Hürriyet gazetesinin 14 Ocak 2007 tarihli Pazar ilavesinde çeşitli bilimdışı iddiaların, yakışıksız ve hakaretamiz ifadelerin yer aldığı uzun bir röportaj yayınlanmıştır. Sivas”ta yürütülen çalışmalarda elde edilen bulguların saptırılarak kamuoyuna aktarıldığı bu röportaj, yerli evrimcilerin içinde bulundukları çıkmazı ortaya koyması açısından son derece önemlidir.
Gerçekte bu kazıda bulunanların hiçbiri ara fosil değil, bilakis Yaratılış gerçeğini teyid eden tam ve eksiksiz canlılara ait fosillerdir. Röportajda Yaratılış gerçeğini teyid eden yaklaşık 9 milyon yıllık kusursuz canlı fosilleri, evrim delili gibi sunulmaya kalkışılmış, aynı zamanda bizzat evrimcilerce yalanlanmış ve rafa kaldırılmış konular bile büyük gerçeklere ulaşılmış edasıyla tekrar gündeme getirilmiştir.
Röportajda Hipparion isimli bir fosil ön plana çıkartılmış, bunun atın evrim geçirerek var olduğuna kanıt olan bir fosil olduğu iddia edilmiştir. Oysa gündeme getirilen atın evrimi konusu, gerçekte bilimsel bulgular karşısında çökmüş bir Darwinist masaldan ibarettir. Aşağıda söz konusu röportajdaki evrimci yanılgılar ortaya konulmaktadır.
Evrimcilerce bu tip haberler daha önce de yayınlanmıştır. Örneğin Temmuz 2005″te yine aynı gazetede yer alan “Özürlü Kardeşlere Darwin İncelemesi” başlıklı bir haberde, ülkemizde yaşayan ve genetik bozukluk sebebiyle el ve ayakları üzerinde yürümek zorunda kalan ve konuşamayan aynı aileye mensup altı çocuk bir evrim delili gibi gösterilmiş ve yine halkımız yanıltılmaya çalışılmıştır.
Söz konusu röportajda, ortaya konulan bulguların “Yaratılışı savunanları kudurtacağı” ifadesine yer verilmiştir. Bu düşüncedeki kimseler şunu gayet iyi bilmelidirler ki, Yaratılış Gerçeği”ni fark etmiş ve Allah”a iman etmiş insanlar daima sakin, akılcı ve tutarlı bir üslup içinde olmuşlardır. Paniğe kapılmak, taşkınlık yapmak, yaygaralar koparmak, öfke ve hased ile akılsızca tavırlar sergilemek materyalist dünya görüşü sahiplerinin davranışlarıdır. Nesli tükenmiş hayvanlar üzerinde spekülasyonlar yapan, milyarlarca yaratılış delilini görmezden gelip bilim dışı hayallerin peşinde koşan ve ürettikleri yalanların arkasına gizlenen evrimcilerin çaresiz ve zavallı hali tüm iman sahipleri tarafından ibretle izlenmektedir.
Hipparion ve At serisi
Röportajda evrim açısından çok önemli bir bulguymuş gibi tanıtılan Hipparion fosili konusunun iç yüzü şu şekildedir:
Hipparion fosili gerçekte evrimcilerin bir zamanlar baş tacı ettikleri “hayali at serisi”nin bir üyesidir. 20.yüzyılın başında oluşturulan at serisi, bazı toynaklı fosillerinin arka ve ön ayaklarındaki tırnak sayılarına ve diş yapılarına göre dizildikleri bir şemaya dayanmaktadır. Amerikalı fosil araştırmacısı Othniel Charles Marsh ile biyolog Thomas Huxley”in geliştirdikleri bu şema, on yıllar boyunca müze ve ders kitaplarında sözde evrimin tartışılmaz kanıtıymış gibi sunulmuştur. İddiaya göre, Eohippus, Orohippus, Miohippus, Hipparion ve Equus sırasını izleyen bu hayali serideki canlılar, ebatça küçükten büyüğe doğru ilerleme gösterirken tırnak sayılarında düşüş meydana gelmiştir.
Röportajda, muhtemelen son bilimsel gelişmelerden habersiz olunduğu için, Hipparion fosilinin günümüz atlarına oranla ebatça küçük olması ve bir yerine üç adet tırnak taşıması evrim kanıtı olarak öne sürülmektedir.
Ne var ki atın serisi konusu artık demode bir masaldan ibarettir. Yeni paleontolojik bulgular ve morfolojik analizler, atın evrimi senaryosunda varsayılan serinin aykırılıklar ve çelişkiler barındırdığını, dolayısıyla hiçbir bilimsel geçerliliği bulunmadığını ortaya koymuştur. Bu durum önde gelen evrimci araştırmacılarca açıkça ifade edilmiştir. Örneğin evrimci yazar Robert Milner, atın evrimi şemasının sahibi Marsh hakkında şöyle tesbitte bulunmuştur:
“…Marsh, fosillerini günümüz at türüne ulaşacak şekilde “sıraladı”. Bunu yaparken kendinden memnun bir şekilde çok sayıda tutarsızlığı ve aykırı kanıtı göz ardı etti.” (Milner, The Encyclopedia of Evolution, 1993, s. 222)
Yine bir evrimci olan Boyce Rensberger ise atın evrimi senaryosunun geçersizliğini şöyle anlatmıştır:
“Yaklaşık 50 milyon yıl önce yaşamış dört tırnaklı, tilki büyüklüğündeki canlılardan bugünün daha büyük tek tırnaklı atına bir dizi kademeli değişim olduğunu öne süren ünlü atın evrimi örneğinin geçersiz olduğu uzun zamandır bilinmektedir. Kademeli değişim yerine, her türün fosilleri bütünüyle farklı olarak ortaya çıkmakta, değişmeden kalmakta, sonra da soyu tükenmektedir. Ara formlar bilinmemektedir.” (Boyce Rensberger, Houston Chronicle, 5 Kasım 1980, Bölüm 4, s.15)
Kendisi de bir evrimci olan Amerikan Doğa Tarihi Müze”sinden paleontolog Niles Eldredge de at serisinin geçersizliği hakkında şu itirafı yapmıştır:
“Hayatın doğası hakkında her biri birbirinden hayali bir sürü kötü hikaye vardır. Bunun en ünlü örneğiyse, belki 50 yıl önce hazırlanmış olan ve hala alt katta duran atın evrimi sergisidir. Atın evrimi, birbirini izleyen yüzlerce bilimsel kaynak tarafından büyük bir gerçek gibi sunulmuştur. Ancak şimdi, bu tip iddiaları ortaya atan kişilerin yaptıkları tahminlerin, yalnızca spekülasyon olduklarını düşünüyorum. (Colin Patterson, Harper”s, Şubat 1984, s. 60)
Söz konusu röportajda, atın evrimi senaryosuyla ilgili demeçler verilirken farkında olmadan büyük bir bilgi eksikliği de sergilenmektedir. Örneğin, üç tırnaklı atların tek tırnaklı günümüz atının atası olduğu iddia edilmektedir. Bu iddiaya göre “tek tırnaklı atların üç tırnaklı atlardan önce yaşamamış olması” gerekmektedir. Oysa durum böyle değildir.
National Geographic dergisinin Ocak 1981 sayısında yayınlanan bir habere göre araştırmacılar ABD”nin Nebraska eyaletinde, bir volkan patlaması sonucu aniden lav altında kalmış ve iskeletleri günümüze kadar korunmuş binlerce canlının fosillerini ele geçirmişlerdir. Yaşları 10 milyon yıllık olan fosiller arasında üç tırnaklı ve tek tırnaklı atların bir arada bulunduğu görülmüştür. (Voorhies M.R., “Ancient Ashfall Creates a Pompei of Prehistoric Animals,” National Geographic, Vol. 159, No. 1, January 1981, ss.67-68,74; “Horse Find Defies Evolution” Creation Ex Nihilo 5(3):15, January 1983, http://www.answersingenesis.org/docs/3723.asp) Bu canlıların bir arada yaşıyor olması, birinin ötekinin atası olduğu iddiasını da çürütmüştür.
Atın evrimi senaryosuna dahil edilmiş olan tüm canlılar birbirinden farklı canlılardır. Bu sıralamaya dahil edilen ve soyu tükendiği iddia edilen Okapi isimli canlının da, günümüzde yaşayan örneği bulunmuş ve canlının daha çok zebra benzeri bir hayvan olduğu anlaşılmıştır. Bu durum hayali at serisini bir kez daha tamamen geçersiz kılmaktadır.
Görüldüğü gibi atın evrimi senaryosu çöpe atılmış bir Darwinist masaldan ibarettir ve Hürriyet Gazetesi yanılmaktadır.
Hürriyet Gazetesi”nin Zürafa Yanılgısı
Röportajda, bulunan fosiller arasında yer alan bir zürafa fosilinin boyca günümüzdeki örneklerinden kısa olduğu ifade edildikten sonra “o dönemde bitki örtüsü zengin olduğu için beslenmesi daha kolaydı muhtemelen, boynunun uzun olması gerekmiyordu” yorumu yapılmakta ve başka bir yanılgı ortaya konmaktadır.
Modern bilimin bulgularına göre, gerçekte zürafalar arasında yükseklere uzanmak için bir rekabet yoktur ve bu da göstermektedir ki uzun zürafaların hayatta kalarak sözde evrimleşebileceğini iddia eden Darwinist senaryo, gerçekdışı bir hayalden ibarettir. Uppsala Üniversitesi zoologlarından Robert Simmon 1996 yılında yayınlanan bir makalesinde şunları yazmıştır:
“Çevreye aşırı morfolojik uyumun klasik bir örneği, zürafanın boynudur. Biyologların çoğu, Darwin”den bu yana, bu özelliği diğer memeli geviş getirenlerle rekabete atfetmişlerdir. Ancak, uzun boynun muhafazası için günümüzden kanıtlar aradığımızda, (beslenme rekabetinin en yoğun olması gereken) kuraklık sezonunda zürafaların genellikle alçak çalılardan beslendiğini görürüz, uzun ağaçlardan değil. Dişiler zamanlarının %50″sinden çoğunu boyunları yatay şekilde beslenerek geçirirler; Hem erkek hem de dişiler boyunları eğik şekilde olduğunda daha hızlı beslenirler ve genellikle de beslenmeleri bu şekildedir. Ve diğer geviş getirenler nadiren yüksekliğe taksim edilmiş beslenme gösterirler.” (Simmon, R.E. and Scheepers, L. “Winning by a Neck: Sexual Selection in the Evolution of Giraffe” The American Naturalist (1996) 148 sf. 771-786)
Görüldüğü gibi zürafaların gerçekte -kuraklık döneminde bile- üst yapraklar için rekabet etme davranışı bulunmamaktadır. Simmons bu gerçeğe dayanarak aynı makalesinde, standart [Darwinist] açıklamanın “abartılı bir masaldan başka birşey olmayabileceğini” ifade etmektedir. (Simmon, R.E. and Scheepers, L. “Winning by a Neck: Sexual Selection in the Evolution of Giraffe” The American Naturalist (1996) 148 sf. 784) Dolayısıyla zürafanın boyu hakkında söylenenler, hiçbir bilimsel gerçekliği olmayan bir masaldan ibarettir.
İnsanın Evrimi Aldatmacası
Röportajda, insanın sözde evriminin çözüldüğü iddia edilmekte, bunun doğrusal bir çizgi olarak değil de karmaşık bir çalı görünümünde haritalandırılabileceği belirtilmektedir.
Oysa insanın evrimi diye bir şey hiç olmamıştır. İnsanın evrimi senaryosu artık çökmüştür. Evrimciler arasında ateşli tartışmalar ve spekülasyonlar hala sürmektedir ve onlar adına durum bugün, daha önce olduğundan daha karmaşıktır.
Aslında röportajda ismi geçen Prof. Erksin Güleç de evrimin açmazı senaryosunun bir zan, tahmin ve karmaşadan ibaret olduğunu kendisi belirtmektedir. Örneğin Bilim ve Gelecek dergisinin Haziran 2005 sayısında yayınlanan yazısında şunları dile getirmiştir:
“Paleoantropologlar arasında Hominidae ailesindeki türlerin filogenetik tanımlamalarına dair henüz bir konsensüs (fikir birliği) oluşmamıştır… 1891″den bugüne kadar insanın soyağacı üzerine morfometrik, kladistik, taksonomik ve filogenetik birçok çalışma ve hipotez üretildi ancak paleoantropologlar arasında henüz bir anlaşma sağlanamadı.” (Erksin Güleç ve Ferhat Kaya, İnsanın evrimsel varoluşu ve Homo floresiensis, Bilim ve Gelecek, Haziran 2005)
Görüldüğü gibi Prof. Güleç, insanın evrimi senaryosunun içinde bulunduğu durumu çok yakından bilmektedir.
Nitekim aynı yazıda; dik yürümeye uyum, beynin gelişmesi ve aletlerin yapımının bulgulardan izlenebilir olduğunun ve hepsinin bilindiğinin öne sürülmesi de tümüyle yanıltıcıdır. Evrimciler körükörüne inandıkları bu hayali süreçlerle ilgili hiçbirşey bilmemektedirler. Bu konuda evrimci antropolog Elaine Morgan”ın şu itirafı dikkat çekicidir:
“İnsanlarla (insanın evrimiyle) ilgili en önemli dört sır şunlardır: 1) Neden iki ayak üzerinde yürürler? 2) Neden vücutlarındaki yoğun kılları kaybettiler? 3) Neden bu denli büyük beyinler geliştirdiler? 4) Neden konuşmayı öğrendiler?
Bu sorulara verilecek standart cevaplar şöyledir: 1) Henüz bilmiyoruz. 2) Henüz bilmiyoruz. 3) Henüz bilmiyoruz. 4) Henüz bilmiyoruz. Sorular çok daha artırılabilir, ama cevapların tekdüzeliği hiç değişmeyecektir”. (Elaine Morgan, The Scars of Evolution, New York: Oxford University Press, 1994, s. 5)
Evrimcilerin Değişmeyen Masalı: Kayıp Halkalar Bulundu
Röportajda “Evrim teorisiyle ilgili eksik halka kaldı mı?” sorusuna cevaben “Hemen hemen kalmadı. 1990’lardan itibaren o kadar çok parça bulundu ki, her biri bir eksiği tamamladı” şeklinde iddialı bir cevap verilmektedir.
Bu sözler ancak paleoantropoloji hakkındaki gerçekleri bilmeyenler üzerinde etkili olabilecek bir aldatmacadan ibarettir. Paleoantropolojiyle birazcık olsun ilgilenen herkes bilir ki, başlangıçta evrimcilerce kayıp halka olarak karşılanan fosiller gürültülü bir medya tantanasıyla halka duyurulmakta, ancak bunlar, evrimcilerin hayalgücünden başka birşeye dayanmadığı için kısa süre sonra yeni bulgular karşısında insanın hayali soyağacından çıkarılmaktadırlar. Yeni fosiller insanın evrimi senaryosunu aydınlığa değil, daima karanlığa sürüklemişlerdir.
ABD”nin en önde gelen paleontologları arasında yer alan Harvard Üniversitesi”nden Niles Eldredge ve Amerikan Doğa Tarihi Müzesi”nden Ian Tattersall bu durumu şöyle ifade ederler:
“Canlıların evrimsel tarihlerinin bir keşif meselesi olduğu düşüncesi, bir efsanedir. Eğer öyle olsaydı, ne kadar çok hominid fosili bulursak, insanın evrimi hikayesinin de o kadar açık hale gelmesi gerekirdi. Oysa eğer bir şey olduysa, bunun tam tersi olmuştur.” (Niles Eldredge, Ian Tattersall, The Myths of Human Evolution, ss.126-127)
İlginç bir şekilde bu gerçeği dile getiren diğer bir evrimci otorite, sözkonusu röportajda da ismi geçen California Üniversitesi paleoantropologlarından Tim White’tır. White, Discovering Archaeology dergisinde yayınlanan bir makalede, yeni bulunan fosillerin hayali soyağacındaki yerinin hiçbir zaman sabit olmadığını şu sözlerle ifade etmiştir:
“Belki de bilimin hiçbir alanı insanın kökenini bulma çabalarından daha fazla tartışmalı değildir. Seçkin paleontologlar insan soyağacının en temel hatları üzerinde bile anlaşmazlık içindeler. [Sözde] Yeni dallar büyük patırtı ile oluşturulur, ancak yeni fosil bulguları karşısında geçerliliğini kaybedip yok olurlar. (Robert Locke, “Family Fights” Discovering Archaeology, July/August 1999, pp. 36)
Evrimciler ideolojik olarak bağlı oldukları evrim teorisinin gerçek olduğuna inanmak isteyebilir, hatta psikolojik bir yanılsama içinde durumun böyle olduğunu da öne sürebilir. Ancak yukarıdaki itirafların da ortaya koyduğu gibi, insanın evrimi senaryosu hiçbir geçerliliği olmayan hayali bir senaryodur.
Evrimcilerin İnkarda Israrına Bir Örnek
Sözkonusu ropörtajda evrimci yanılgıların yanısıra, evrimcilerin, Allah’ın varlığının delillerini inkarda ne denli ısrarcı olduklarının da bir işareti görülmektedir. Ropörtajda, insan ve diğer canlıların fizyolojisinin temelde aynı tip proteinlere dayalı olması yaratılış aleyhinde sözde bir kanıt olarak yorumlanmaktadır. Yaratılış olması durumunda insanda özgün (özel) proteinlerin bulunması gibi bir şart koşulmaktadır.
Bu sözler, evrimcilerin gözlerinin önündeki yaratılış delillerini ne olursa olsun kabullenmek istemediklerini gösteren son derece çarpıcı ifadelerdir.
Bir protein, son derece kompleks yapıda bir makromoleküldür. 20 tipte aminoasitin özel bir dizilimle dizildiği ve ortalama 400 kadar halkadan meydana gelen bir zincir gibidir. Bu, öyle hassas bir dizilimdir ki, tek bir amino asitin bile eksilmesi veya yerinin değişmesi o proteini işe yaramaz hale getirir. Dolayısıyla her amino asit, tam gereken yerde, tam gereken sırada yer almalıdır. Böylesine hassas bir dizilimin rastlantısal olarak dizilme ihtimali üzerinde yapılan matematiksel hesaplamalar, yaşamın yapıtaşını oluşturan bu moleküllerin tek bir tanesinin dahi tesadüfen oluşmasının “imkansız” olduğunu ortaya koymaktadır. Matematikçiler, ortalama bir protein molekülünün tesadüflerle ortaya çıkma ihtimali 10 üzeri 950’de 1 (Bu sayı pratikte “0 ihtimal” anlamına gelir.) olarak hesaplamış ve böylece Darwinizm’e en büyük darbelerden birini vurmuşlardır. (Bu hesapların detayı hakkında bkz.
http://www.darwinizminsonu.com/m_biyoloji_06.html )
Proteinler açıkça yaratılışı kanıtladığı halde onların insan ve diğer canlılarda temelde aynı tipte mevcut bulunmasını inkarlarına bir mazeret olarak öne sürmeleri, evrimcilerin hangi mucizeyi görürlerse görsünler inanmayacaklarının bir delilidir.
Allah inkarcıların bu özelliğini bir Kuran ayetinde şöyle bildirir:
“Onlardan seni dinleyenler vardır; oysa biz, onu kavrayıp anlamalarına (bir engel olarak) kalpleri üzerine kat kat örtüler ve kulaklarında bir ağırlık kıldık. Onlar, hangi “apaçık-belgeyi” görseler, yine ona inanmazlar. Öyle ki, o inkâr etmekte olanlar, sana geldiklerinde, seninle tartışmaya girerek: “Bu, öncekilerin uydurma masallarından başka bir şey değildir” derler.” (Enam Suresi, 25)
Evrimcilerin Yıpranan Sinirleri!…
Evrim teorisinin ülkemizdeki bir avuç savunucusundan olan Prof. Güleç”in söz konusu röportajdaki ifadeleri, Yaratılış gerçeği karşısında yenilgiye uğrayan evrimcilerin hüsran ve yıkım psikolojisinin açık izlerini taşımaktadır. Örneğin Prof. Güleç, kendisine sorulan “Bir ankete göre Türkiye”deki biyoloji ve fen öğretmenlerinin yarısından fazlası evrim kuramını ya tam olarak ya da hiç benimsemiyor. Bu sizce tedirgin edici mi?” sorusuna “Sinir bozucu!” şeklinde cevap vermekte, evrimcilerin ülkemizdeki yenilgisinin kendisi üzerinde nasıl bir etki meydana getirdiğini itiraf etmektedir.
Ayrıca iddialarını ortaya koyarken abartma, yakınma, çaresizlik, sataşma gibi ruh hallerinden geçmekte, bilim adamı olmanın gerektirdiği tavırlardan son derece uzak bir tutum sergilemektedir. Tüm bunların, sözünü ettiği sinirbozukluğundan kaynaklandığı açıktır.
Oysa bu sinir bozukluğu tamamen yersizdir. Darwin döneminin ilkel bilimsel ortamında geliştirilmiş olan ve bilgi yetersizliği ortamında hayalgücü, önyargı, spekülasyon, gözboyama ve demagoji taktikleriyle ayakta tutulmuş olan evrim teorisi ve bağrında yer aldığı materyalist ideoloji, modern bilimin bulguları karşısında artık çökmüş durumdadır. Mikrobiyoloji, genetik, moleküler biyoloji, sitoloji, histoloji, tıp, fizyoloji ve biyomatematik gibi çok sayıda bilimsel disiplinden elde edilen bulgular, yaşamın olağanüstü bir komplekslik sergilediğini ve bu özelliğin tesadüfi doğal süreçlerle açıklanmasının imkansız olduğunu ortaya koymuştur. Fosil kayıtlarından elde edilen paleontolojik bulgular da evrim teorisinin gerektirdiği araformların ancak evrimcilerin hayallerinde var olduğunu, türlerin ayrı ayrı yaratıldıklarını kanıtlamıştır.
Bugün dünya büyük bir değişim içindedir. Ateizm hızla gerilemekte, insanlar kendilerini yoktan var eden Yüce Allah”ın muhteşem yaratışına şahitlik etmekte ve O”na yönelmektedirler. Evrim teorisinin savunucuları, onu ancak ideolojik olarak benimseyen ve sayıları giderek azalan felsefi materyalistlerle sınırlı kalmıştır. Ülkemiz başta olmak üzere tüm dünya genelinde kamuoyu evrim teorisiyle ilgili gerçekleri öğrenmekte, tarihin en büyük bilim sahtekarlığı olarak ortaya çıkan bu yanılgıdan yüzçevirmektedir.
Evrim teorisinin iddiaları birer birer çürütülmüşken, Darwinizm”e sadakatle bağlanmanın, çürütülmüş hikayeleri gündeme taşıyarak gözboyamaya çalışmanın büyük bir zaman, kaynak ve emek israfı olduğu açıktır.