğunu varsaymak için bir nedenim yok. Kimyasal olarak güvenilir olabilirler ama bu onları mantıksal olarak güvenilir yapmamaktadır. O halde oturduğum dalı kesmek mecburiyetinden kaçmak için, diyebilirim ki, aklın tamamen maddeye bağımlı olmadığına inanmaya zorlanıyorum.” (Haldane J.B.S., “When I Am Dead” in “Possible Worlds: And Other Essays” [1927], Chatto and Windus: London, 1932, reprint, sf.209)
Bir materyalist için bu açmazdan kurtulmanın tek yolu, Haldane”nin de dediği gibi aklın tamamen maddeye bağımlı olmadığını kabul etmektir. Ancak bunu yapan birisi artık bir materyalist sayılamayacağı için materyalizm kendini çürüten bir felsefedir. Bu sebeple, “insan fiziksel ve kimyasal etkileşimlerin ürünü bir makinedir” görüşü, geçersizdir.
Diğer yandan, sözkonusu yazıda Sayın Alkan”ın dayanak gösterdiği çalışmalar da bilimsel olarak hiçbir güvenilirliğe sahip değildirler. Herhangi bir insan davranışının genler, kimyasallar veya beyin bölgesiyle ilgili olduğunu iddia eden çalışmalar, herhangi somut bir ilişkinin ispatını oluşturmamaktadır. Bunlar, belli davranışlarla istatistiksel açıdan ilişkiler göstermeye çalışılan çalışmalardır. Böyle birşeyi yapmak kolay, ancak güvenilir değildir.
Örneğin bir araştırmacı, insan davranışlarının gezegenlerin hareketlerinden kaynaklandığına dair bir inanç besliyorsa bir takım insanları test edebilir ve onların kavgacılık veya yenilik araştırmaya eğilimli olma gibi davranışlarını kendince kategorilendirebilir. Bir yandan da Satürn ve Jüpiter”in konum haritalarına bakarak gezegenlerin konumuyla bu kişilerin davranış özellikleri arasında paralellikler araştırabilir. Ancak açıktır ki, böyle bağlantılar kurduğu zaman bunlar, gezegenlerin insan davranışının kaynağı olduğunu kanıtlamaz.
Bu gibi konuların manşetlere sık yansımasına da aldanılmamalıdır. Gerçekte bu manşetler, popüler medyada reklam ve sansasyon amacıyla kullanıldıkları için, ciddi bilimsel kaynaklarda açıkça eleştirilmektedir. Örneğin bilim dergisi Science”da konuyla ilgili olarak yayınlanan Genler ve Davranış başlıklı makalede şunlar ifade edilmektedir:
“Bilim adamları belli genlerin veya kromozom bölgelerinin davranış özellikleriyle bağlantılı olduğunu tekrar tekrar iddia ettiler ama elde ettikleri bulgulara [başka çalışmalarda] yeniden ulaşılamaması üzerine bunları geri çekmek durumunda kaldılar… Bu iddiaların hepsi büyük coşkuyla ilan edildi; hepsi popüler medyada sorgusuz sualsiz selamlandı ama hepsi artık itibardan düşmüş durumda”. (C. Mann, “Genes and behavior,” Science264 ; 1687 (1994), sf.1686 -1689)
Massachusetts”teki Brandeis Üniversitesi”nde nörogenetikçi olarak görev yapan Jeff Hall, “Bu hikayelerin bazılarının yarı-ömrü yaklaşık olarak altı aydır” sözleriyle bu yönde ortaya atılan tüm tezlerin kısa zamanda çürütüldüğünü ve bunun artık kurallaştığını vurgulamaktadır. (Karen Schmidt, “It was my genes, guv”, New Scientist, vol 156 issue 2107 – 08 Kasım 1997, sf. 46)
Takdir edilmelidir ki, bir çalışmanın manşetlere taşınması onu güvenilir kılmaz. Asıl olan, çalışmada yürütülen metodların güvenilirliğiyle elde edilen bulguların başka çalışmalarla da doğrulanmasıdır. Yukarıda gösterildiği gibi, davranış ve genler, beyin bölgesi vs. arasında ilişki kuran çalışmalar, bu temel kriterlerin her ikisinden de yoksundur.
İnsan, şuursuz atomların rastlantısal bir oluşumu değil, Yüce Allah”ın üstün bir akıl ve sonsuz bir kudret ile varettiği bir canlıdır. Allah Kuran”da şöyle bildirmektedir:
“Andolsun, Biz insanı, süzme bir çamurdan yarattık.
Sonra onu bir su damlası olarak, savunması sağlam bir karar yerine yerleştirdik.
Sonra o su damlasını bir alak (embriyo) olarak yarattık; ardından o alakı (hücre topluluğu) bir çiğnem et parçası olarak yarattık; daha sonra o çiğnem et parçasını kemik olarak yarattık; böylece kemiklere de et giydirdik; sonra bir başka yaratışla onu inşa ettik. Yaratıcıların en güzeli olan Allah, ne Yücedir”. (Müminun Suresi, 12-14)