Bilim Ve Teknik Dergisinden Evrimci Saçmalıklar:””Vücudu Yeniden Tasarlama”” Komedisi

Bilim ve Teknik dergisi, Nisan 2001 sayısında, Scientific American dergisinden tercüme ettiği bir makale yayınladı. “Uzun Yaşamak İçin Evrimleşmiş Olsaydık” başlıklı makale, insanın vücudunun sözde nasıl daha iyi tasarlanabileceğine dair “tezler” içeriyordu.

Aslında bu tezlerin her birinin ayrı bir zırva olduğu biraz dikkatle hemen anlaşılıyordu. Örneğin tezlerin sahibi olan evrimciler, “insanın nefes borusunun ağzına açılması, bu boruya bazen su kaçmasına sebep olmaktadır” diye düşünmüşler ve sözde “daha iyi” bir tasarım öne sürmüşlerdi: Nefes borusu ağıza değil de, daha yukarıdaki buruna doğru açılmalıydı… Ancak bu tasarımın bir sorunu vardı: Eğer böyle olsa, insan ne konuşabilir ne de ağzıyla nefes alabilirdi!

Bilim Teknik“in kaynağı olan Scientific American dergisi, “bu tasarım biraz rötuş gerektirecek, çünkü ağızdan nefes almayı ve konuşma yeteneğini engelleyecek” (the design would need refining, though, because it would disrupt breathing through the mouth and the ability to speak) diyerek bu saçmalığı itiraf etmişti aslında. Bilim ve Teknik dergisi yazarı ise, kendince küçük bir uyanıklık yapıp, “engellemek” anlamına gelen “disrupt” kelimesini “etkilemek” diye çevirmiş ve böylece ortadaki saçmalığı biraz kamufle etmek istemişti.

Ancak yazıdaki saçmalıkların gizlenebilecek bir yönü yoktu.

Yaşlanmak, Özel Yaratılmış Bir Süreçtir

Bilim ve Teknik“teki sözkonusu makalenin temel mantığı, yazıda geçen “evrimin bize kazandırdığı özelliklerin uzun bir yaşama elverişli bir beden sağlamaması” ifadesinden anlaşılabilir. Yani buradaki evrimci iddia, insan bedeninin çok uzun yaşamaya yönelik bir tasarıma sahip olmadığı ve yine yazıda geçen ifadeyle “yaşlandıkça ortaya çıkan defoların” evrime bir delil oluşturduğu şeklindedir.

Oysa bu iddianın hiç bir bilimsel ve akılcı temeli yoktur. İnsan bedeninin yaşlandıkça kusurlar ve hastalıklar çıkarması, Bilim ve Teknik yazarlarının sandıkları gibi, “evrim lehinde, yaratılış aleyhinde” bir delil değildir. Çünkü yaratılmış olan bir beden, yine yaratılış amacına uygun olarak, özellikle yaşlanmaya, kusurlar ve hastalıklar çıkarmaya başlar.

Nitekim Kuran”a göre insanın eksikliklerinin önemli bir hikmeti budur. Bir ayette “Allah sizden hafifletmek ister: (Çünkü) insan zayıf olarak yaratılmıştır” buyrulur (Nisa Suresi, 28) ve insanın zaafları hatırlatılır. Bir başka ayette ise, insanın yaşlanmasının Allah”ın belirlediği bir plan üzere olduğu bildirilmektedir:

“Allah sizi yarattı, sonra sizi öldürüyor, sizden kimi de, bildikten sonra bir şey bilmesin diye, ömrün en aşağı ucuna (yaşlılığa) geri çevrilir. Şüphesiz, Allah bilendir, her şeye güç yetirendir.” (Nahl Suresi, 70)

Yaratılış, insanın hiç hastalanmayacak, hiç yaşlanmayacak, hiç kusur ve eksiklik göstermeyecek bir bedenle yaratıldığı anlamına gelmemektedir ki, yaşlılık, hastalık ve kusurlar “evrim lehinde” bir delil olsun. Aksine bunlar, özel yaratılmış süreçlerdir.

Evrimciler, evrim teorisi lehinde bir iddia öne sürmek istiyorlarsa, yapmaları gereken şey, canlıların tesadüfen ortaya çıktıkları iddiasına kanıt bulmaktadır. Örneğin insanın solunum sisteminin, beslenme sisteminin, duyma sisteminin, kemik yapısının, eklemlerinin, boşaltım sisteminin nasıl olup da “evrim mekanizmalarıyla (mutasyonla ve doğal seleksiyonla) ortaya çıktığını açıklamalıdırlar. Bunu ise elbette yapamamaktadırlar, çünkü bu organ ve sistemler, “indirgenemez komplekslik” özelliğine sahip olan yapılardır ve evrim mekanizmalarıyla aşama aşama gelişmeleri imkansızdır.

Bu gerçek, “eğer birbirini takip eden çok sayıda küçük değişiklikle kompleks bir organın oluşmasının imkansız olduğu gösterilse, teorim kesinlikle yıkılmış olacaktır” diyen Darwin”in endişe ettiği gibi, evrim teorisini temelinden yıkmıştır. (Charles Darwin, The Origin of Species: A Facsimile of the First Edition, Harvard University Press, 1964, s. 189)

Evrimciler ise bu çöküşü gizlemek için propaganda yöntemlerine bel bağlamışlardır. Bilim ve Teknik“in Scientific American“dan aktardığı çocuksu çizimler, bu propaganda yöntemlerinin bir örneğidir. Çizimlerin her birinde, insan vücudunun bir kısmı ele alınmış ve “şu şekilde olsa daha iyi olurdu” gibi, tamamen spekülasyondan oluşan ve cehalet dışında bir temeli bulunmayan iddialar öne sürülmüştür.

Her biri ayrı bir zırva olan bu iddiaların biri, girişte belirttiğimiz “nefes borusunun buruna bağlanması” tezidir. Diğerleri ise şöyle sıralanabilir:

Daha kısa bir boy, yeni kaburgalar, daha kalın omurlar, daha büyük kaslar, yağlar ve kemikler:

Bilim ve Teknik“teki yazıda, bu şekildeki bir insanın “daha sağlam” olacağı önü sürülmüştür. Oysa bu yapıdaki bir insanın değil hareket etmesi, yatağından kalkabilmesi bile mümkün değildir. Son derece hantal bir yapıya sahip olacak bu bedenin “daha iyi bir tasarım” olduğunu öne sürmek, şaşırtıcı bir mantıksızlık örneğidir.

Diz Kapağı Olmayan Diz Eklemi:

Bilim ve Teknik“teki evrimci zırvaların bir diğeri, diz kapağının kaldırıldığı “yeni diz eklemi tasarımı”dır. “Geriye doğru bükülebilen diz dizaynı” diye ortaya atılan bu çizimin anatomik yönden ciddiye alınabilecek hiç bir yönü yoktur. Çünkü diz kapağı olmayan bir diz fonksiyonel olamaz. Bacağın ön yüzünde bulunan kasların tutunabileceği tek yer olması nedeniyle, hareketli bir kemik olan diz kapağının varlığı şarttır. Aksi takdirde insanın yürümesi, ayakta durması hatta ayağını yataktan aşağı indirmeye çalışması bile mümkün olamaz. Bu “tez”, yazıyı hazırlayan ve yayınlayan evrimcilerin tıbbi cehaletinden başka hiç bir anlam taşımamaktadır.

Retinanın Tasarımı

Bilim ve Teknik“teki makalede öne sürülen bir diğer tez, insan gözünün tasarımıyla ilgilidir. Yazıda, gözdeki nöronların birleşerek optik sinir halinde retinayı terk etmesi “kötü bir tasarım” olarak gösterilmiş, nöronların retinanın içinden her noktada arkaya doğru geçirilmesinin ise daha iyi olacağı iddia edilmiştir.

Bu yorum da, yine tam bir bilgisizlik ve yüzeysel düşünce örneğidir.

Bunu anlamak için retinanın yapısını iyi bilmek gerekir. Retinada, ışığı algılayıp elektrik sinyaline çeviren fotoreseptör hücreler arka tarafa, yani retinal epitele ve koroidal kan odacıklarına doğru bakarlar. Bu yerleşim, görüntüyü beyine ileten sinirlerin, ışık ile fotoreseptörler arasında kalmasını gerektirir.

Evrimciler bir süredir bu tasarımı gündeme getirmekte ve “verimsiz” olduğunu ileri sürmektedirler. Oysa bu iddiaların tek kaynağının bilimsel cehalet olduğu ortaya çıkmıştır. Bu konuyu ilk kez gündeme getiren kişi, dünyada Darwinizmin ve ateizmin bir numaralı temsilcisi olarak bilinen İngiliz zoolog Richard Dawkins”tir. Dawkins, retina hücrelerinin ön tarafa, yani ışık yönüne doğru dönük olmasının daha verimli olacağını ileri sürmüş, gözün mevcut tasarımının “hatalı” olduğunu iddia etmiş ve bunu yaratılışa karşı bir delil gibi göstermiştir. Oysa gözün yapısının daha yakından incelenmesi, Dawkins”in iddiasının tamamen aldatmaca ve gözboyama olduğunu ortaya koymuştur. Gözdeki fotoreseptör hücrelerin ışığa doğru değil de, arkadaki retina tabakasına dönük olmalarının nedeni, bu hücrelerin yoğun oksijen ihtiyacının karşılanmasıdır. Işığı sürekli olarak kimyasal enerjiye çeviren bu hücreler, insan vücudunda en çok oksijen tüketen hücrelerdir. (Oksijen tüketimleri kalp kaslarındaki hücrelerin 3 katıdır.) Bu yüksek oksijen ihtiyacını karşılamak için, fotoreseptör hücrelerin hemen arkasında çok yoğun bir damar tabakası bulunmaktadır ve bu tabaka bu hücreleri beslemektedir. Araştırmalar bu hücrelerin, Dawkins”in iddia ettiği gibi “ışığa doğru” yönelmeleri durumunda, oksijensiz kalacaklarını ve görev yapamayacaklarını ortaya koymuştur. (Michael J. Denton, “The Inverted Retina: Maladaptation or Pre-adaptation?”, Origins & Design, 19:2; George Ayoub, “On the Design of the Vertebrate Retina” Origins & Design 17:1)

Bilim ve Teknik dergisindeki makalede gözün tasarımı hakkında ileri sürülen iddia ise, Dawkins”in çürümüş iddiasının yeni bir versiyonu niteliğindedir. Bu kez de evrimciler, hücre sinirlerinin retina tabakasını tek bir noktadan (kör noktadan) değil, ayrı ayrı terk etmelerinin daha iyi bir “tasarım” olacağı iddiasındadırlar. Oysa bu da son derece hatalı bir varsayımdır.

Eğer sözkonusu tasarım gerçekleşmiş olsa, bu takdirde fotoreseptörlerin arasından geçmeye çalışan nöronlar, görme keskinliğini tamamen azaltacaktır. Her nöronun görme yeteneği azalacak ve sonuçta insanın görme yeteneği kısıtlanacaktır. İnsan gözünün mevcut tasarımında ise, sinirler sadece tek bir noktadaki (kör noktadaki) görüşü engellemekte, bu da zaten beyin tarafından görüntünün doldurulması yoluyla telafi edilmektedir.

Kısacası insan retinası bu şekilde derinlemesine incelendiğinde, mevcut tasarımının, olabilecek en ideal tasarım olduğu anlaşılmaktadır. Evrimcilerin, gözün kökeni hakkında hiç bir açıklama öne süremezken, gözün tasarımını kendilerince eleştirmeye kalkmaları ve bunu yaparken de bu şekilde komik duruma düşmeleri, evrim teorisinin çöküşünün ilginç bir ifadesidir.

Boşaltım Sistemi: Akılları Durduran Tasarım

Bilim ve Teknik“teki makalede “hatalı tasarım örneği” gibi gösterilen bir diğer organ, boşaltım sisteminin en önemli parçası olan mesanedir.

Boşaltım sistemi gerçekte bir tasarım harikasıdır. Böbrekten her dakika damla damla üretilen atık sıvı, bir rezervuar niteliğindeki mesanede biriktirilmektedir. Böylece banyoda yaşamak zorunda kalmaz, günlük faaliyetlerimize ara vermeden devam edebiliriz. Mesanenin sahip olduğu esneyebilen kastan duvarları sayesinde, yalnızca kapasitesi dolduğunda uyarılırız. Böylece sfinkter adı verilen kasın isteğimiz doğrultusunda gevşemesi boşaltım için yeterli olur. Bu tasarımın rahatımız hedeflenerek yaratılmış olduğu çok açıktır.

Bilim ve Teknik dergisindeki “alternatif vücut” çizimlerinde ise, boşaltım sistemimize yeni bir ekleme yapılamamış, sadece var olan bağlar ya da kaslar kalınlaştırılmıştır. Boşaltım sistemi o denli mükemmeldir ki, evrimciler bu sistem hakkında öne sürecek hayali bir düzenleme dahi bulamamışlardır.

Prostat bezinin yerinin değiştirilmesi “tezi” ise yine mantıksızdır. Bu bezin yeri farklı olsaydı, fonksiyonları olumsuz yönde zayıflatacaktı. Prostat bezinin içerdiği milyonlarca salgı bezi hücresi, testesteron hormonu ile birlikte spermlerin içinde yüzebilecekleri bazik sıvıyı üretmek ve tüm üretranın nemlendirilmesinden sorumludur. Bu görevini ise ürettiği salgıları çevrelediği üretraya devamlı bırakarak yerine getirir. Testislerden kanallarla kendine ulaştırılan spermleri uygun sıvılarla birleştirip hemen üretraya bırakması ise insan soyunun devamı için zorunlu bir fonksiyondur. Bu nedenle prostatın üretra ile devamlı yakın temasta olması gerekmektedir.

Sonuç

Evrimcilerin insan vücudunun tasarımı hakkında son 100 yıldır öne sürdükleri iddialar sıralansa, kalın bir “bilimsel hurafeler” kitabı oluşurdu. Öne sürdükleri iddiaların birer cehalet ürünü olduğu ise her defasında ortaya çıkmıştır. 20. yüzyılın başında insan vücudundaki pek çok organı “işe yaramayan körelmiş organlar” diye tanıtmışlar, oysa bu organların önemli işlevleri bir bir keşfedilmiştir. DNA”nın büyük bölümünü “Junk DNA” (Boş DNA) ilan etmişler, bu iddia da son genetik bulgularla çürümüştür. Scientific American“da yayınlanan ve Bilim ve Teknik yazarlarının büyük bir hevesle tercüme edip yayınladıkları makale ise, bu bilimsel hurafeler zincirinin yeni bir halkası olmuştur. Makalede çizilen hayali insanın, eğer gerçekten var olsa, ne gibi sorunlarla karşılacağı ve ne gibi hastalık ve kusurlardan muzdarip olacağı meçhuldür.

Bunu bu saçma teoriyi ortaya atanlar da bilmekte ve zaten umursamamaktadırlar. Tek yaptıkları şey, biraz hayalgücü çalıştırıp fantaziler üretmek olmuştur. Örneğin insan kulağının yerine, “daha iyi duymayı sağlayacak sivri ve büyük kulaklar” hayal etmişlerdir. Bir başkası da, “daha da iyi duymayı sağlayacak fil kulakları” hayal edebilir. Bir başkası da “uçmamızı sağlayacak kanatlar” öne sürebilir. Amaç bilim değil de hayal kurmak olunca, öne sürülemeyecek teori yoktur.

Ancak dikkat edilirse, tüm bunlar evrim teorisinin ne kadar büyük bir çöküş içinde olduğunu belgelemektedir. Hiç bir evrimci, insan organlarının nasıl var olduğunu açıklamaya yanaşmamaktadır. Tek yaptıkları şey, evrim adına hayal kurmaktan ibarettir. Çünkü zaten evrimin kendisi bir hayaldir.

Gerçek ise yaratılıştır. Tüm canlılar ve insanoğlu, “yaratıcıların en güzeli” olan (Müminun Suresi, 14) Yüce Allah tarafından yaratılmıştır.

Ayrıca bakınız

Video – Yuval Noah Hararı’nin SAPIENS Adlı Kitabındaki Bazı İddialara Cevap 4 – “Geçmişte insanın pek az şey ürettiği” iddiası

Harari ve diğer evrimcilerin bir iddiası da “geçmiş nesillerin çok az şey ürettiği” yönündedir. Bunu …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.