14 Ağustos 2009 tarihinde yayınlanan Sansürsüz programında katılımcılardan E. Deniz Özsoy, Darwinistlerin büyük yanılgılarından biri olan endosimbiyotik hipoteze değinmiştir. E. Deniz Özsoy’un ifadeleri şu şekildedir:
Mitokondri aslında bir ökaryot atasına girmiş parazitten ibaret… Mitokondrinin zarı bakteriler gibi çift katlı ve bakterilerin düzenlendiği membran yapısına çok benziyorlar. Mitokondri DNA”sı bakteri DNA sına oldukça benziyor.
Darwinistler hücrenin yapısındaki organellerden mitokondrilerin, ökaryot bir hücrenin içine giren bir bakterinin sözde hücre ile ortak bir yaşam oluşturmasına bağlamaya çalışırlar. Bu iddianın bilimsel olarak hiçbir tutarlılığı yoktur. Bunun nedenlerini şu şekilde sıralayabiliriz:
1. Hücrelerde, lizozom adı verilen organeller bulunur. Lizozom, zarla çevrili bir organeldir. İçinde sindirim enzimleri bulunur. Hücre içi ve dışı sindirimi gerçekleştirir. Yaşlanmış organellerin ve hücrelerin parçalanmasını sağlarlar. Hücre savunmasında birinci derece etkilidirler.
Dolayısıyla Darwinistlerin iddia ettikleri şekilde bir ökaryot hücrenin içine giren bakteri, derhal sindirilerek yok edilecektir. Eğer hücre bu bakteriyi sindirecek enzimlerden yoksunsa, zaten beslenemez ve yaşamını devam ettiremez. Ayrıca saldırıların tümüne karşı savunmasız hale gelir ve yine yaşamını devam ettiremez. Yani Darwinistlerin endosimbiyoz hipotezi, yalnızca bu nedenle dahi tutarsızdır.
2. Hücreler ancak tüm organelleri ve partikülleri ile beraber var olduklarında normal işlevlerini devam ettirebilirler ve hayatta kalabilirler. Organellerinin bazıları eksik olan hücreler ya hiç canlı kalamaz ya da hastalıklı olur. Bu hücreler çoğalamaz ve çok kısa sürede ölürler. Dolayısıyla mitokondri gibi çok hayati bir organelden yoksun hücrelerin bir zamanlar var olduğu, bu şekilde yaşamaya devam ettikleri gibi dayanağı olmayan bir iddia tamamen geçersizdir.
3. Mitokondrilerin içinde de DNA bulunur. Buna mtDNA adı verilir. Fakat bu, mitokondrinin sözde bir zamanlar bakteri olduğu anlamına gelmez. Çünkü mtDNA, varlığını sürdürebilmek için, hücrenin ana DNA’sının sentezlediği proteinleri kullanmak zorundadır. Dolayısıyla mitokondrinin DNA’sı, ana hücre olmadan tek başına bir işlev sahibi olamaz.
4. Darwinistlerin endosimbiyoz iddiasının temeli, iddianın ilk ortaya atıldığı 1981 yılındaki teknoloji ile mitokondrinin bakteri hücresine benzer sanılmasına dayanmaktadır. Darwinistler mitokondrinin çift katlı membran yapısını ve DNA’sının çember şeklinde olmasını bakterilere benzettikleri için, bu organın eskiden bir bakteri olduğunu iddia etmişlerdir. Bu durum, Darwinistlerin homoloji yanılgısının bir devamıdır. (Farklı canlı türleri arasındaki yapısal benzerlikler biyolojide “homoloji” olarak adlandırılır. Evrimciler farklı canlılardaki benzer görünümlü (homolog) organları öne sürerek, bu canlıların ortak bir atadan geldiklerini savunurlar.) Söz konusu iddianın geçersizliği, çeşitli bilimsel gelişmeler sonucunda kapsamlı şekilde ortaya çıkmıştır.
Bu örnekte de Darwinistler, “Bu iki yapı birbirine benziyor. İkisinin de çift katlı membran yapısı var, ikinisinin de DNA’sı çember şeklinde. Demek ki aralarında evrimsel bir bağ var” gibi son derece yüzeysel bir bakış açısıyla yaklaşmışlardır. Bu yüzeysel bakış açısı ile, son derece kompleks olan canlı organizmaları açıklamak mümkün değildir. Bu mantık; “örümceklerin de 8 adet bacakları var, ahtapotların da 8 adet bacakları var. Demek ki aralarında evrimsel bir bağ var” demeye benzer. Farklı canlıların, benzer yapılara sahip olan bölümlerinin olması, aralarında evrimsel bir bağ olduğu anlamına gelmemektedir.
Özet olarak, endosimbiyoz iddiası, hiçbir bilimsel dayanağı olmayan bir fantazidir. Evrimcilerin kendileri de bugün bu mantık dışı hipotezin herhangi bir kanıtının bulunamayışı nedeniyle, hipotez olarak kalma zorunluluğunu itiraf etmektedirler. Daha da önemlisi, bu hipotezin hiç bir şekilde ilk hücrenin meydana gelişine dair bir açıklama getiremiyor olmasıdır. Evrimcilerin iddia ettiği ilk hücrenin ilk defa nasıl çoğaldığı sorusuna E. Deniz Özsoy’un programdaki yanıtı şu şekilde olmuştur:
Bunun nasıl çoğaldı diyecek olursanız, bizim prokaryotik organizmalar dediğimiz bakteri benzeri organizmaların oluşma sürecine kadar getirmemiz lazım, aradaki süreci vurgulayacak fosillerimiz yok, olamaz da zaten.
Böyle fosillerin olması imkansızdır çünkü Allah hücreyi, tüm organelleri ile birlikte mükkemmel bir tasarımla yoktan yaratmıştır. Hücrenin oluşumunda hiçbir ara aşama yaşanmamıştır. Bu gerçeği bilim de bugün kabul etmektedir. Olasılık hesaplarına göre, tek-hücreli organizma, o kadar karmaşıktır ki; bu karmaşık yapının, tamamen tesadüf ve rastlantıyla bir araya gelme ihtimali, 1/1078436 olarak hesaplanmıştır.
Bu, Allah’ın üstün yaratmasıdır. Her şeyin Yaratıcısı olan Rabbimiz, sebeplerden münezzehtir, yoktan var edendir.
Gökleri ve yeri yaratan, onların bir benzerini yaratmağa kadir değil mi? Elbette (öyledir); O, yaratandır, bilendir.
Bir şeyi dilediği zaman, O”nun emri yalnızca: “Ol” demesidir; o da hemen oluverir.
Herşeyin melekutu (hükümranlık ve mülkü) elinde bulunan (Allah) ne yücedir. Siz O”na döndürüleceksiniz. (Yasin Suresi, 81-83)