Bizler konuşurken düşüncelerimizi dil sayesinde düzenli kalıplar ve karşı tarafın anlayacağı şekilde anlamlı ifadelerle aktarırız. Tüm bunlar son derece özelleşmiş kas hareketleri ve sözdizimi gerektirdiği halde biz bunları dikkate bile almayız. Biz sadece konuşmayı “dileriz”. 100″e yakın kasın uyumlu şekilde kasılıp gevşeyerek sesler, heceler ve kelimeler çıkarması ve özne, yüklem, zamir gibi ögelerin uygun sırada dizilmesiyle karşı tarafın anlayacağı cümleler ortaya çıkar. Bu kadar kompleks aşamalara dayalı bir yeteneği kullanmak için bizim “dilemek” dışında neredeyse hiçbir şey yapmıyor oluşumuz, konuşmanın biyolojik yapılarla sınırlı bir yetenek olmadığını açıkça göstermektedir.
İnsanın konuşma becerisi, evrim sürecinin hayali gereklilikleriyle veya hayali mekanizmalarıyla açıklanamayan son derece kompleks bir yetenektir. Evrimciler, uzun çalışmalarına rağmen, son derece kompleks bir yetenek olan konuşmanın, basit hayvansı iletişim şekillerinden evrimleştiği yönündeki iddialarına kanıt göstermede tamamen başarısız olmuşlardır. Pennsylvania Üniversitesi”nden David Premack”in, İnsan dili, evrim teorisi için bir utançtır 1 şeklindeki sözleri bu başarısızlığı net bir şekilde ortaya koymaktadır.
Ünlü dilbilimci Derek Bickerton, utancın sebeplerini şöyle özetlemiştir:
“Konuşma insan öncesi bir nesilden gelmiş olabilir mi? Hayır. Hayvan iletişimi yapılarına benzeşmekte midir? Hayır… Hiçbir maymun, yoğun eğitime rağmen, gramer kurallarının köklerine vakıf olamamıştır. Kelimeler nasıl ortaya çıktı, sözlerin dizilişi nasıl ortaya çıktı? Bu problemler konuşmanın evriminin kalbinde yatmaktadır.” 2
Yeryüzünde mevcut tüm diller komplekstir ve bu kompleksliğin kademeli olarak nasıl kazanılmış olabileceği evrimcilerce hayal dahi edilememektedir. İngiltere”nin en fanatik evrimci biyoloğu Richard Dawkins”e göre, en ilkel olarak bilinen kabile dilleri de dahil olmak üzere, Dünya üzerindeki her dil yüksek derecede komplekstir:
“Bu konuda en açık örnek konuşmadır. Hiç kimse nasıl başladığını bilmemektedir. … Anlambilim yani kelimeler ve anlamlarının kökeni de eşit derecede belirsizdir. . ..dünya üzerindeki binlerce dilin hepsi de çok komplekstir. Bunun kademeli olarak geliştiğini düşünmeye eğilimliyim, fakat böyle olması gerektiği tam olarak açık değildir. Bazıları, belli bir yer ve belli bir zamanda tek bir zeka tarafından icat edildiğini ve aniden başladığını düşünür.” 3
W. K. Wilkins ve J. Wakefield adlı iki evrimci beyin araştırmacısı ise bu konuda şunları söylemektedirler:
“Dil evriminin geçiş aşamalarıyla ilgili delil yoktur. Buna rağmen, alternatif fikirleri kabul etmemiz zordur. Eğer türe özgü bazı özellikler parçalara ayrılmış bir şekilde evrimleşmiyorsa, bu durumu açıklamak için iki yol gözüküyor. Ya henüz keşfedemediğimiz bir güç, belki de ilahi bir müdahaleyle, olması gerektiği gibi yerleştirilmiştir. Ya da türlerin gelişiminde nispeten ani bir değişikliğin, belki de bir tür spontane ve yaygın mutasyonun sonucudur… Ama böyle tesadüfi bir mutasyonun rastlantısal doğası, bu iddiayı şüpheli bir hale getiriyor. Daha önce belirtildiği gibi (Pinker and Bloom, 1990), dil gibi kompleks ve görünüşe göre görevlerine bu kadar ideal bir şekilde uygun bir sisteme yol açacak mutasyonun ihtimali yok denecek kadar düşüktür.” 4
Elbette açıklayamadığımız, ama farkında bile olmadan bağlı kaldığımız gramer kurallarını bizim geliştirmediğimiz ortadadır. Dilbilgisi kurallarını hazır olarak bulur ve kullanırız. Çok karmaşık bir hesaplama gerektirdiği göz önüne alındığında konuşma kuralları insanı hayrete düşürmektedir. İşte bu nedenledir ki, bazı insanlar için konuşma yeteneğinin nasıl kazanıldığı büyük bir sır olarak kalmaktadır. Noam Chomsky bunu şu şekilde ifade eder:
“Konuşmanın oluşumu ile ilgili olarak buraya kadar hiçbir şey söylemedim. Sebebi ise, söylenebilecek çok az şey olması. Dışarıdan görünen birkaç husus dışında, konuşmak büyük ölçüde bir sırdır.” 5
Evrimci ön yargılara saplanıp kalmayan birisi için ise konuşma becerisinin kaynağı çok açıktır. Bu yeteneği insana veren Yüce Allah”tır. Allah insanlara konuşmayı ilham eder ve onları konuşturur. Bu gerçek bir Kuran ayetinde şöyle haber verilir:
“… Dediler ki: “Her şeye nutku verip-konuşturan Allah, bizi konuşturdu. Sizi ilk defa O yarattı ve O”na döndürülüyorsunuz.” (Fussilet Suresi, 21)
Not: Maymunlara dil öğretme çabalarındaki başarısızlıkları hakkında buradan daha fazla bilgi edinebilirsiniz.
Evrimciler, dilin dayandığı biyolojik yapıların kompleksliğini açıklayamadıkları gibi, dili mümkün kılan bilincin kökenini de açıklayamamaktadırlar. Maddeye hiçbir şekilde indirgenemeyen insan bilinci ve dildeki komplekslik, dilin üstün bir akıl tarafından tasarlandığını, bir diğer deyişle yaratıldığını göstermektedir.
İnsana konuşmayı öğreten Yüce Allah�tır. Allah bir Kuran ayetinde bu durumu şöyle bildirmektedir:
“Ve Adem”e isimlerin hepsini öğretti…” (Bakara Suresi, 31)
W. K. Wilkins ve J. Wakefield adlı iki evrimci beyin araştırmacısı ise bu konuda şunları söylemektedirler:
“Dil evriminin geçiş aşamalarıyla ilgili delil yoktur. Buna rağmen, alternatif fikirleri kabul etmemiz zordur. Eğer türe özgü bazı özellikler parçalara ayrılmış bir şekilde evrimleşmiyorsa, bu durumu açıklamak için iki yol gözüküyor. Ya henüz keşfedemediğimiz bir güç, belki de ilahi bir müdahaleyle, olması gerektiği gibi yerleştirilmiştir. Ya da türlerin gelişiminde nispeten ani bir değişikliğin, belki de bir tür spontane ve yaygın mutasyonun sonucudur… Ama böyle tesadüfi bir mutasyonun rastlantısal doğası, bu iddiayı şüpheli bir hale getiriyor. Daha önce belirtildiği gibi (Pinker and Bloom, 1990), dil gibi kompleks ve görünüşe göre görevlerine bu kadar ideal bir şekilde uygun bir sisteme yol açacak mutasyonun ihtimali yok denecek kadar düşüktür.”
1. Swisher III, Roger Lewin, Java Man, Abacus, London, 2002, sf. 205
2. Derek Bickerton, “Babel”s Cornerstone,” New Scientist (vol. 156, October 4, 1997), s. 42
3. Richard Dawkins, Unweaving the Rainbow (Boston, Houghton-Miflin Co., 1998), s. 294
4. Wilkins, W.K. & Wakefield, J. (1995). Brain evolution and neurolinguistic preconditions. Behavioral and Brain Sciences 18 (1): 161-226
5. Noam Chomsky, Powers and Prospects, s.16