17 Haziran 2000 tarihli Cumhuriyet Bilim Teknik Dergisi’nde, “Atalarımızın Sürpriz Buluşması: Homo sapiens-Neandertal rekabeti” başlıklı bir yazı yayınlanmıştır. Yazının konusu, günümüzden yaklaşık olarak 27.000 yıl önce kaybolmuş olan Neandertal ırkının göçleri, diğer Avupalı ırklarla karşılaşması ve sahip olduğu özellikler ve kültürdür. Bizim burada söz etmek istediğimiz konu ise, bu yazının aralarına yerleştirilmiş olan yanıltıcı ve çelişkili evrim mesajlarıdır.
Özellikle son 50 yıldır, paleontoloji, mikrobiyoloji gibi bilim dallarında kaydedilen gelişmeler ve elde edilen yeni bulgular, yeryüzünde evrim diye bir sürecin kesinlikle gerçekleşmediğini ortaya koymuştur. Bugün evrimcilerin, evrimin herhangi bir aşamasına delil olarak gösterebilecekleri bir tek bulgu veya keşif bulunmamaktadır. Bu yüzden, evrim teorisinin çöküşünü -ideolojik nedenlerden ötürü- bir türlü kabullenmek istemeyenler bilimsel olmayan yöntemlerle bu teoriyi ayakta tutmaya çalışmaktadırlar. Cumhuriyet Bilim Teknik Dergisi”ndeki yazı da, bu çabanın tipik bir örneğidir.
Yakın zamana kadar evrimciler, kendi ideolojilerine yakın medyayı çok daha şiddetli evrim propogandaları için kullanıyorlardı. Ve yaklaşık 150 yıldır devam eden evrim propogandasının en önemli özelliği, geçersizliği defalarca ispatlanmış bilgi ve bulguları evrimin delili gibi sunarak anlatmaları ve bu hayali bilgileri yine hayali resimlerle süslemeleriydi. Ancak son birkaç yıldır, Darwinizm’in tüm açıklarının, sahtekarlıklarının ve hayali delillerinin deşifre edilerek, büyük kitlelere bildirilmesinin etkisiyle, evrimciler, propogandalarında daha ihtiyatlı davranmaya başlamışlardır. CBT’deki Neandertaller”le ilgili yazıda da, doğru bilgilerin arasına sık sık evrimci cümleler ve mantıklar yerleştirilerek bu telkin yöntemi kullanılmıştır.
Söz konusu yazıda Neandertal’in – kendi ifadeleriyle – “tümüyle kültive olmuş bir insan türü” olduğu birçok bulgu ile desteklenerek anlatılmasına rağmen, satır aralarında Neandertal’in, henüz homo sapiens kadar gelişimini tamamlamamış bir hominid (yarı insan yarı maymun) olduğu mesajları verilmektedir.
Oysa son 10-20 yılın bilimsel bulguları, Neandertaller”in günümüz insanına göre hiç bir “ilkel” yanları olmayan bir insan ırkı olduğunu ortaya koymaktadır. Hatta bu nedenle bir zamanlar Homo neanderthalensis sınıflamasına dahil edilerek Homo sapiens”ten tümüyle ayrı tutulan Neandertaller, artık evrimciler tarafından bile Homo sapiens neanderthalensis olarak anılmakta ve böylece günümüz insanın bir türü olarak kabul edildiği teyid edilmektedir.
Bu konuda önde gelen bir otorite sayılan ve CBT’deki yazıda da kendisinden alıntı yapılan New Mexico Üniversitesi”nden paleoantropolog Erik Trinkaus şöyle yazar:
“Neandertal kalıntıları ve günümüz insanı kemikleri arasında yapılan ayrıntılı karşılaştırmalar göstermektedir ki, Neandertaller”in anatomisinde, ya da hareket, alet kullanımı, zeka seviyesi veya konuşma kabiliyeti gibi özelliklerinde günümüz insanlarından aşağı sayılabilecek hiçbir şey yoktur.” (Erik Trinkaus, “Hard Times Among the Neanderthals”, Natural History, cilt 87, Aralık 1978, s. 10; R. L. Holloway, “The Neanderthal Brain: What Was Primitive”, American Journal of Physical Anthropology Supplement, Cilt 12, 1991, s. 94.)
Zaten CBT Dergisi’nde de 5 sayfa boyunca Neandertaller”in bir insan ırkı olduğu ile ilgili bilgi verilmekte, ancak yine de evrimci bakış açısının getirdiği alışkanlıkla olsa gerek, arada bu insan ırkının tam gelişmemiş bir ara geçiş aşaması olduğuna dair imalarda bulunulmaktadır.
Evrimcilerin asla açıklayamadıkları “içi boş” cümleleri
Evrim teorisi ortaya atıldığı günden bu yana, hiçbir evrimci tarafından açıklanamayan bazı kavramlar ve cümleler evrimci yayınlarda sık sık yer almaktadır. İçi boş ve hiçbir bilimsel anlam taşımayan bu tür cümleler bu yazıda da kullanılmıştır. Bu cümlelerin kullanılış amacı bilimsel ve mantıksal olarak gerçekleşmesi imkansız olan olayları, insanlara bir nevi telkin yoluyla olmuş gibi göstermektir.
Evrimcilerin bu tür telkin metodlarına bu yazıdan şöyle iki örnek verebiliriz:
“İnsanoğlu günümüzden 40.000 yıl önce kültürü keşfettiğinde birden bire takı, müzik ve heykel gibi sanatsal uğraşlar da edinmişti.”
“Büyük “zeka patlaması” böylece ilk kez bundan 40.000 yıl önce gerçekleştiğinde, insanoğlu birden bire ince ruha sahip ressam veya alet ustası gibi beceriler edinen bir türe dönüşerek “öğrenme/kavrama isteğine ve kültüre dayalı bir devrim yaratmıştı”.
Evrimciler, evrimin her aşamasını bu şekilde açıklanamaz değişimler olarak açıklarlar. Örneğin yukarıdaki cümlelerde belirtilen değişimin nasıl gerçekleştiğini, zekadan, anlayıştan, estetikten, zevkten, bilinçten ve yetenekten yoksun bir canlının nasıl olup da, düşünen, dinleyen, konuşan, sevinen, sanat eserleri oluşturan, hesap yapabilen, seven, şefkat ve merhamet duyan, heyecanlanan, şevklenen bir canlıya dönüştüğünü kesinlikle açıklayamazlar.
Evrimciler, iki mekanizmanın evrime neden olduğunu iddia ederler. Bunlardan bir tanesi doğal seleksiyondur. Ki doğal seleksiyonun yeni bir canlı türü meydana getiremeyeceği bugün bilimsel olarak kabul görmüş bir gerçektir. (Bu konudaki detayları Harun Yahya”nın Evrim Aldatmacası kitabında bulabilirsiniz) Evrimcilere göre diğer evrim mekanizması ise, mutasyonlardır. Yapılan araştırmalar ise mutasyonların canlılara daima zarar getirdiğini, onları hasta veya sakat yaptığını, asla onlara iyi bir özellik kazandıramadığını göstermiştir.
Kaldı ki, ne mutasyonların ne de doğal seleksiyonun, bir canlıya yetenek, zeka, ince düşünce, sanat ve estetik zevki kazandıramayacağı çok açık ve herkesin kabul edeceği bir gerçektir.
Evrimci olmasına rağmen J. Hawkes, New York Times’da yayınlanan bir yazısında evrim mekanizmaları ile ilgili şöyle bir itirafta bulunmuştur:
“Kuşları, balıkları, çiçekleri vb. göz kamaştırıcı güzelliği salt doğal seleksiyona borçlu olduğumuza inanmakta güçlük çekiyorum. Dahası, insan bilinci öyle bir düzeneğin ürünü olabilir mi? Nasıl olur da tüm uygarlık nimetlerinin yaratıcısı olan insan beyni; Sokrates, Leonardo da Vinci, Shakespeare, Newton ve Einstein gibileri ölümsüzleştiren yaratıcılık “yaşam savaşımı” denen orman yasasının bize bir armağanı olsun?” (J. Hawkes, “Nine Tentalizing Mysteries Of Nature,” New York Times, no.33, 1957)
Bu tesbit doğrudur; doğada var olan hiçbir canlının, şuursuz mekanizmanın veya gücün insana bu özellikleri kazandıramayacağı çok açıktır. Bunu evrimciler de dahil olmak üzere herkes görebilmektedir.
İnsanı, tüm diğer canlıları olduğu gibi Allah yaratmıştır ve ilk var olduğu andan itibaren “bugünkü gibi” akıl ve şuur sahibi bir varlıktır. Tarihin her döneminde maymunlar maymun, insanlar ise insan olarak var olmuşlardır. İnsanın sahip olduğu özellikleri ona veren ise onu yoktan var eden Allah’tır. Allah insanı yaratmış ve ona ruhundan üflemiştir. İşte insanı diğer canlılardan ayıran en önemli özelliklerinden biri bir ruha sahip olmasıdır. Evrim teorisinin ise, ruhun varlığını, nasıl oluştuğunu açıklayabilmesi kesinlikle mümkün değildir.
21. yüzyılın en önemli gelişmelerinden biri, 150 yıldır anlatılan evrim masalının sona ermesidir. Bugün evrimcilerin teorilerine delil olarak gösterebilecekleri bir tek fosil, bir tek laboratuvar deneyi veya doğada gözlemlenmiş bir olay yoktur. Evrimcilerin evrime delil olarak gösterdiklerinin ise zaman içinde evrime kesinlikle delil oluşturmadıkları ortaya çıkmıştır. CBT’de konu edinilen Neandertal insanı da bu örneklerden biridir.