Bilim ve Teknik dergisinin Mayıs 2005 sayısında “Yüze mi Güvenmeli, Kafatasına mı?” başlıklı bir haber yayınlandı. Haberde, antropologlar Kaerina Harvati ve Tim Weaver tarafından geliştirilen yeni bir karşılaştırma tekniği duyuruluyordu. Araştırmacıların bu tekniği, kafatasındaki üç bölgeyi; beyin kabı, yüz ve temporal kemiği (şakak, kulak ve üst çene ekleminin kesişim bölgesinde yer alan kemik) genetik ve çevresel etkilerin nasıl etkilediğini anlama amacıyla geliştirdikleri anlatılıyor ve çalışmalarında kullandıkları veri tiplerinden bahsediliyordu. Yazıda aynı zamanda, Neandertallerle ilgili bir evrimci iddiaya da yer veriliyordu. Harvati ve Weaver, bu yeni yöntemle değerlendirdikleri Neandertal kemiklerinin, Homo sapiens’ten ayrı bir türü temsil ettiğini öne sürüyorlardı.
Neandertal Adamı, ismini ilk bulunduğu bölgeden (Almanya”nın Dusseldorf kenti yakınlarındaki Neander vadisi, 1856) alır. Bilimsel ismi Homo sapiens neanderthalensis’tir. Geriye doğru bir alına, belirgin olmayan bir çene ile iri bir burna sahiptir. Günümüzden yaklaşık 30.000 yıl önce belirlenemeyen bir nedenden dolayı ortadan kalktığı düşünülmektedir. Neandertallerin gerçek bir insan ırkı olduğu gerçeği artık birçok evrimci tarafından kabul edilse de bazıları hala bunları soyut düşünceden yoksun ilkel mağara adamları olarak gösterme eğilimindedirler. Oysa Neandertal anatomisi ve kültürü hakkında son yıllarda ele geçirilen çok sayıda bulgu, bu eğilimin hiçbir temeli olmadığını, bu insanların gerçek bir insan ırkı olduklarını ortaya koymuştur.
Uzun yıllar Neandertal anatomisini inceleyen Erik Trinkhaus isimli uzman Neandertaller hakkında vardığı sonuçları şöyle açıklamaktadır:
“Neandertal kalıntıları ve modern insan kemikleri arasında yapılan ayrıntılı karşılaştırmalar göstermektedir ki, Neandertallerin anatomisinde ya da hareket, alet kullanımı, zeka seviyesi veya konuşma kabiliyeti gibi özelliklerinde modern insanlardan aşağı sayılabilecek hiçbir şey yoktur” 1
Son çalışmada ortaya konan iddiaya gelince, antropologların geliştirdiği teknikler, kendi başlarına hiçbir şey söylemeyen araçlardır. Bu teknikler sadece şu veya bu kemiğin birbirine ne ölçüde yakın olduğu hakkında bilgiler sağlar. Bu yakınlıkların hangi derecede ayrı bir türün sınırı olacağını ‘yorumlayanlar’ ise araştırmacılardır. Söz gelimi herhangi bir anatomik kriter açısından Homo sapiens ile Neandertal insanı arasında 3 birim farklılık saptandığı bir durumda, tür sınırını 5 birim olarak alan bir araştırmacı, bu farklılığın ırksal seviyede olduğunu, Neandertal insanının Homo sapiens’ten ayrı bir tür olarak değerlendirilmesi için bir sebep bulunmadığını savunabilir. Aynı durumda, sınırı 2 birim olarak kabul eden bir başka araştırmacı ise bunların ayrı türlere ait olduğunu öne sürebilir. Evrimciler, Homo sapiens’in, birçok türün dahil olduğu bir evrimsel mücadele sonunda ortaya çıktığı hikayelerinin etkisiyle, buldukları yeni fosilleri ayrı türler addetme eğilimindedirler.
Dolayısıyla Neandertal ve Homo sapiens’in birbirlerinden ayrı türler olduğu yönündeki son iddia, bilimsel olarak somut bir gerçek değil, ön yargılar doğrultusunda şekillendirilen bir varsayımdan ibarettir.
Ön yargılar doğrultusunda şu veya bu fosille ilgili senaryolar üretmek bir yana bırakıldığında ve insanın kökeni hakkında asıl konuya dönüldüğünde şu sorunun cevaplanması gerekir: Acaba insanın sahip olduğu kompleks özellikler, Darwinizm’in önerdiği doğal seleksiyon ve rastgele mutasyon mekanizmalarıyla açıklanabilir mi? İnsan beyni, gözü, kalbi, midesi gibi kompleks organları meydana getirebilecek bir tesadüfi süreç, şuursuz doğa olayı var mıdır? Henüz tek bir hücrenin dahi kökeni tesadüflerle açıklanamadığı halde, anne ve babadan gelen kalıtım malzemesine sahip zigotun 200’den fazla farklı doku üretecek şekilde, son derece planlı bir gelişimle kusursuz bir insana dönüşmesi hangi tesadüflerle açıklanabilir?
Bu sorulara, evrim teorisinin rastgele mutasyon ve doğal seleksiyon mekanizmalarına dayanarak cevap vermek kesinlikle mümkün değildir. Doğal seleksiyon canlıları başka canlılara dönüştürmeyen, sadece tür içinde ayıklanma gerçekleştiren bir süreç; mutasyonlar ise çoğu zaman etkisiz, etkili olduklarında ise organizmaya yıkım getiren rastlantısal değişimlerdir. Akıl sahibi bir insan, taştan bir heykel gördüğünde dahi bunun tesadüfi değişimlerin birbirini izlediği bir süreçte oluşmadığını, bir heykeltraşın bunu bilgi ve yeteneğini kullanarak meydana getirdiğini bilir.
Bir karşılaştırma yapacak olursak, bilgi depolayan, bu bilgiyi bir bilgisayar gibi işlemleyebilen, bir fabrika gibi üretim yapan, mesaj alan ve mesaj yollayan, kendini kopyalayabilen birer yaratılış harikası olan hücrelerden meydana gelen insan ise bu taştan heykelden milyonlarca defa komplekstir. Açıktır ki, insanı Yüce Allah yaratmış, ona sahip olduğu organ ve sistemleri vermiştir. Evrim teorisi ise, bazı insanların, kendilerinin ve her şeyin yaratıcısı olan Allah’ı inkar etme inadıyla sarıldığı batıl bir inançtır.
Bilim ve Teknik dergisine, evrim teorisinin hiçbir bilimsel dayanağı bulunmadığını hatırlatıyor, teoriye verilen ideolojik desteğe ortak olmaktan kaçınmasını tavsiye ediyoruz.
1. Erik Trinkaus, “Hard Times Among the Neanderthals”, Natural History, cilt 87, Aralık 1978, s. 10; R. L.