New Scientist Dergisi 1960lı yılların Demode Tezlerini Bilimsel Kanıt Gibi Sunmaktan Vazgeçmeli

New Scientist dergisinin 15 Mart 2003 tarihli sayısında “Birlikte Daha Güçlüyüz (Together We Are Stronger)” başlıklı bir yazı yayınlandı. James Randerson tarafından hazırlanan yazı “Darwin yanılıyor muydu? Nereye baksanız, hüküm süren bencillik değil işbirliğidir. James Randerson takım ruhunun nasıl evrimleştiğini açıklıyor” spotuyla birlikte veriliyordu. Bir başka deyişle, evrim teorisi için büyük bir çıkmaz olan bir gerçek, teori lehine bir kanıt gibi gösterilmeye çalışılıyordu.

Gerçekten de, New Scientist”in itiraf eder gibi yapıp da itiraf etmediği gibi, canlılarda görülen işbirliği ve fedakarlıklar evrim teorisiyle açıklanamayan, teoriye önemli darbe vuran faktörlerdir. Randerson’ın evrim teorisini kurtarmaya yönelik izahları ise işbirliğinin kökenini açıklayamamaktadır. Darwin için olduğu gibi, onu izleyen evrimciler için de durum aynıdır: Canlılardaki işbirliği hala evrim teorisi için en büyük sırlardan birini oluşturmayı sürdürmektedir. Randerson’ın izahları, New Scientist dergisinin iddia ettiğinin aksine konuyu açıklayamamaktadır. Bu yazıda Randerson’ın iddialarının tutarsızlıkları gösterilecektir.

Randerson, yazının başlarında türler içi ve türler arası gerçekleşen bazı işbirliği örnekleri sıralamaktadır:

  • İşçi karıncaların kendi üreme menfaatlerini bir yana bırakıp kraliçenin hizmetinde tehlikeli görevlere soyunması
  • Vampir yarasaların bazen kendileriyle doğrudan ilgili olmayan komşu yarasalar için emdikleri kanları çıkarmaları
  • Mercanlarda yaşayan poliplerin, dokularında yaşayan fotosentetik algler olmadan yaşamlarını sürdürememeleri
  • Ağaçların, köklerinde yapışık bulunan mantarlarla besin maddeleri değişmeleri
  • Termitlerin tahta sindirim yeteneklerini, sindirim yollarında yaşayan simbiyotik mikroplara borçlu olmaları
  • Doğu Afrika’da ortalama 80 üyeli yeraltı kolonileri halinde yaşayan çıplak kör sıçanlar arasında sadece bir çiftin üreyip diğerlerinin kendilerini yavruların bakımına ve yuvanın savunmasına adamaları
  • Yine Doğu Afrika’da yalıçapkını (bir balıkçıl türü) kolonisindeki üyelerin üremek yerine zamanlarını, ancak uzaktan akraba olabilecekleri üreyen çift için balık avlayarak geçirmeleri

Randerson bu örneklerden sonra şu soruları sormaktadır: “Baktığınız heryerde işbirliği vardır, peki ama başkaları için çalışıyor olmak bir organizmanın genlerini bir sonraki nesile aktarmasına nasıl yardımcı olur?….İşbirliği nasıl işler hale gelmiştir?”

Randerson, sorduğu soruda konuya getireceği açıklamanın ipuçlarını vermekte ve işbirliğini ‘genlerin aktarılmasına faydaları’ çerçevesinde sorgulayacağının sinyallerini vermektedir. Bu noktada işbirliği ve genler hakkında bilgiler vermek faydalı olacaktır. Bilindiği gibi işbirliğinde birden çok canlının belli bir amaç doğrultusunda görev paylaşımı yapmaları ve bu paylaşımı organize ve itaatkar bir şekilde sürdürmeleri söz konusudur.

Doğadaki işbirliği ileri derecede kompleks olabilmektedir. Karınca, termit ve arı gibi sosyal böcekler söz konusu olduğunda bu işbölümü organizasyonu maksimum kompleks seviyeye ulaşır. Milyonlarca canlı büyük bir uyum ve disiplin içinde koloninin günlük yaşamı içindeki görevlerini yürütürler.

Daha da ilginç olan çalışmanın genel gidişatı hakkında hiçbir bilgisi olmayan bir üyenin, her an nerede durması ve ne yapması gerektiğini bilircesine doğru hareketi yapmasıdır. Örneğin çok sayıda arının petek ördüğü sırada kalabalığın ortasında bulunan, peteğin o anki genel görünümü hakkında hiçbir bilgisi olmayan bir arı, inşaat bittiğinde anormallik ortaya koyacak hiçbir hata yapmaz. Arıların çok sayıda oldukları ve nihai bir planın her aşamasını bu şekilde hata yapmadanyerine getirdikleri düşünüldüğünde hepsinin ortak bir merkezden yönetiliyor olması gerektiği anlaşılır. Hiçbir kaos yaşanmaksızın disiplinli bir şekilde düzenli yapılar meydana getirilmesi ancak bu takdirde mümkündür.

Bu mükemmel işbirliği Darwin’in evrim teorisinin ‘felsefesiyle’ oldukça belirgin bir tezat ortaya çıkarmaktadır. Çünkü evrim teorisi doğada sürekli bir hayatta kalma mücadelesi olduğunu iddia eder. Böyle bir mücadele işbirliğiyle taban tabana zıttır: Bu mücadelede bireylerin, canlarını kurtarmak için daima kendi çıkarlarını gözetmeleri beklenecektir.

20. yüzyılda evrimciler bireyler arası mücadele fikriyle sorunu gidermenin mümkün olmadığını kabul etmek zorunda kaldılar ve işbirliğini genler seviyesinde ele alan tezler geliştirdiler. Bu tezler temelde, kardeşlerin aynı anne babadan aktarılan kromozom setlerine sahip oldukları, kardeşlerden herhangi birinin genleri sonraki nesile aktarmasının yeterli olduğu fikrine dayanır. Evrimciler bu anlamda bir bireyin kendini feda etmesinin evrime aykırı düşünülmemesi gerektiğini, kendini kardeşleri için feda eden bir canlının, genlerin sonraki nesillere aktarılmasına bir engel oluşturmadığını iddia etmektedirler. Genlerin nesilden nesile insan bedenlerinde yolculuk eden ve kendilerini korumaktan başka birşey düşünmeyen bencil varlıklar gibi düşünülmesi gerektiğini ileri sürerler.

Ancak genlere bilinç atfeden bu senaryo ‘özveriyi’ açıklayamaz. Çünkü özverili bir davranışta karşısındakinin ihtiyaçlarını bilme, ona yardımcı olmayı isteme söz konusudur. Genlerde bu gibi bilinçli, dış dünyaya yönelik bir karar mekanizmasına ait özelliklerinolmadığı ortadadır. Genler hangi canlının bedeninde bulunduklarını bilemezler. Başka canlıların bedenlerindeki genlerle haberleşemez, bulundukları canlıya mesaj göndererek onu intihar edercesine ölüme sürükleyemezler. Genler düşünme ve hissetme yeteneğinden mahrum, tamamen ‘şuursuz’ moleküllerden meydana gelmektedir. Evrimcilerin, özverinin merkezine genleri yerleştirmesi, ancak bir manav tezgahında duran meyvelerin bir alıcı tarafından başka meyvelerin seçilmesini önlemek amacıyla kendini feda ettiğini düşünmek kadar mantıksız olabilir. Çünkü ne genler ne de meyve fedakarlık hissine ve başkalarının varlığını düşünme yeteneğine sahiptir.

New Scientist dergisinde işbirliğini açıklamada başvurulan tez de, işte sözünü ettiğimiz bu tezdir: Özverinin genlere dayandığı görüşü. William Hamilton isimli genetikçiye ait olan bu tez 1963 yılında yayınlanan kitabında ortaya koyduğu matematiksel bir hesaba dayanmaktadır. Buna göre canlıların özveride bulunması diğer canlılarla arasında bulunan genetik yakınlığa dayandırılmaktadır. Hamilton kuralı adı verilen bu iddiaya göre, bir organizma başka bir organizmaya ancak B/C 1/r den daha büyükse yardım etmelidir. Bu eşitsizlikte B, alıcının daha fazla çocuk üretme yeteneği açısından elde ettiği kazanç; C, yardımcının daha fazla çocuk üretme yeteneği açısından karşılaşacağı ziyan ve r kazandıkları ortak genlerin oranıdır. (coefficient of relatedness: yakınlık katsayısı)

Bu hesaba göre bir anne ile çocuk genlerinin yarısını paylaştıkları için yakınlık katsayısının 0.5 olduğu; kuzenlerde ise bu katsayının ortalama 0.125 olduğu belirtilmektedir. Böylece bir anneye yardım edilmesi için anneye gelen faydanın çocuğa yüklenen ziyanın iki mislinden çok; kuzene yardım edilmesi için kuzene gelen faydanın kişiye yüklenen ziyanın sekiz mislinden çok olması gerektiği örnekleri verilmektedir.

New scientist dergisinde bu matematiksel modelin doğadaki bazı canlı davranışlarıyla uyumlu olduğu belirtilmekte ve Belding yer sincaplarının yakın akrabalarına yardımcı olması örnek verilmektedir. Aynı duruma sıçanlardan örnek verilmekte ve bir sıçanın, yaklaşan bir çakalı diğerlerine haber verme olasılığının, diğer sıçanların yakın akrabası olması durumunda daha yüksek olduğu belirtilmektedir.

Ancak bu “bilimsel” görünümlü rakamların pek bir anlamı yoktur. Burada örnek verilen davranışların genetik akrabalığa dayalı matematiksel modelle açıklanmaya çalışılması evrimciler adına çaresizlik ifadesinden başka bir şey değildir. Dikkat edilirse New Scientist, Hamilton modelini aktarırken şart kipi kullanmaktadır. “bir organizma başka bir organizmaya ancak B/C, 1/r den daha büyükse yardım etmelidir”. Bu nasıl olabilir? Bir karınca iri bir çekirdeği yuvaya taşımaya çalışan karıncayı gördüğünde onun kendisine genetik yakınlığını araştırmakta, karşısındakine yararını; kendisine ziyanı hesaplamakta sonra bunları birbirine bölmekte ve genetik akrabalık katsayısıyla mı kıyaslamaktadır? Bu rakamların, Hamilton”ın dışında, yani gerçek dünyada hiç bir anlamı yoktur.

Verilen örneklerde sıçanın yakın akrabalarını uyarması tüm bu hesaplamaları yaptığını mı göstermektedir? Elbette hayır. O zaman kedi-köpek kovalamacası da bu matematiksel denklem tutmadığı için mi gerçekleşmektedir? Köpek kendi genlerini kedinin genleriyle karşılaştırmakta, doğru oran tutturulamadığı için mi bu düşmanlık ortaya çıkmaktadır? New Scientist’in iddiası bir saçmalıktan ibarettir…

Ayrıca New Scientist verdiği örneklerle bu modeli baştan kendisi geçersiz kılmaktadır. Yazının başlarında dergiden aktardığımız örneklerde vampir yarasaların ve yalıçapkını kuşlarının fedakarlık örnekleri verilmekte ancak bunun ‘uzak akrabalığa’ rağmen gerçekleştiği özellikle vurgulanmaktadır. Bunlar göstermektedir ki söz konusu matematiksel model geçersizdir. İsmi de Hamilton kuralı değil ancak Hamilton hipotezi olabilir. Dahası, çürük bir hipotezdir.

Bu zoraki tezlerin temelinde evrimcilerin özverili davranışları evrimle ortaya çıkmış birer içgüdü olarak açıklama çabası yatar. Evrim teorisi, bir özelliğin doğal seleksiyon tarafından elenmeyip korunması için, mutlaka yararlı olmasını gerektirmektedir. Ama özveri, özveride bulunan birey için yararlı değil, aksine zararlı, hatta kimi zaman öldürücüdür. Dolayısıyla eğer evrim diye bir şey olsaydı, özverinin çoktan elenmiş olması gerekirdi. Ama özveri vardır; hem de tüm doğada. İşte bu çelişkiyi bir şekilde uzlaştırmak isteyen evrimciler, özveri gibi gözüken şeylerin de aslında genlere dayalı bir bencillikten kaynaklandığını ileri sürmektedirler. Hamilton”un tezinde olduğu gibi. Bunun saçma olduğu ise çok açıktır. Ne bir canlının “taşıdığım genlerin aktarılması için, benim kendimi feda etmem matematiksel olarak daha verimli” gibi bir hesabı olabilir, ne de bu canlının bedenindeki genler, “kendimizi bir sonraki nesle daha iyi aktarmak için içinde bulunduğumuz hayvana zorla fedakarlık yaptıralım” diyebilirler.

Canlılardaki özveriyi, bu gibi evrimci zorlamalarla çarpıtmadan, olduğu gibi incelediğimizde ise, önemli bir gerçek ortaya çıkar. Canlılarda, onlara kendileri için avantajlı olmayan bazı davranışları yaptıran bir “program” vardır. Kökeni evrimle açıklanamayan bu programın tek açıklaması, yaratılıştır. Canlıları var eden Allah, onlara fedakarlık da içeren bazı güdüler vermiştir. Bu güdüler genlerde veya henüz tanımlanamış bir başka etkende de olabilir. Ama her durumda, bunların evrimle açıklanması mümkün değildir ve belirli bir amaca yönelik olarak yaratıldıkları açıktır.

Bilimsel ve akılcı değerlendirmenin bizi ulaştırdığı bu sonuç, Kuran”da haber verilen gerçeklerle de uyum içindedir.

Allah Kuran”da canlılardaki davranışların kaynağının Kendi ilhamı olduğunu bildirmektedir. Bir ayette, Allah”ın balarısına insanlara yararlı olacak şekilde bal üretmesi için ilhamda bulunduğu şöyle haber verilir :

“Rabbin bal arısına vahyetti: Dağlarda, ağaçlarda ve onların kurdukları çardaklarda kendine evler edin. Sonra meyvelerin tümünden ye, böylece Rabbinin sana kolaylaştırdığı yollarda yürü-uçuver. Onların karınlarından türlü renklerde şerbetler çıkar, onda insanlar için bir şifa vardır. Şüphesiz düşünen bir topluluk için gerçekten bunda bir ayet vardır.” (Nahl Suresi 68, 69)

Sonuç

Canlılardaki işbirliği ve fedakar davranışlar evrim teorisine en büyük darbelerden biridir New Scientist’in bu durumu gidermek amacıyla ileri sürdüğü evrimci tezlerin bilimsel bir değeri yoktur. Dergi, 1960lı yıllardan kalma demode evrimci fikirleri yeni birşeymiş gibi gündeme taşıyarak Darwinizm propagandası yapmaktadır. Dergiye tavsiyemiz bu köhne söylemlerden vazgeçmesi ve canlılardaki işbirliğinin evrim teorisine büyük bir darbe indirdiğini kabul etmesidir.

Ayrıca bakınız

99 Milyon Yıl Öncesine Ait Yavru Kuş Fosili, Kuşların Evrimi Masalını Bitirdi

2014 yılında Myanmar’da 99 milyon yıl öncesine ait bir Birmanya Amberi (ağaç reçinesi) fosili bulundu. …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.